Sonsuz İkramları Hayata Yansıtmak

Ebedî Fecre

Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Nisan, Sayı: 230

BELKİ YARIN

Ömür, üzerinde metrajı yazılı olmayan yani nerede biteceği meçhul bir makara gibidir.

Cenâb-ı Hak; âciz ve zayıf yaratılan insana, vefât edeceği günün bilgisini vermemiştir. Bu bilgi eğer verilseydi, insan hâlet-i rûhiyesini herc ü merc ederdi.

İnsana bu mâlûmâtın verilmesi, imtihan sırrına da muhalif olurdu.

Çünkü;

Gafil ve nâdân, hiç ölmeyecekmiş gibi gaflet içinde yuvarlanır. Tevbesini, istikametli bir hayata başlama azmini erteleyip durur.

Ârif ve âkil olan insan ise ölümün her an gelebileceğini idrâk eden kişidir.

Vehb bin Münebbih -rahmetullâhi aleyh- anlatır:

İKİ FARKLI MUÂMELE

Hükümdarın biri, bir yere gitmeye hazırlanırken üzerine giymek için sayısız elbiseler içinden en güzelini ve binmek için de birçok at içinden en rahvan ve gösterişli olanı seçti. Adamlarıyla birlikte muhteşem bir tavırla, böbürlenerek ve etrafına caka satarak yola çıktı.

Yolda, üstü-başı perişan biri, atının yularına yapıştı. Hükümdar hışımla bağırdı:

“–Sen de kimsin, benim karşımda kim oluyorsun, çekil önümden!”

Adamcağız ise sakince cevapladı:

“–Sana söyleyeceklerim var! Senin için çok hayâtî bir mesele…”

Hükümdar merakla karışık bir hiddetle;

“–Söyle bakalım!” deyince, adam;

“–Gizlidir, eğil de kulağına söyleyeyim!” dedi.

Hükümdar eğildi, adam;

“–Ben Azrâil’im, canını almaya geldim!” dedi.

Hükümdar bir anda neye uğradığını şaşırdı, telâşa kapıldı, aman dilemeye başladı;

“–Ne olur biraz müsaade et!..” dedi.

Azrâil -aleyhisselâm- ise;

“–Hayır, sana müsaade yok. Ailene de ulaşamayacaksın!” dedi ve oracıkta hükümdarın canını alıverdi.

Daha sonra yoluna devam eden Azrâil -aleyhisselâm- sâlih bir  mü’min kul ile karşılaştı. Ona selâm verdikten sonra;

“–Seninle bir işim var, bunu sana gizli söyleyeceğim.” dedi ve kulağına eğilerek kendisinin Azrâil olduğunu söyledi. Mü’min kul buna sevindi ve şöyle dedi:

“–Hoş geldin, kaç zamandır seni bekliyordum. Bütün gayretim, noksanlarımı ve kusurlarımı bertaraf edip ölüm ânımı güzelleştirebilmek içindi. Dâimâ son nefesimin endişesi ve hazırlığı içinde idim.”

Azrâil -aleyhisselâm- dedi ki:

“–Öyle ise yapmakta olduğun işi tamamla.”

Sâlih zât şöyle mukabelede bulundu:

“–Benim en mühim işim, Allah Teâlâ’ya vuslattır.”

Bunun üzerine ölüm meleği şöyle dedi:

“–Hangi hâl üzere istersen, o hâl üzerinde canını alayım.”

Adam sevinerek;

“–Buna imkân var mı?” diye sordu.

