Evlâdının ve neslinin âkıbet endişesini duyan bir mü’min, geçici bir metâdan ibaret ve husûsen inişli-çıkışlı imtihan şartlarına sahip olan bu hayattan ziyade; evlâtlarının nihâî âkıbetlerini, yani âhiretlerini düşünür. Onun için, çırpınır.
Evlâtlarını dünyaya hazırladığı ve dünyalığını helâlinden kazandığı gibi; sonsuz âhiret yolculuğunun yegâne azığı olan takvâyı da ihmâl etmez.
Elbette mü’min, bu dünyada evlâdının rızkını düşünür. Fakat onun asıl endişesi, o lokmaların helâl olup olmadığıdır. Evlâdına verdiği terbiye istikametinde, onun cennet nimetlerinden mi; yoksa maâzallah zakkum ve irin cezalarından mı tattırılacağını düşünür.
Elbette her ana, üşüyen yavrusunun üstünü örter. Onu en güzel kıyafetler içinde görmek ister. Fakat âhiret inancına sahip bir anne; evlâdını öbür âlemde cennet ipeğinden atlas kaftanların mı, cehennemin yalaz yalaz ateşinin mi saracağı endişesiyle çok daha fazla meşgul olur.
Allâh’a ve âhirete îmân eden bir insan, evlâtlarının dünya ile âhiret saâdeti karşı karşıya geldiğinde; hiç düşünmeksizin, dünyayı elinin tersiyle iter ve âhireti tercih eder… Deryayı bırakıp damlayı almak ahmaklığına dûçâr olmaz.
Dünyada tıka basa doysun da, isterse âhirette zehir-zıkkım yesin diyemez!
Dünyada istikbâli parlak olsun da, varsın âhirette yüzü karalardan olsun diyemez!
Hakkı hak bilip, ona ittibâ; bâtılı bâtıl bilip, ondan ictinâb etme prensibiyle ve duâsıyla yaşar. Evlâtlarını bu şuurda yetiştirir. Mükerrem insan için; nesli sürdürmenin yolunun biyolojik değil, mânevî olduğunu bilir.
Yayın: Yüzakı Yayınları
Dil: Türkçe
Yıl: 2012