Takvâ ehli kâmil müʼminler, perdesiz bir gönül gözüyle âlemleri seyrederler. Kâinatın hikmet dolu sayfalarını ibretle okurlar. Nefs plânında ömür süren zavallılar ise gaflet parmağıyla gözlerini kapattıkları için, kâinat kitabındaki hiçbir hikmeti göremezler....
Doğruluk, müʼminlerin en mühim vasıflarındandır. Yalan söylemek ve vaatten caymak ise münâfığın vasfıdır. Müʼminler; “…Allahʼtan daha doğru sözlü kim vardır?” (en-Nisâ, 87, 122) buyuran Cenâb-ı Hakkʼın ahlâkıyla ahlaklanmalı; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi “el-Emîn ve es-Sâdık” olmalıdır....
Cenâb-ı Hak, Kurʼân-ı Kerîmʼinde bizlere bir konuşma tarzı tâlim ediyor: Her hususta, doğru, samimî, âdil ve hak-şinas olmamızı emrederek قَوْلاً سَدِيداً, yani doğru söz söyleyin, buyuruyor. (Bkz. en-Nisâ, 9; el-Ahzâb, 70) Anne-babaya karşı “öf” bile deme, onlara; قَوْلاً كَرِيماً, yani ikramkâr ve iltifatkâr söz söyle, buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 23) Yoksula......
Şeyh Sâdî buyurur: “Gün görmüş, tecrübeli, hikmet ehli, olgun bir insan ilk önce düşünür, sonra söz söyler. Sen de düşünmeden söze başlama. İyi konuş, geç konuşsan da bir ziyânı yok. Önce düşün, sonra gerektiği kadar konuş. Başkaları seni susturmadan sen susmasını bil…”...
Gaflete dalan insan, diliyle yaptıklarını, eliyle yaptıkları kadar önemli görmeme hatasına düşer. Hâlbuki çoğu zaman dilin kalplerde açtığı yarayı hiçbir şey açamaz. Bu sebeple; “Dilin kemiği yok” bahanesine sığınarak ağızdan ok misâli geri dönüşü olmayan sözlerin çıkmasına göz yummak, ağır bir uhrevî vebaldir. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi......
Âyet-i kerîmede buyrulur: “Onlar Cehennemʼde; «–Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, sâlih ameller işleyelim.» diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) «–Size, düşünecek kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azâbı!..»” (Fâtır, 37) Bu, hepimizin üzerinde çokça düşünmesi......
Günümüzde takvâ ölçülerinden en çok tâviz verilen hususlardan biri de, düğün-sünnet gibi merâsimlerde sergilenen gayr-i İslâmî tavırlardır. Evlâtlarımızın yeni bir hayata adım attığı bu gibi cemiyetler; Kurʼân-ı Kerîm tilâvetleriyle, duâlarla, mânevî sohbetlerle, ağzı duâlı fakirlerin de çağrıldığı ziyafetlerle ihyâ edilmelidir. Zira sünnetlerde yavrularımız, sahip oldukları İslâm kimliğini pekiştirmekte, düğünlerde ise......
Kendisine az bir dünyalık takdir edilen müʼmin, belki fazlasına sahip olsaydı, mağrur olup azgınlıklara sürüklenebileceğini düşünerek hamd etmelidir. Daha azına sahip olsaydı, belki isyana düşeceğini düşünerek şükretmelidir. Kahrın da lûtfun da birer imtihan olduğunu idrâk edip gönül huzurunu korumalıdır. Önceleri sâlih bir insan olan Kârun, Allâhʼın bir imtihan olarak ihsân......
Cenâb-ı Hak bütün ilimleri, kendisinin bilinmesine bir vâsıta olarak halk etmiştir. Diri kalpler için her ilim; sebepten müsebbibe, eserden müessire, sanattan sanatkâra götüren bir vesîledir. Dolayısıyla cehâlet, dünyevî bilgileri bilmemek değildir. Asıl cehâlet, Cenâb-ı Hakkʼı bilmemektir. Allâhʼın lûtfuyla var olup yine Oʼnun nîmetleriyle perverde olduğu hâlde, bütün bu nîmetleri bahşeden......
Unutmayalım ki hepimiz dünyaya bir defalığına geldik. Hayat imtihanımız bir sefere mahsus. Dünya hayatının tekrarı yok. Dünyevî imtihanlarda kaybedersek, tekrar telâfî imtihanına girebiliriz. Fakat hayat nîmetinin ne tekrarı var, ne de telâfîsi. Rabbimiz, farkında olanlardan eylesin…...
Ecdâdımız, kabristanları şehir içlerinde ve bilhassa câmi önlerinde yapmışlardır ki, orada sık sık kendi istikballerini tefekkür etsinler. Dünya hayatının fânîliğini yakînen hissetsinler de âhireti unutmasınlar. Gençliklerine, sıhhatlerine, güç-kuvvetlerine aldanıp kendilerini dünyada kalıcı zannetmesinler. Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirsinler. Asıl gerekli olan âhiret sermâyesini bir an evvel tedârik etmenin gayretine......
Âhiretin sonsuzluğu karşısında deryadan bir damla hükmünde olan hayat, beşikle tabut arasındaki mesafeye sığmayacak kadar ulvî bir hakîkattir. O hâlde “Hayat nedir?” suâline, sadece toprağın rutubeti ve mezar taşlarının katı sessizliği cevap olarak yükselecekse, böyle bir gafletle ziyân edilmiş fânî bir hayattan daha acı ne olabilir?.. Fânî hayat çarşısının en......
Bir kabristanı ziyaret ettiğimizde, kendimizden daha küçük yaşta vefat etmiş nice insanın kabrine şâhit oluruz. Demek ki ölümün yaşı yoktur. Her insan ölebilecek yaştadır. Dolayısıyla ecel senedinin meçhul vâdesine daha çok vakit olduğunu zannederek, âhiret hazırlığını ihmal etmek kadar derin bir gaflet olamaz....
Bursevî Hazretleri şöyle buyurur: “Bizim üç bayramımız vardır. Birincisi; Ramazan (ve Kurban) bayramıdır. Bu, (bâzı fedakârlıkların âdeta şehâdetnâmesi olarak lûtfedilen,) insan tabiatının, nefsin bayramıdır. İkincisi, kâmil îmanla göçmek şartıyla ölüm bayramıdır. Bu, büyük bir bayramdır. Üçüncü ve en büyük bayram ise âhirette Allâhʼın cemâlinin tecellîsine mazhar olunduğu zamanki bayramdır.” (Bursevî,......
Behlül Dânâ Hazretleri buyurur: “Bayram, güzel ve yeni elbiseler giyenler için değil, ilâhî azaptan emîn olup ebedî hüsrandan kurtuluşa erenler içindir. Yine bayram, güzel güzel binitlere binenler için değil, hatâ ve kusurlarını terk ederek hâlis bir kul hâline gelebilenler içindir…”...