Melek;

“–Evet, senin için bununla emrolundum.” deyince;

Adam tebessüm içinde;

“–Öyleyse abdestimi tazeleyeyim, namaza başlayayım ve başım secdede iken canımı al.” dedi ve rûhunu bu şekilde huzurla teslim etti. (Gazâlî, İhyâ, c. 4, s. 834-5)

SON RAMAZAN GİBİ…

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ömrün nihayetinin belirsizliğini, nefsin ve şeytanın istismâr edememesi için şu güzel tavsiyede bulunur:

“Namaza durduğunda sanki son namazın gibi kıl! Yarın pişman olacağın şeyi söyleme; insanların (gafilâne) arzu ettiklerine arzu duymayı bırak!” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)

Rabbimiz’in lutf u keremiyle bir kere daha nâil olduğumuz Ramazân-ı şerîfi ve idrâk edeceğimiz Kadir Gecesi’ni de bu şuurla değerlendirmemiz elzemdir.

Ramazân-ı şerîfi, bir Ramazân’a daha kavuşamayacakmış gibi bir şuurla değerlendirmek zarûrîdir.

Hakikaten, geçen sene Ramazân-ı şerifte aramızda olan bazı kardeşlerimiz, bu Ramazân’a erişemeden vefât ettiler.

Bu sene de aramızdan kimileri, onların hâliyle hâllenecek… Fânîlik iktizâsınca, er veya geç bir Ramazan, son Ramazân’ımız olacak. O hâlde, her an hazır olmaktan başka çare yok.

Bu mübârek ayda, Rabbimiz’in muazzam bir ikrâmı var:

KADİR GECESİ

Cenâb-ı Hak bir gecede, 83 küsur senelik, yani 30 bin gecelik bir ecir ve sevap lutfediyor. Bu ihsânı tefekkür ettiğimizde, üç husûsu idrâk ederiz:

  • Cenâb-ı Hakk’ın muhteşem cömertliği…

Herkesin cömertliği, kendi imkânlarına göredir. Yerin ve göğün hazineleri Zâtına ait olan Cenâb-ı Hak, öyle Ganî ve öyle Kerîm’dir ki, bir gecenin ihyâsına bir ömürlük mükâfat ihsân ediyor.

Ayrıca hadîs-i şerifte buyurulur:

“Kadir Gecesi’ni, fazîlet ve kudsiyetine inanarak ve sevâbını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günahları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175)

Bu muhteşem ikrâma hangi vesileyle nâil olduğumuzu tefekkür edersek, yine Cenâb-ı Hakk’ın katında nelerin en değerli olduğunu görürüz:

  • Kur’ân-ı Kerim,
  • Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.

Kadir Gecesi gibi bir lutfu Cenâb-ı Hak, 124.000 peygamberi içinde yalnız Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e lutfetti.

Demek ki;

Rabbimiz’in, en zirve muhabbet ve ikrâmı, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’edir.

Bu lutfu da Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın nâzil olması hikmetine bağladı.

Rabbimiz âdetâ şöyle buyurmakta:

“Ey kulum! Katımda kadr u kıymetin artsın istiyorsan, Kur’ân’a sarıl! Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetine sarıl! Onlara hizmet et!”

Zira;

  • Kur’ân’ın nâzil olduğu Peygamberimiz, Server-i Enbiyâ oldu.
  • Kur’ân’ı getiren Cebrâil, meleklerin zirvesi oldu.
  • Kur’ân’ın indiği ay, Ramazân-ı şerif, on bir ayın sultanı oldu.
  • Kur’ân’ın indiği gece, bin aydan hayırlı Kadir Gecesi oldu.

Bu muazzam lütuf gecesinin hangi gece olduğunun gizlenmesi de, onu arama gayreti için sırlı bir tecellîdir.

HER GECEYİ İHYÂ ET!..

Müfessir Fahreddin er-Râzî, bu hikmeti şöyle îzâh etmiştir:

Hak Teâlâ; rızâsının hangi ibâdette olduğunu gizlemiştir ki, bütün ibâdetlere rağbet edilsin.

Gazabının hangi isyanda olduğunu gizlemiştir ki, bütün günahlardan kaçınılsın.

İnsanlar arasında (Hızır gibi) dostlarını gizlemiştir ki, bütün insanlara hürmet gösterilsin.

Duâlar arasında kabul ettiği duâyı gizlemiştir ki, bütün duâlara itibar edilsin.

