Hayır İşlerinde Yarışın

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

HAYIR İŞLERİNDE YARIŞIN

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“…Hayır işlerinde yarışın…” (el-Bakara, 148)

Nasıl bir hayatımız olacak; hep Kurʼân-ı Kerîm cevap verir. Kâmil insan modelini bildiriyor Cenâb-ı Hak:

“O takvâ sahipleri ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar…” (Âl-i İmrân, 134)

Yani dardaki de harcayacak. Dardaki de dardakine göre paylaşacak.

Ebû Zerrʼe Efendimiz:

“‒Çorbana su kat.” dedi. Tane koyacak durumu yoktu. (Bkz. Müslim, Birr, 142)

Bollukta tabi nasıl harcayacak, darlıkta nasıl harcayacak; Efendimiz onların hep hudutlarını bildiriyor:

“O takvâ sahipleri ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar…” (Âl-i İmrân, 134)

Ondan sonra en mühim:

“…Gayzlarını/öfkelerini yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134)

Çünkü öfke, bir cinnet hâlidir. Aklın bertaraf edildiği bir durumdur öfke. Öfkede akıl gider, birçok yanlışlıklar başlar. Cinâyetlerin çoğu öfkenin mahsulüdür. “…Öfkelerini yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134) buyruluyor.

Öfke nasıl yutulur? Onun da ileride gelecek onun da cevabı. Öfkeyi yutabilmek. O da kalbin bir sanatı.

“…İnsanları affederler…” (Âl-i İmrân, 134)

Cenâb-ı Hak soruyor yine hep âyet cevap veriyor diğer bir şeyde:

“…Allâhʼın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) buyuruyor Cenâb-ı Hak Nûr Sûresiʼnde. “…Allâhʼın sizi affetmesini istemez misiniz?..”

Demek ki Allâhʼın seni affetmesini istiyorsan, sen de affedeceksin. Hiçbir burûdet kalmayacak hiçbir müʼminle aranda. Onun üzerine bir şal atacaksın.

Yûsuf -aleyhisselâm-… Kardeşleri (onu) ölüme kadar götürdü, kuyuya attılar. Affetti. “Eskileri başa kakmak yok.” dedi. (Bkz. Yûsuf, 92)

Efendimiz 20 sene sonra Mekke Fethiʼnde, tam böyle kısas zamanıydı yapılan zulmün. “Af” buyurdu.

Ondan sonra Rabbimiz, bir kıyâmet tehdidi başlıyor. Kıyâmet. Ölüm, küçük kıyâmet. Kıyâmet, bütün kâinâtın infilâkı.

Cenâb-ı Hak Enbiyâ Sûresiʼnde:

“…Bir tomar yazılı kağıdı büker gibi bükeceğiz…” (el-Enbiyâ, 104) buyuruyor. Neyi? Kâinâtı.

Kâinâtın ucu bucağı ne kadar? Ucu bucağı ne kadar belli değil. Beşer muhayyilesinin çok daha ötesinde. Matematikle mesafeler bitiyor. Bilmem kaç sene ışık yılı dense bile, zihnin kavramasına imkân yok. O ışık yılını tahmin etmek de mümkün değil. Yine o ışık senesiyle, matematikle bir cevap vermek de mümkün değil. Sonsuz ilâhî azamet, ilâhî kudret.

Cenâb-ı Hak:

“…Bir tomar kağıdı büker gibi (yazılı kağıdı) hepsini bükeceğiz…” (el-Enbiyâ, 104) buyuruyor. “…Hepsini eski hâline getireceğiz, bu bir vaattir…” (el-Enbiyâ, 104) buyuruyor. İşte bu büyük infilâka hazırlanmak…

İşte Cenâb-ı Hak, belki Kurʼân-ı Kerîmʼin son üç cüzü, bu kıyâmet hâdiseleri… Gökyüzü nasıl olacak, yeryüzü nasıl olacak, insanlar ne olacak, mücrimler nasıl olacak, müʼminler nasıl olacak?..

