GÜNÜN MESAJI

GÜNÜN MESAJI

03 Ekim 2014 Cuma

Osman Nuri Topbaş
Dâvud-i Tâî Hazretleriʼnin hizmeti­ne bakan talebesi bir gün ona: “–Biraz et pişirdim; lütfen buyrun!” der. Üstâdının sükût etmesi üzerine de eti getirir. Ancak Dâvûd-i Tâî Hazretleri, önüne konan ete bakarak: “–Falanca yetimlerden ne haber var evlâdım?” diye sorar. Talebesi: “–Bildiğiniz gibi efendim!” de­r. O bü­yük Hak dos­tu da: “–O hâl­de......
GÜNÜN MESAJI

02 Ekim 2014 Perşembe

Osman Nuri Topbaş
Yaklaşan Kurban bayramı vesîlesiyle, yeryüzünün sıkıntılı bölgelerindeki din kardeşlerimize, Türkiyeʼde onları düşünen kardeşleri olduğunu hissettirmeliyiz. Bütün dünya coğrafyasındaki müslümanlar bizim kardeşimizdir. Fakat yaşanan sefâlet ve çekilen sıkıntılar dikkate alındığında, Türkiyemize sığınan Sûriyeli mülteciler başta olmak üzere, Gazze, Afrika, Ortaasya ve diğer coğrafyalardaki yardıma muhtaç din kardeşlerimiz için “kurban” vesîlesiyle açılmış......
GÜNÜN MESAJI

30 Eylül 2014 Salı

Osman Nuri Topbaş
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün müʼminleri gönül zengini kabul ederdi. Ashâb-ı kirâmdan Ebû Zer -radıyallâhu anh-’ın dünyâlık olarak bir dikili taşı bile yoktu. Buna rağmen Peygamber Efendimiz ona: “–Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde ikrâm et!” buyururdu.......
GÜNÜN MESAJI

29 Eylül 2014 Pazartesi

Osman Nuri Topbaş
Her musîbet, ona müstehak olunduğu için başa gelmez. Bâzen bir müʼmin, mazlûmiyetle taçlanmak, sabır neticesi mânen derece elde etmek ve mükâfatlandırılmak üzere bir musîbete mâruz kalır. Eğer musîbetler hep müstehak olma karşılığında başa gelseydi, mâsumiyet/günahsızlık sıfatına sahip olan peygamberler üzerine hiçbir musîbet gelmezdi. Hâlbuki insanlık tarihinde en büyük musîbetlere mâruz......
GÜNÜN MESAJI

28 Eylül 2014 Pazar

Osman Nuri Topbaş
Düşünmek gerekir ki, Rabbimiz Settâr ismi hürmetine, biz kullarının nice günahlarını örtmüş ve onları kalpte gizli siyah noktalar kılmıştır. Bu da O’nun sonsuz merhamet ve lûtfundandır. Zira işlenen günahların eseri kalpte değil de alında kara bir leke sûretinde zâhir olsaydı, muhakkak ki hiç kimsenin bir başkasına bakacak yüzü olmazdı....
GÜNÜN MESAJI

27 Eylül 2014 Cumartesi

Osman Nuri Topbaş
Hiçbir doktor hastasına, yakalandığı hastalıkta şahsî bir kusuru olsa bile öfkelenmez. Kendisini sadece hastasına şifâ sunmakla mükellef bilir. Bu ahlâk ile yaşayan Hak dostları da, günaha olan nefreti, günahkâra taşırmazlar. Onları yaralı bir kuş gibi kabul ederek, gönül sarayında irşad ve ıslah gayreti içinde olurlar....
GÜNÜN MESAJI

26 Eylül 2014 Cuma

Osman Nuri Topbaş
Bizlere Rabbimiz tarafından emsalsiz bir örnek şahsiyet olarak takdim edilen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insan neslinin en mülâyimi idi. Bu yüzden insanlarla muâmelesinde dâimâ kolaylığı tercih eder, zorluğa, öfke ve kızgınlığa yer vermezdi. Hakkın çiğnenmesi dışında celâllenmez, şahsına karşı işlenen kusurları kolayca affederdi. Ne kadar kaba bir muâmeleye......
GÜNÜN MESAJI

23 Eylül 2014 Salı

Osman Nuri Topbaş
Kurʼân ve Sünnetʼin rehberliğinde kalben seviye kat etmemiş bir insan, -ne kadar bilgili olursa olsun- ham kalmaya mahkûmdur. O, bu hamlığıyla ilim tahsil edip, meselâ bir doktor olsa, insanlara şifâ tevzî edeceği yerde, nefsânî ihtiraslarını tatmin edebilmek için, organ kaçakçılığı yapan bir insan kasabı oluverir. Bir hukukçu olsa, adâlet tevzî......
GÜNÜN MESAJI

22 Eylül 2014 Pazartesi

Osman Nuri Topbaş
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede; “…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fâtır, 28) buyuruyor. Yani gerçek bir âlimde öncelikle, “takvâ / Allah korkusu” şarttır. Cenâb-ı Hak, ancak böyle bir kuluna “âlim” diyor. Allah’tan korkmadan, Rasûlʼünden utanmadan, kendi nâkıs akıllarını yegâne hakîkat ölçüsü zannedip, dîni onun süzgecinden geçirerek, aklına uyanı alan,......
GÜNÜN MESAJI

20 Eylül 2014 Cumartesi

Osman Nuri Topbaş
Takvâdan uzak bir dînî tahsil; ilâhî hakîkatleri dahî nefsânî kaygılarla değerlendiren, “din âlimi” etiketli “din tahripçileri”nin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Bunlar da servet, şehvet ve şöhret gibi nefsânî ihtiraslara tamah ederek verdikleri fetvâlarda “Kitap ve Sünnet’e uyma” hassâsiyetini yitirerek “kitabına uydurma” menfaatçiliğine meylederler. Bu sebeple bir âlimde ilim var, fakat......