İsimleri arasında ism-i âzamını gizlemiştir ki, bütün isimlerine tâzîm edilsin. (Mü’min, bütün cemâlî sıfatların mazharı olmaya gayret göstersin.)

Namazlar arasında (âyet-i kerîmede bilhassa ve müstakil olarak zikredip husûsî bir sır ve şeref verdiği) «salât-ı vüstâ»nın (orta namazın) hangisi olduğunu gizlemiştir ki, bütün namazlar huşû ile kılınsın.

Tevbeler arasında makbul olanı gizlemiştir ki, çokça tevbe edilsin. (Bilhassa da seherlerde istiğfâr edilsin.)

Canlılar için ölüm vaktini gizlemiştir ki, her an ölüme hazır olmak gerektiği şuuruyla yaşansın.

Kadir Gecesi’ni de Ramazan geceleri arasında gizlemiştir ki, bütün Ramazan gecelerine îtinâ gösterilsin.” (Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXIII, 281-282)

İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh- bu hakikati te’yîden şöyle demiştir:

“Kim, bütün seneyi ihyâ ederse Kadir Gecesi’ne erer.”

Hocam Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI şöyle diyor:

“Bu sahâbî-i celîle uyarak İmam-ı Âzam Hazretleri ve Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Kadir Gecesi’nin sene içinde deverân ettiği ve mutlak sûrette Ramazân’a mahsus olmadığı kanaatindedirler.” (Mü’minlere Hutbeler 1, s. 475)

Bu hususta İmam Şârânî Hazretleri’nin şu ifadeleri pek mühimdir:

“Kanaatime göre Kadir Gecesi her sene devreder (zamanı değişir). Çünkü ben, onu Şâban’da, Rebî ayında ve Ramazan’da, (muhtelif zamanlarda) gördüm. Fakat en fazla gördüğüm, Ramazan ayı ve bunun son günleridir.” (Abdülvehhâb eş-Şârânî, Kibrît-i Ahmer, s. 98)

Şu söz, mü’minlerin şiârı olmuştur:

“Her gördüğünü Hızır, her geceni Kadir bil!”

Sahâbe-i kiram, Kadir Gecesi’ni ihyâ için büyük bir heyecanla gayret sarf ederdi. O geceyi en güzel şekilde değerlendirebilmek için Âişe -radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz’e;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl duâ edeyim?” diye sordu.

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurdu:

اَللّٰهُمَّ اِنَّكَ عَفُوٌّ كَر۪يمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنّ۪ى

“«Allâh’ım! Sen çok affedicisin, çok cömertsin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!» diye duâ et!” (Tirmizî, Deavât, 84; İbn-i Mâce, Duâ, 5)

Ramazân-ı şerîfin nimetler sofrasından istifâde ettikten sonra da bizi bir başka vazife bekliyor:

MUHAFAZA VAKTİ

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şu îkazda bulunur:

“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabulüne ve korunmasına gösteriniz.”

Zira Cenâb-ı Hakk’ın bizden istediği kulluk; mevsimlik değil, ömürlüktür.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَق۪ينُ ۝٩٩

“Ve sana yakîn (olan ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (el-Hicr, 99)

Rabbimiz; gaflet ve atâletten sıyrılmamız için bize lütuf ve ihsan müjdeleri vermekte, fakat bu ikramla başlayacak ibâdet şuurunun devamlı ve istikametli olmasını murâd etmektedir.

Unutulmamalıdır ki;

İbâdetlerimiz de kabule muhtaçtır.

Ramazân-ı şerîfi gecesiyle gündüzüyle ihyâ etmiş olsak da Cenâb-ı Hak; bir kusurumuz sebebiyle hepsine iptal damgası vurabilir. Edâ edilirken riyâ ve ucub, sonrasında istikametsizlik ve nankörlük gibi birçok sebeple -hafizanallah- ibâdetlerimiz kabulden uzak düşebilir.