Cenâb-ı Hak bizim istikbâlimizden, istikbâle ait bilgiler veriyor ki oraya hazırlanmamız. Bir fânî yolculuğa ne kadar hazırlık hâlindeyiz? O ilâhî infilâka ne kadar hazırlık hâlindeyiz?

Cenâb-ı Hak:

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ . وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ buyuruyor.

“O kıyâmet gününe yemin olsun. Nefs-i levvâme (o tutarsız, dengesiz, muvâzenesiz nefse) yemin olsun ki (hesaba çekileceksiniz).” (el-Kıyâme, 1-2) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Nereden hesaba çekileceğiz? Zerrelerden… Birçok şeyi unutuyoruz, farkında değiliz.

“Ama yer parça parça döküldüğünde, Rabbi(nin emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiğinde (her şey ortaya çıkacaktır).” (el-Fecr, 21-22)

Velhâsıl, ilâhî bir azamet tecellîsi…

(Orada kul) diyecek ki; «Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim.»” (el-Fecr, 24)

Yani Cenâb-ı Hak, bir imtihan dünyası içinde olduğumuzun farkında olmamızı arzu ediyor.

“Artık o gün, Allâhʼın vereceği azâba kimse mânî olamaz.” (Bkz. el-Fecr, 25) Bitti artık o, yani artık onun şeyi geçti.

Cenâb-ı Hak, başka bir, Haşr Sûresiʼnde:

“Allâhʼı unutan ve Allâhʼın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın!..” (el-Haşr, 19) buyuruyor.

Kul, Allâhʼı unuttuğu zaman günah işler. “Yâ Rabbi!” diyerek, besmele çekerek bir günah işlemez.

Onun için tek çare:

اَلَا بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“Biliniz ki, kalpler ancak Allâh’ın zikriyle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28])

Kalbin Cenâb-ı Hakʼla beraberliğini temin edebilmek. Bu da kolay bir iş değil. Bu da ancak Kurʼânʼı ve Sünnetʼi bütün muhtevâsıyla yaşayabilmekle kâim.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“Ey itmiʼnâna ermiş/huzura kavuşmuş nefs!” (el-Fecr, 27) buyuruyor.

Neyle huzura kavuşulacak? Allah sana ne verdi, hepsini Allah yolunda bezletmekle, cömertçe harcamakla. Vücûdunu, gözünü, kulağını, bütün, Allah sana ne verdi, hepsini Allah yolunda kullanmakla… Huzur ancak orada. Başka yerde huzur yok. Başka yerde insan vesveselerden, endişelerden kurtulamaz.

Ondan sonra “râdıye” buyruluyor. (Bkz. el-Fecr, 28) Sen Allahʼtan râzı olacaksın. “Niçin, neden, niye…” bunlara bir çarpı atılacak. Yok bunlar.

Merdıyye”; senden de Allah râzı olacak, o samimiyetine göre. (Bkz. el-Fecr, 28) Ondan sonra Cenâb-ı Hak bir vize veriyor:

(Sâlih) kullarıma katıl ve Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 29-30) buyuruyor. Bu şekilde bir Cennet vizesi çıkmış oluyor.

İşte Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

(“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” [Âl-i İmrân, 102]) buyuruyor. Burada “مُسْلِمُونَ”da “itaat” de var. İnanç, sırf inanç kâfî değil. “Ben inanıyorum, kalbim temiz.” Kalbin temiz olsa, Allâhʼın emirlerine dikkat edersin. Bir teşekkür hâlinde olursun Cenâb-ı Hakkʼa. Hem Oʼna isyan ediyorsun, günah bataklığına giriyorsun, hem de “kalbim temiz” diyorsun. Olmaz!

Cenâb-ı Hak bizden kalb-i selîm istiyor. Cennet vizesi.

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Demek ki Cenâb-ı Hak bir kalb-i selîmle oraya, Allâhʼın huzûruna, yahut Cennetʼe bir kalb-i selîm istiyor Cenâb-ı Hak. Kalb-i selîm, Kurʼân muhtevâsında, Sünnet muhtevâsında yaşanan bir hayat.

