Bir Osmanlı Çınarı idi KADİR MISIROĞLU

Altınoluk Dergisi, 2019 – Haziran, Sayı: 400, Sayfa: 032

Her medeniyet, kendi insan tipini inşâ eder. O insan tipi de, mensup olduğu medeniyetin sıfat ve karakterleriyle âhenk teşkil eder.

İslâm medeniyeti, insanlık tarihinde bir kere ulaşılabilmiş bir zirvedir. Bunun sebebi, fıtrî istîdatların, İslâm sâyesinde ilâhî ilim, irfan ve hikmetle mezcedilmiş olmasıdır. Milletimizin fıtrî istîdâdı ile mânevî feyz ve rûhâniyetin kucaklaşıp aynîleşmesi; mükemmel bir medeniyet şâhikası ortaya çıkarmıştır. Bu şâhikanın tarihî adı, hiç şüphesiz ki 620 sene kesintisiz ömür sürmüş olan Osmanlı’dır.

Ramazân-ı Şerîf’in ilk gününde ebediyete uğurladığımız, 63 yıllık dostum Kadir Mısıroğlu Ağabey de asrımızda yaşayan bir Osmanlı çınarı idi. Ecdâdımızın inşâ ettiği medeniyetin bugünkü bir mümessili ve müdâfii olabilmeyi dâvâ edinmiş büyük bir insandı. Nitekim Osmanlılar Vakfı ve Sebil Yayınevi’ni de bu gâye ve dâvânın bir hâdimi olması niyetiyle kurmuştu.

Kadir Ağabey, ömrü boyunca İslâm’ın derdiyle dertlendi. Ümmetin derdini, kendi derdi bildi. Yüreği, âlem-i İslâm’ın perişan ahvâliyle mağmum idi. Bununla birlikte, ümitsizliğin değil, dâimâ ümitvâr olmanın bir İslâm prensibi olduğunu söyledi. Kendisi Allâh’ın dînini yüceltmek için elinden gelen gayreti gösterdiği gibi müslümanları da ümitle gayrete davet etti. İstikbâlin İslâm’ın olacağını müjdeledi. Rabbimiz -inşâallah- müjdesini verdiği o nurlu şafaklara erişebilmeyi cümlemize nasîb eylesin.

Hak ve hakikat nâmına yaprak kıpırdatmanın bile ağır bir suç sayıldığı zor devirlerde Kadir Mısıroğlu, hakikatin cesur bir tercümânı olmuş, ümmetin uyanışı için bedel ödemişti. Dâvâsı için nice çilelere katlanmış, müslümanlara hakikat ufukları açabilmek için sayısız meşakkate göğüs germişti. Fedakâr, yiğit ve vakur bir şahsiyetti. Allah yolunda, zehirle pişmiş aşı yemeye gönüllü talip olan, hakîkî bir dâvâ adamı idi.

Necip Fâzıl’ın; “Dîvânesi ikimiz kaldık Allah yolunun!” dediği gibi, hayatta dîn-îman-mukaddesat yolunun delisi-dîvânesi olabilmeyi, pâyelerin en şereflisi telâkkî eden bir gönül kahramanıydı.

Vefâtından birkaç ay evvel, fakirin ismi de geçtiği için, şahsıma iki eski mektup getirilmişti. Bunlar, 1972-73 yıllarında Necip Fâzıl’ın Kadir Mısıroğlu’na yazdığı mektuplardı. Necip Fâzıl, o sıralar Medrese-i Yûsufiyye’de çile çekmekte olan Kadir Mısıroğlu’na, o veciz üslûbuyla şöyle tesellî veriyordu:

10.10.1972

Sevgili Kadir;

Bu akşam bir vesîle, beni Osman’la karşılaştırdı. Hep seni konuştuk. Bu çileli dâvâda her şeyden önce verilecek hüküm; İlâhî ecirlerin en büyüklerinden birine nâil olduğundur. Hakk’ın lûtfu ile inşâallah pek yakında kurtulur ve karşıma geçerek asıl hesabı bana verirsin! Dişini sık! Sık sık İnşirah Sûresi’ni oku ve kalbini tüy gibi hafiflet!..

«O ki, Allâh’a mâliktir, neden mahrumdur; ve o ki, Allah’tan mahrumdur, neye mâliktir?..»

Bu itmi’nan, sana saâdetlerin saâdetini versin!.. Biz senin için duâ ederken sen de bizi ihmâl etme; Hakk’a emanet ol!..

Necip Fâzıl

Diğer mektup da şöyleydi:

25/7/1973

Sevgili Kadir;

Sana bu mektubu, Erenköyü İstasyonu’nun çay bahçesinde, Osman ile başbaşa, yarı karanlıkta yazıyorum. Umarım ki, okunaksız olmaz.

Ben bir gün (tam kırk sene evvel bir gün) ölüm ve cinnetten öteye acılarla kıvranırken, birdenbire ruhuma şimşek gibi inen bir âyetin mânâsiyle kurtuldum:

«Allah hiçbir nefse tahammülünden fazlasını yüklemez!»

Ve tahammül ettim, kurtuldum.

Bildiğin şu hakikati bir kere daha bil ki, âlemde kimsenin kimseye kötülük veya iyilik etmeye kudreti yoktur ve her şey O’ndandır.