Öyleyse, selef-i sâlihînin yaptığı şekilde; Ramazan’dan önce ona şevkle hazırlandığımız gibi, Ramazan’dan sonra da îtinâ ile onu muhafaza etmeliyiz.

Mü’minlerin, ibâdetlerinin iptal olmasından endişe duyması husûsu, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade buyurulmuştur:

“Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri ürpererek yapanlar var ya, işte hayır işlerine koşan ve hattâ bunun için yarışanlar onlardır.” (el-Mü’minûn, 60-61)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

“Bu âyet-i kerîmeler nâzil olunca Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sordum:

«–Âyette (kalpleri ürpererek yaptıkları işleri yapanlar diye) zikredilenler; zinâ, hırsızlık ve içki gibi haramları işleyenler midir?»

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle cevap verdi:

«–Hayır ey Sıddîk’ın kızı! Âyette anlatılmak istenenler; namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve sadaka verdiği hâlde, bu ibâdetlerinin kabul olup olmama endişesiyle korkanlardır.»” (Tirmizî, Tefsîr, 23/3175; İbn-i Mâce, Zühd, 20)

Demek ki;

Mü’min; her dâim havf ve recâ yani korku ve ümit arasında yaşamalı, son nefese kadar istikameti muhafaza gayretinde olmalıdır.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri bu şuur ile talebelerinden dahî, İslâm dîni üzere ölebilmek için duâ istemiştir.

Yûnus -aleyhisselâm-’ın kıssasının anlatıldığı âyetlerde de bir incelik vardır:

“Eğer (Yûnus), Allâh’ı tesbih edenlerden olmasaydı; tekrar dirilecekleri güne kadar onun (balığın) karnında kalırdı.” (es-Sâffât, 142-143)

“Eğer Rabbinden bir lütuf imdâdına yetişmeseydi, elbette o; kınanmış, değersiz bir kimse olarak ıssız bir araziye atılıp gidecekti.” (el-Kalem, 49)

Birincisinde Hazret-i Yûnus’un tevbe, istiğfar ve tesbihi; ikincisinde ise Cenâb-ı Hakk’ın onu kabul etme nimeti ifade buyurulmuştur.

İbâdetlerimiz, duâlarımız, tevbe ve istiğfarlarımızın hepsi; Cenâb-ı Hakk’ın kabulüne muhtaçtır.

BAYRAM İBÂDETLERİ

Ramazân-ı şeriften sonra rehâvete kapılmamak için; güzel bir adım, bayram gün ve gecelerini de bir ibâdet zamanı olarak görmektir.

Bayram gün ve geceleri ince ruhların kavrayabileceği, derin ve duygulu gönüllerin sezebileceği nûrânî tecellîlerle doludur.

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini; sevâbını Allah’tan umarak ibâdetle ihyâ edenlerin kalbi, -bütün kalplerin öldüğü günde- ölmeyecektir.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 68)

Bayram; ibâdete teksifin bırakılıp, Ramazan öncesindeki nisbeten dağınık günlere geri dönüş günü değildir.

Bayram; mü’minlerin takvâ imtihanından muvaffakıyetle, ilâhî huzûra çıktıkları mesut bir sevinç günüdür.

Muaz bin Cebel -radıyallâhu anh- oğluna şu hikmetli vasiyette bulunmuştur:

“Oğlum! Mü’min olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında ölmesi lâzımdır. Yani mü’min bir hayırlı işi yaptığı zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalı, araya kötü bir amel karıştırmamalıdır.”

Bu kıymetli sahâbînin sözleri, şu âyet-i kerîmenin tefsiri mâhiyetindedir:

“Bir işi bitirince diğerine başla! Yalnızca Rabbine yönel ve yalvar!” (el-İnşirâh, 7-8)

Ramazan ibâdeti bitince bayram ibâdeti başlar…

Unutmayalım ki;

Bayramlar, tatil ve eğlence gibi ferdî mutluluk günleri değildir. Bayram; ailece, milletçe ve ümmetçe sevinilen günlerdir. İnsan tek başına, ferdî olarak bayram yapamaz.

