Huzurlu Bir Toplum Hayatı

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2011 Ay: Ocak Sayı: 52

Efendim; “Günümüz toplumlarının ahlâken büyük bir gerileme yaşadığı zamanımızda, ecdâdımızın altı asır boyunca huzurlu bir toplum hayatı yaşamasını temin eden ahlâkî fazîletlerine dâir neler söylemek istersiniz?”

Osmanlı Devleti’nin devamlılığını sağlayan îman, ahlâk ve bunların eseri olan muhteşem ve mükemmel ictimâî yapının mânevî kaynağını, hiç şüphesiz Kur’ân ve Sünnet teşkil etmektedir.

Öyle ki, İslâm târihinin sahâbe devrinden sonra en ihtişamlı safhasını teşkil eden Osmanlı Devleti, pâdişâhından çobanına kadar bütün halkının Allah sevgisi ve Peygamber muhabbetiyle temeyyüz ettiği bir devlettir. Yaratılana, Yaratan’dan ötürü sevgi ve merhamet nazarıyla bakıldığı; yetim, garip, yoksul ve kimsesizlerin hor görülmeyip değer verildiği; bütün dünyaya rahmet ve şefkat üslûbunun bilfiil sergilendiği o devrin keyfiyetini, ecdâdımızın kendi müşâhedeleriyle anlatmak mümkün iken, biz bu hususiyetleri, özellikle yabancıların îtiraf mahiyetindeki sözleriyle anlatmak istiyoruz. Zira biliyoruz ki asıl fazîlet, düşmanın bile ikrar ve îtirâfa mecbur kaldığı fazîlettir.

İşte ecdâdımızı izzetli kılan meziyetlere dâir bazı batılıların müşâhedelerinden birkaç misâl[1]:

HAYRÂT VE HASENÂT

Corneille Le Bruyn:

“…Türklerin hayrât ve hasenâta çok düşkün olduklarını ve hatta hıristiyanlardan çok daha fazla hayrât ve hasenât vücûda getirdiklerini kabullenmeye mecbûruz. Osmanlı mülkünde yok denecek kadar az dilenciye tesâdüf edilmesinin başlıca sebeplerinden biri de hayır ve hasenât vakıflarıdır.”

MERTLİK, SÖZDE SEBÂT VE AHDE VEFÂ

Mouradgea d’Ohsson:

“Müslüman Türkler yemin ve ahidlerine son derece sâdıktırlar. Allâh’ın adını ağızlarından düşürmemek gayretlerine bakıldığında, sözlerine Cenâb-ı Hakk’ı şâhid göstermeden başka hiçbir söze lüzum görmezler.”

Henri Mathieu:

“Türkler’de eşsiz bir hazîne mâhiyetinde mevcûd olan nâmus ve ahlâk anlayışını tasdik etmemek büyük bir haksızlık olur. Onlar, doğruluğu, fazîletin temeli olarak kabul eden ve verdiği sözü de mukaddes bilen kimselerdir.”

ÂİLE TERBİYESİ

Dr. A. Brayer:

“Osmanlı’da çocuklar, yetişip kemâl yaşına geldikleri zaman ana ve babalarının yanlarında bulunmakla iftihar ederler. Ana-babaları küçükken kendilerine nasıl şefkat gösterdilerse, çocuklar da aynı şekilde mukâbele etmekle bahtiyar olurlar.

Oysa diğer memleketlerde çok defa çocuklar olgunluk çağına girer girmez, ana ve babalarından ayrılırlar. Mâlî menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe münâkaşa ederler. Hatta bazen kendileri refâh içinde yaşadıkları hâlde, onları sefâlete yakın bir hayat içinde bırakırlar. Bunlar, ana-babalarına karşı onların kendilerine çok ihtiyaçları olduğu bir devrede âdetâ yabancılaşırlar.”

CİHANŞÜMÛL BİR ŞEFKAT VE MERHAMET

Guer:

“…Müslüman Türk’ün şefkati hayvanlara bile şâmildir. Bu hususta vakıflar ve ücretli şahıslar vardır. Bu şahıslar, sokaklardaki köpek ve kedilere ciğer dağıtırlar. Verilenlere alışmış olan hayvanlar da, besicilerin şefkatli seslerini o kadar iyi tanırlar ki, işitir işitmez hemen yanına koşmakta hiçbir zaman kusur etmezler.”

Corneille Le Bruyn:

“Türklerin iyiliği sâdece insanlara münhasır kalmayıp kuşlara bile şâmildir. İçlerinden bazıları, pazar kurulan yerlere muntazaman devam ederek kafeslerde satılan kuşları satın alıp hemen âzâd ederler.”

