Bütün ilimler, Cenâb-ı Hakk’ın kâinâta koyduğu kânun ve kâidelerin tespitinden ibârettir. Hakîkî ilim ise, satıhta kalmayıp kalbî merhaleler kat ederek ilmin kâidelerini vaz eden yüce kudreti tanımak, böylece ilâhî sır ve hikmetlere intikal edebilmektir. Maalesef bugün ekseriyetle nefisler maddeye râm olduğu için, bugünkü ilim anlayışı, Allâh’ın kâinâta koyduğu maddî, zâhirî......
Üç kişi Hak dostu olamaz, buyrulmaktadır: 1) Kibirli: Kibir, kendini gösterme hastalığıdır. Bu hâl, insanı israfa sürükler. İsraf ise aşağılık duygusunu bastırma çabasıdır. 2) Pinti: Malı kendine toplamaktır; kendine bonkör, etrafına cimri olmaktır. 3) Ahmak: Ahmaklık, mânevî hayatın kanseridir. Bir insanın iki gözünü iki parmağıyla kapatıp kendi kendini hakikatlerden gâfil......
Günümüzde, sefâletini saâdet zannederek, selde sürüklenen kütükler misâli, zamanın girdabına kendini kaptırmış giden insanın elinden tutmayı; bize emanet edilen toplumu o anafordan kurtarmayı; onlara ebedî ve gerçek saâdetin ne olduğunu anlatmayı; îman ve vicdan borcu bilmeliyiz....
Mehmed Akif, ideal bir eğitimciyi şöyle tarif eder: Muallimim diyen olmak gerektir îmanlı, Edepli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı… Yani bir muallim, her şeyden önce “îmanlı” olacak; yüreğinden rahmet taşıracak. “Edepli” olacak; örnek bir karakter ve şahsiyet inşâ edecek. “Liyâkatli” olacak; mesûliyet şuuruyla kendini yetiştirip vazifesinin ehli olacak. “Vicdanlı” olacak; merhamet,......
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin en çok üzerinde durduğu hususlardan biri de, bu fânî imtihan âlemine âhireti kazanmak için gelmiş olduğumuz hakîkatini unutmamaktır. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, zor zamanlarda sabrımızın artması, rahat zamanlarda ise rehâvet çökmemesi için, her fırsatta; “Esas hayat âhiret hayatıdır!” buyurmuştur....
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Cebrâil bana geldi ve şöyle dedi: Yâ Muhammed! İstediğin kadar yaşa, mutlakâ öleceksin. İstediğini sev, mutlaka ayrılacaksın. İstediğin şeyle amel et, ancak onun karşılığını elde edeceksin. Bil ki, müʼminin şerefi, geceleri kāim olmasında (yani seher vakitlerini ihyâ etmesinde); izzeti ise insanlardan müstağnî......
Hazret-i Mevlânâ ve emsâli gönül ehlinin bütün insanlığı şefkatle kucaklayan « بَازَا، بَازَا… » “Gel, gel, geri dön gel, ne olursan ol yine gel” daveti; yüksek bir îman şuurunun tezâhürüdür. Bu davet; hidâyet arayanları gönül dergâhında şefkatle tedâvi etmek, İslâmʼın nezâket ve ihtişâmıyla tanıştırmak için yükselen bir gönül nidâsıdır. İşte......
Rabbimizʼin rahmet ve merhameti, gazabına gâliptir. Yani O, cezâyı hak eden nice günahkâr kullarını, samimî bir tevbeyle affeder ve yine kullarının küçücük iyiliklerine bile, şânına yaraşan bir cömertlikle bol bol ecir ihsân eder. Mü’min de dâimâ bu rahmet üslûbuyla hareket etmeli; helâk edici değil, ihyâ edici ve yeşertici bir rûha......
Mü’min; “…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) âyetinin sırrına ererek, muhtâcın istemesine bile lüzum kalmadan, onun sıkıntısını sîmâsından anlayabilecek bir firâsete ulaşmalıdır. Mevlânâ Hazretleri böylesine nezâketle yapılan infâkın bereketini ne güzel ifâde buyurur: “Sen varlığını, malını ve mülkünü güzelce infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı, mezarda,......
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede; “Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi sen de (insanlara) ihsân et…” (el-Kasas, 77) buyurarak, kendi cömertliğinin bir benzerini, kullarında da görmeyi arzuladığını bildirmektedir. Dolayısıyla ilâhî ahlâk ile ahlâklanmak isteyen bir mü’min, elindeki nîmetlerden muhtaçları da faydalandırmalıdır. Elinden, dilinden, hâlinden, kālinden, velhâsıl maddî-mânevî bütün imkânlarından ikram hâlinde olarak,......
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin şu îkâzı çok mühimdir: “Bana hayat bahşeden Allâh’a yemin ederim ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir. İşte o zaman duâ edersiniz, ama duânız kabul edilmez.”(Tirmizî, Fiten, 9)...
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur: “Allah Teâlâ umûmun işlediği günahlar sebebiyle suçsuzları cezâlandırmaz. Fakat aralarında günahın işlendiğini görür ve bunu engellemeye güçleri yettiği hâlde mânî olmazlarsa müstesnâ.” (Ahmed, V, 192)...
İyiliği tavsiye edip kötülüklerden sakındırmak, müʼminlerin en mühim vazifelerinden biridir. Toplumdaki günah ve ahlâksızlıklara karşı duygusuz ve bîgâne kalmak, mânen helâk sebebidir. Zeyneb bint-i Cahş -radıyallâhu anhâ- der ki: Peygamber Efendimiz’e: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! İçimizde sâlihler bulunduğu hâlde biz helâk edilir miyiz?” diye sordum. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle......
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, âdeta kıyâmetin ayak sesleri olan alâmetler arasında, “zinâ” ve “binâ”nın çoğalmasını ifâde buyurmuşlardır. Günümüzün umûmî manzarasını seyrettiğimiz zaman; maalesef ahlâksızlığın arttığını, yüksek binâların çoğaldığını görüyoruz. Zinâ ve ahlâksızlık, toplumun huzur ve mâneviyâtına âdeta zehir serpmektedir. Yükselen binâlar ise, mâneviyâtı zaafa uğrayan şehirlerimizin âdeta mezar taşlarını andırmaktadır!.....