Tek başına bir bayram namazı tasavvur olunamayacağı gibi, sırf kendi şahsının veya kendi ailesinin mutluluğuna hasredilmiş bir bayram da düşünülemez.

BİLÂKİS;

Bayramlar;

  • Sıla-i rahimde bulunmak,
  • Ailede gönül bağlarını sıklaştırmak,
  • Hediyeleşmek,
  • Geçmişlerimizi hayırlarla yâd edip ruhlarını şâd etmek,
  • Îman kardeşliğini cemiyet plânında yaşatmak gibi nice mükellefiyetlerimizin edâsına vesile olan, bütün toplumu kucaklayıcı ibâdet günleridir.

Sormalıyız:

Zâlimleri kahredecek, muzdaripleri tesebbüm ettirecek gerçek bayram hangi rûhî hamleye muhtaçtır?

Sadaka-i fıtır, infak ve ikramlarımız vesilesiyle; toplumun her kesiminin, yoksul, fakir ve muzdariplerin bayrama bir ikram tesellîsiyle girmesine gayret etmek gerekir.

Başta Gazze olmak üzere, İslâm âleminin her tarafındaki mazlumlara imkânlarımızla ve duâlarımızla ulaşmaya çalışmamız, İslâm kardeşliğinin iktizâsıdır.

Akraba, komşu ve benzeri mes’ûlü olduğumuz insanlar arasındaki irtibatın zayıfladığı günümüzde, bayramlar; hâl ile tebliğ ve İslâm şahsiyetinin sergilenmesi bâbında güzel birer emr-i bi’l-mâruf fırsatıdır.

Bu kıvamda ihyâ edilen bayramlar, bizim şu gerçek bayramlara nâil olmamıza vesile olabilir:

  • Son nefesi müslüman olarak verme bayramı…
  • Münker-Nekir’in suallerine doğru cevap verip, kabrimizin cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşmesi bayramı…
  • Amel defterimizi sağ tarafımızdan alabilme bayramı…
  • Sırat’tan geçebilme bayramı…
  • Havz-ı Kevser başına, Livâü’l-Hamd altına kabul edilip, Peygamberimiz’e kavuşma ve şefaatine nâil olma bayramı…
  • Cenâb-ı Hakk’ın Cemâlini temâşâ edebilme bayramı…

Cenâb-ı Hak; Ramazân’ımızı, Kadir Gecemizi ve bayramlarımızı, bu bayramlara basamak eylesin.

İşlediğimiz sâlih amelleri muhafaza edebilmemize en çok yardımcı olacak husus, İslâmî hizmet ve gayretlere gönül vermemizdir.

Abdullah İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyetine göre Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle demiştir:

“Sizlere Kadir Gecesi’nden daha hayırlı bir geceyi haber vereyim mi?

Bir korku toprağında, bir korumanın (nöbetçinin) belki de ehline dönmeyecek olduğu hâlde nöbet tutmasıdır.” (Hâkim, Müstedrek, II, 90, [2424]; Nesâî, Siyer, 8817; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Sayd, 16)

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- da Peygamberimiz’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Allah yolunda bir saat nöbet beklemek, Haceru’l-Esved’in yanında Kadir Gecesi kıyamda durmaktan daha hayırlıdır.” (İbn-i Hibbân, Sahîh, 4603)

Bu hadîs-i şerifler, Allah yolundaki gayretlerin, Cenâb-ı Hakk’ın katında ne kadar büyük bir ecir ve sevâba eriştireceğini müjdelemektedir.

Günümüzde en mühim hizmet, «müsterşidi irşâd etmek»tir. İrşad bekleyenler pek çok iken, onları hakkıyla ve aşk ile irşâd edecek liyâkat ve gayrette olanlar maalesef çok azdır.

