Şeyh Sâdî buyurur: “Küçükken terbiye görmeyen, büyüdüğünde hiç terbiye edilemez ve iflâh olmaz. Bir yaş çubuğu istediğin gibi bükebilirsin. Fakat kuru çubuğu doğrultmak için, ateşe tutmak lâzımdır.”...
Şeyh Sâdî buyurur: “Gönül ehli iki adam, aralarında bir kılı muhafaza eder ve onu koparmazlar. İki kişiden biri hoyrat, serkeş ve ötekisi sağduyulu ise de böyle hareket ederler. Her ikisi de câhilse, aralarında zincir de bulunsa, onu kırar, koparırlar.” Nitekim Mısır’da başarılı bir vâlilik vazifesi icrâ etmiş olan Amr bin......
Şeyh Sâdî buyurur: “Akıllı kimse; söylememekle zarar geleceğini anladığı zaman konuşmaya başlar ve yemek yemezse sıhhatinin bozulacağını anladığı vakit elini sofraya uzatır. Şüphesiz böyle bir insanın sözü hikmet, yediği de şifâ olur.”...
Kâmil insanın eşyâ ile münâsebeti, bir geminin deniz ile olan münâsebeti gibi olmalıdır. Deniz, gemiye istinaddır. Lâkin geminin içine su girerse onu batırır, bir lokma gibi yutar. Ama gemi, suyu içine almazsa onun üzerinde yol alır, varmak istediği hedefe vâsıl olur. Bu durumda su, hem nîmet, hem de âfet olabilecek......
Allah rızâsı için yapılan her çeşit hizmet, güzel ve mukaddestir. Fakat ideal insan yetiştirme gayreti her zaman öncelik ifade eder. Bu bakımdan gençliği ve nesilleri kendi medeniyet ve kültür değerlerimizle yetiştirme hizmetleri son derece mühim bir mesʼûliyettir. Bu çerçevede, ihlâsla gayret gösteren eğitim müesseselerine maddî ve mânevî sahip çıkılması, bizlere......
Hayat; med-cezirlerle, yani kâh sevinç, kâh elem tecellîleriyle doludur. Bunların hepsi ilâhî imtihanlardır. Bizler, Rabbimizʼin bizim hakkımızdaki takdîrine râzı olacağız ki Cenâb-ı Hak da bizden râzı olsun. Nitekim Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- kendisine: “–Neyi seversin?” diye soranlara: “–Benim sevincim, yalnız mukadderâttır. Ben Allah Teâlâ’nın hükmünü severim…” derdi....
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede: “Kıyamet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (en-Nâziât, 46) buyuruyor. O hâlde kısacık dünya hayatına ne kadar ehemmiyet veriyoruz, esas ve ebedî olan âhiret hayatına ne kadar?.. Unutmayalım ki âhirette hiç kimse; “dünyada az yaşadım, çok yaşadım” derdinde......
Mülkün sahibi Allah; kötü emanetçiyi, yani niyeti bozup da malın sahibinin kendisi olduğunu zanneden bedbahtı sevmez. Onu cezalandırır. Ona gerçeği er-geç öğretir. Yaşarken öğrenemeyenler, kabirlerinde idrâk ederler ki meğer hakikatte bir iğnenin bile sahibi değillermiş! İşte mezarlıklar… Nice trilyonerler orada eli-avucu bomboş yatıyor. Yanında dünyadan sadece bir kefen var. O......
Şeyh Sâdî buyurur: “Hakikî ârif ve zâhidler, ekmeği bir köşeye çekilip kalp huzuru ve gönül hoşluğuyla ibadet etmek için alırlar. Yoksa ekmek yemek için ibadet köşesine çekilmezler.”...
Şeyh Sâdî buyurur: “Halktan bir zarar görürsen incinme. Çünkü halk, ne mihnet, ne de rahat vermeye muktedirdir. Dostun dostluğunu ve düşmanın düşmanlığını Allah’tan bil. Zira her ikisinin de kalbi, O’nun tasarruf elindedir. Her ne kadar atılan ok yaydan çıkarsa da, akıllı insan oku yaydan bilmez, yayı tutan kimseden görür ve......
Trilyonları olan bir kimse, yolda giderken on lira düşürüp kaybetse dönüp ona üzülür mü? O trilyonlar karşısında on liranın ne hükmü olur? Biz de, başımıza dünyevî bir sıkıntı, bir musibet geldiği zaman, Allâhʼa kul, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe ümmet olmanın en büyük bahtiyarlık olduğunu düşünüp sabredeceğiz. Fânî sıkıntı......
Îman, Kur’ân ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bizim en büyük mânevî servetimiz. Bütün fânî nîmet ve imkânlar bizim olsa ve dünyada bin yıl yaşasaydık, fakat îman, Kur’ân ve Allah Rasûlü’nü tanımamış olsaydık, bunun ne kıymeti olurdu?! Bu dünyadaki ömrümüz de, dünya da fânîliğe mahkûm… Fakat Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi......
Hiçbir sermayemiz bulunmadığı hâlde, yoktan var edilmiş olmak, varlıklar içinde yılan-çıyan, kurt-kuş, toprak-yaprak değil de eşref-i mahlûkât olan “insan” kılınmak, insanlar içinde ehl-i îman, ehl-i îmân içinde 124 bin küsur peygamberin imâmı, ve sertâcı olan Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin ümmetinden olmak, şükründen âciz olduğumuz en muazzam......
Aklı başında bir insana; “Ver gözlerini, al İstanbulʼu!” deseler, kim verir? “Ver sıhhatini, al Dünyaʼyı!” deseler, kim değişir? Akl-ı selîm sahibi hiç kimse bunu kabul etmez. Zira bunun, kendisi için ezâ ve cefâ dolu bir mahkûmiyetten farksız olacağını bilir. Bunun içindir ki cihan pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleyman: Halk içinde mûteber......
Cenâb-ı Hakkʼın maddî-mânevî, bilip bilmediğimiz sayısız nîmetiyle perverde hâldeyiz. Bunların kıymetini idrâk edip şükredebilmemiz için, Cenâb-ı Hakkʼın nîmetleri üzerinde sık sık tefekkür etmemiz gerekir. Meselâ bir “göz” nîmetini düşünelim: Şayet doğuştan âmâ olarak dünyaya gelmiş olsaydık ve bize yıllar sonra görme imkânı bahşedilseydi, o anda kim bilir nasıl bir sevince......