İYİLİK VE İNSÂNİYET

Dr. A. Brayer:

“Osmanlılar’da öyle bir rûh vardır ki, bu sayede onlar, her Hak misâfirine mukaddes bir nîmet nazarlarıyla bakarlar.

Ev sâhibi, misâfirine evinin en güzel dâiresini tahsîs ederek her hizmetini canla başla yapar. Hatta misâfiri hastalandığı zaman hekîme parasını dahî verir. Zira misâfire masraf yaptırmayı ayıp saymaktadırlar. Misâfir evden ayrılırken de orada kalmak sûretiyle gösterdiği lutufkârlığın bir minnet ve şükran hatırası olarak, ev sahibinden kendisine birkaç hediye de takdîm edilir.”

Bertrandon de la Broquiére:

“Türkler birbirlerine saygı duyan iyi niyetli insanlardı. Yemek yerken çoğu zaman görmüşümdür, yanlarından bir fakir geçiyorsa onu kendileriyle birlikte yemek yemeye çağırıyorlardı. Bu bizim hiç yapmadığımız bir şeydi.” (B. Broquiére, Deniz Aşırı Seyahat, s. 174)

EDEB, NEZÂKET VE TERBİYE

Viguier:

“…Sohbet edenlerin ifâdeleri vecîz ve telaffuzları da pek temizdir. Tebessümlerinde incelik ve el hareketlerinde ayrı bir zerâfet ve sâdelik vardır. Ecnebîleri en çok hayrette bırakan cihet, bir kaçının birden konuşmayıp, yalnız birinin söz söylemesidir. Konuşan, umûmiyetle sözünü pek kısa tutar. Dinleyen de, söz bitene kadar güzel bir dikkat hâlindedir. Birbirlerine karşı fikirlerini hürmetle müdâfaa ederler. Söylenen sözlerde herhangi bir fenâlık, koğuculuk, iftirâ gibi kötülükler ve edebe mugâyir lâubâlî muhtelif lakırdılar yoktur. Yaşlı ve büyüklere karşı hürmetle onların hakkına riâyet, hayâl edilemeyecek bir nezâket içindedir.

Diyebilirim ki Osmanlılar’ın ahlâkî husûsiyetleri, insanı âdetâ teshîr eder. Yürüyüşlerinin serbestlik ve ihtişâmı, misâfir kabullerindeki güler yüzlülükleri ve nihayet selâmlığa girip çıkarken riâyet ettikleri teşrîfâtın zarâfeti karşısında hayran olmamak elde değildir.”

Edmondo de Amicis:

“…Tedkîk ve tesbîtlerime göre İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nâzik ve en kibar topluluğudur. Koca şehrin en ıssız sokaklarında dahî bir yabancı için hiçbir hakâret ve zarâra uğrama tehlikesi yoktur. Hattâ namaz vakitlerinde bile câmîleri gezmek kâbildir! Bu ziyâretlerde bir ecnebî, kiliselerimizi dolaşan bir Türk’ten daha çok hürmet ve riâyet görebileceğinden emîn olabilir. Halk arasında küstahça bir bakış şöyle dursun, fazla mütecessis bir nazara bile hiçbir zaman tesâdüf edilmez. Kahkaha sesleri gâyet nâdirdir. Sokakta kavga eden ayak takımı da enderdir. Kapı, pencere ve dükkânlardan hiçbir kadın sesi aksetmez.”

HAYÂ VE TEVÂZÛ

A. Brayer:

“Müslüman Türkler arasında hayânın bir neticesi olarak kibir ve gurur âdetâ yok olmuştur. Çünkü kibir ve gurur, İslâm’ın pek şiddetli bir şekilde yasakladığı menfîliklerdendir. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı’nın yürüyüşünde vakar ve ihtişâm olmakla beraber aslâ kibir ve azamet yoktur. O, dâimâ yavaş sesle konuşur. El ve kol hareketlerinde hiçbir zaman mütehakkimâne bir edâ sezilmez. Hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır.”

Velhâsıl, hayatlarını huzur ve saâdet içerisinde geçirmek isteyen toplumlar, ecdâdımızın bu yüksek seciye ve ahlâkından lâyıkıyla hisse almaya gayret etmelidirler.

Cenâb-ı Hak, mübârek ecdâdımızın Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’den iktibas ettiği ulvî ahlâktan bizlere de hisseler nasîb eylesin!

Âmîn…


Dipnot:

[1] Bu konu ile ilgili daha geniş mâlûmat almak isteyenler, “Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI” adlı kitabımıza bakabilirler.