BİLHASSA ÂHİRZAMANDA…

Hadîs-i şeriflerde bildirilen kıyâmet alâmetlerinin pek çoğunun tahakkuk ettiği zamanımızda, modern bir câhiliyyenin hortladığına şâhitlik ediyoruz.

Eski ve yeni câhiliyyenin ortak husûsiyetleri:

  • Âhireti, hesabı unutturmak…
  • Aileyi ifsâd edip fısk u fücûru yaymak…
  • Haram ve helâl hassâsiyetini ortadan kaldırmak…

Bu ifsâdı en ziyade; müptelâlık seviyesinde herkesi zehirleyen internet, televizyon ve cep telefonu ekranlarındaki şeytânî vitrinlerle yapıyorlar.

Ramazân-ı şerifte, bunlardan uzak durmak yolunda kararlılık gösteren mü’minlere ne mutlu!..

Şimdi de o mukavemeti ve azmi sürdürme zamanı… Asıl muvaffakiyet, Ramazân’ı seneye yaymakla başarılacaktır.

Aksi takdirde âyet-i kerîmedeki şu îkaz gerçekleşir:

“…İpliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan kimse gibi olmayın!..” (en-Nahl, 92)

Bir Ramazan emek emek temizlediğimiz elbisemizle; yeniden mülevves, çamurlu sokaklara girmeyelim.

Bir Ramazan ihtimamla büyüttüğümüz gül fidesini, rehâvet soğuklarına ve nefsâniyet rüzgârlarına mâruz bırakıp soldurmayalım.

Bilâkis onu beslemeye devam edelim. «Az da olsa devamlı» sırrıyla, Ramazan’da îtiyâd etmeye başladığımız güzellikleri seneye yayalım.

Bir hadîs-i şerifte;

“Eğer kullar, Ramazân’ın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi…” (Heysemî, c. III, sf. 141) buyuruluyor.

Bu idrâk ile Ramazan’dan sonra da Ramazân’ın gölgesini uzatmaya gayret edelim:

  • Şevval, Zilhicce (leyâl-i aşr), âşûrâ, eyyâm-i bîyd, Pazartesi-Perşembe oruçlarına sıhhatimiz el verdiğince devam edelim.
  • Cemaatle namazı aksatmayalım, huşû ve tâdîl-i erkân ile namazımızın seviyesini koruyalım.
  • Ramazan’dan sonra mushafı kapatıp rafa kaldırmayalım; her gün mûtat bir tilâveti, hayatımızın düsturu hâline getirelim.
  • Seherlerin nûrundan istifâdeyi sahurlara mahsus bırakmayalım. Gecenin feyzinden her zaman kana kana içelim.

Ez-cümle;

İbâdetlerimizin kabulü için endişe içinde olalım.

Câfer-i Sâdık -radıyallâhu anh-’in Ramazan ayının son gününde ettiği şu duâ ile Rabbimiz’e yalvaralım:

“Ey Ramazân’ın Rabbi olan ve Kur’ân’ı nâzil eyleyen Allâh’ım!

İşte, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği Ramazan mevsimi sona eriyor.

Yâ Rabbî; bütün günahlarım affedilmeden fecrin doğmasından veya Ramazân’ın (ben hâlâ affedilmemiş olduğum hâlde) çıkıp gitmesinden, Kerîm olan Zâtına sığınırım!” (İbnü’l-Cevzî, et-Tebsıra, II, 103)

Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi;

“Asıl büyük israf, aziz ömrünü harcamandır.

Çünkü;

Bir anlık ömür, yüz binlerce kuruşa alınamaz.

Yâkutlar, vakitlerle alınabilir ama, vakitler yâkutlarla alınamaz.”

Cenâb-ı Hak; bizleri ebedî saâdet yurdundaki hakikî bayramlara eriştirsin.

Bize engin cömertliğiyle lutfeylediği kıymetleri, muhafaza edebilmemizi de nasip buyursun. 

Âmîn!..