Dîn, bu dünya için geldi. Dîn, hiçbir boşluk bırakmaz. Kurʼân-ı Kerîm hiçbir boşluk bırakmıyor. Sünnet-i Seniyye, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yaşantısıyla hiç boşluk bırakmıyor. Bir insanın ne kadar problemi varsa, Allah Rasûlüʼnün hayatında onun cevabı var. Fakat ne kadar yaklaşırsan o kadar o cevabı bulursun.

Kalb-i selîm; yalnız namaz, oruç, vs. değil, ibadetlerle. İbadetler zarûrî. İbadetsiz bir dîn olmaz. İbadetlere Allâhʼın ihtiyacı yok, kulun ihtiyacı var.

Namaz, mülâkat. Cenâb-ı Hak bir beden ve kalp âhengi içinde kendisine secde etmemizi istiyor “ve yaklaş” diyor bu şekilde. (Bkz. el-Alak, 19) Bir mülâkat istiyor. Tesbihat var, salevât-ı şerîfe var. Secde ediyorsun. Fakat kalbinin de secdesi Cenâb-ı Hakkʼa olacak. Kıble, bedenin kıblesi Kâbe olacak; kalbinin kıblesi Cenâb-ı Hak olacak. Öyle namaz kıldığın zaman da “fahşâdan, münkerden korur” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Ankebût, 45) Geometrik namaza ise;

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ

(“Yazıklar olsun o namaz kılanlara!..” [el-Mâûn, 4])

Böyle araya sıkıştırılan bir namazı da Cenâb-ı Hak istemiyor. Huzurlu bir namaz istiyor ve huzurlu bir namaz da, o namaz mîraç olacak müʼmine.

Mîraç nedir? Kulun Allâhʼa yaklaşmasıdır. Mîraç nedir? Efendimizʼin Cenâb-ı Hakʼla mülâkâtıdır, Cenâb-ı Hakʼla yakınlığıdır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kulun da mîrâcının namaz olduğunu bildiriyor.

Oruç, ayrı meziyeti var. Ayrı bir vitamin.

Zekât, sadaka, vs. hac, bunlar ayrı ayrı vitamin. Bunların hepsi kulun tekâmül etmesine birer vesîle.

Tabi bunun yanında ne olacak? İbadet yaptı, merhameti az. Demek ki ibadeti fazla bir fayda vermemiş. Mütevâzı olacak. “Ben” olmayacak lügatinde. “Ben yaptım” olmayacak. “Yâ Rabbi! Senʼin lûtfundur, Sen lûtfettin.” olacak. Yeryüzünde mütevâzı olacak. “İbadurrahmân, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar…” (el-Furkân, 63) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Kerîm olacak müʼmin. Cömert olacak. Sırf parada cömert değil. Her şeyde cömert olacak.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, memurlarına verip erzak dağıttırmıyordu. Kendi sırtında taşıyarak dağıttırıyordu. Mâtemlerin civarındaydı hep.

Ebû Bekir -radıyallâhu anh- halîfe olmadan evvel, yetim kızların koyunlarının sütlerini sağardı. Halîfe olduktan sonra, bütün müslümanların yükü sırtına geldikten sonra bile devam etti ona.

Halîfe olup hutbeye çıktığı zaman -tevâzusu, ki Kurʼân-ı Kerîmʼde “ikinin ikincisi” buyruluyor-:

“İçinizde en hayırlısı ben değilim (dedi). Fakat (dedi) halîfe olarak seçildim. Eğer ben yanılırsam beni doğrultun.” buyurdu. Ömer Efendimiz de aynı şekilde, benzer bir hutbe verdi.

Hep bize bunlar misal. Hepsi onlar, Allah Rasûlüʼnün talebeleri. Biz de talebesiyiz.

Fedakârlık

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor:

“En zor zamanlarda Allah Rasûlüʼnün arkasına sığınırdık.” buyuruyor.

Seferde en önde giderdi, sefer sonu en sonda gelirdi, kimler muhtaç var, onları taşırdı.

İhlâs istiyor, samimiyet istiyor…