مِنَ الْحَبِيبِ اِلَى الْحَبِيبِ حَبِيبٌ

«Sevgiliden sevgiliye gelen sevgilidir.»

Sana başka bir şey söylenemez. Büyük bir ecir yolundasın. İçin zevk ve safa dolsun, Hak dualarımızı kabul etsin ve seni kurtarsın…

Necip Fâzıl

İşte Kadir ağabey de; takdîre rızânın hakikatinde derinleşen mütevekkil bir mü’minin ruh asâletini sergilerdi. Allah için başına gelen iptilâların hep bir îman testi olduğunun idrâki içinde;

Ne kahrı dest-i âdâdan, ne lûtfu âşinâdan bil,

Umûrun Hakk’a tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ’dan bil.

beytini zaman zaman zikrederdi.

Her ibadetin nisâbı belli, fakat “Allah yolunda mal ve canla cihâd”[1] emr-i ilâhîsinin nisâbı belli değil. Bu itibarla Allah yolunda ne yapsak az. Tek ölçü; “Allah kimseye tâkatinin üzerinde bir yük yüklemez.”[2] âyeti. Fakat bu âyet de mefhûm-i muhâlifince, tâkatimiz nisbetinde Allah yolunda gayret etmekten, şartlarımızı zorlamaktan mes’ûl olduğumuz mânâsına gelir, derdi. Şüphesiz ki hayatındaki çile ve meşakkatler de bu şuur ve idrâkin birer neticesiydi.

Yurt içinde sayısız sıkıntılara, hattâ hapse mâruz kaldı. Yurtdışında ise senelerce gurbette bir garip olarak yaşadı. Zaman zaman maddî imkânsızlıklar içine düştü. Fakat dâimâ müstağnî bir hayat yaşadı. Hiçbir zaman dünyevî menfaatlere tenezzül ederek istikâmetinden sapmadı.

Dînin en mühim ve belki de en zor tarafı akâiddir. Akâid, aslâ tâviz kabul etmez. Herkesin amel tarafı Allâh’a mâlumdur, biz bilemeyiz. Fakat bildiğimiz kadarıyla Kadir Ağabey’in akâidden bir tâviz vermediğine şâhidiz.

Kendisi hukuk mezunuydu. Hitâbeti, fesâhati, belâgati, talâkati son derece tesirliydi. Fakat o, bu mesleği, sath-ı vatanda, milletin ve dâvânın avukatı olarak icrâ etmeyi tercih etti.

Genç nesillere, bilhassa doğru bir tarih şuuru kazandırmaya gayret etti. Zira tarih, bir milletin hâfızasıdır. Mâziyi değiştirmek elde değildir. Lâkin bugünden istikbâle yön vermek mümkündür. Bunun için de tarihteki hâdiselerin sebep ve neticelerini doğru bir şekilde tahlil edebilmek son derece mühimdir.

Kadir Ağabey, fakir talebelere verdiği burslarla, garip gurabâya karşı tevâzu ve cömertliğiyle, çalışma mekânında bile serbestçe dolaşan kedilere, kapısındaki köpeğe gösterdiği merhametle, Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış tarzının fiilî bir misali olan, vakıf gönüllü bir insandı.

Muazzam bir ilim, irfan ve kültüre sahip bir İstanbul beyefendisi idi. Dehâ çapındaki hâfızası, müthiş muhâkemesi, engin tulûat ve sünûhâtı, müessir hitâbet ve kitâbeti, Allah vergisi olan müstesnâ fârikalarıydı.

Müslümanın firâset, basîret ve mahâretli olmasını ister, bunun aksini bir mü’mine yakıştıramaz ve bilhassa şahsiyet zaafını kabullenemezdi. Zulüm ve haksızlık karşısında âdeta fırtınalı bir deniz gibi celâllenirdi. Hubb-i fillâh, yani Allah için sevmek kadar; buğz-i fillâh, yani Allah için buğzetmenin de bir müslümanın tabiat-i asliyesi olması gerektiğini söylerdi. Zira îman, lâyıkına muhabbet, müstahakkına ise nefreti îcâb ettirir.

“Hakkı söylemek mevkiinde olup da susan, dilsiz şeytandır!” sözünü kendine düstur edinmişti. Haksızlık karşısında müslümanın sessiz ve tepkisiz kalmasına öfkelenir; “Zulme rızâ, zulümdür!” derdi.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Hutbesi’nde:

“Ey mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum ki, onlara sımsıkı sarıldıkça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O iki emanet, Allâh’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’imdir…”[3] buyurmuştur.

İşte Kadir Ağabey, bu iki emanete vefâ gösterdi. Onun Kur’ân ve Sünnet’e gösterdiği vefânın dünyadaki mükâfâtı, cenaze merasimindeki mahşerî kalabalığın hüsn-i şehâdetiydi. Muhtelif cemaatlerden binlerce mü’minin müstesnâ bir teveccühüne mazhar oldu. Nice mü’min tarafından hayırla yâd edilerek ebediyete uğurlandı.

Sahâbe-i kirâmdan Enes -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile bazı sahâbîler birlikte bulunurlarken yanlarından bir cenaze geçti. Ashâb-ı kiramdan bazıları o cenazeyi hayırla yâd ettiler. Bunun üzerine Efendimiz:

«–Vecebet! (Vâcib oldu, kesinleşti!)» buyurdu.

Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar, onun kötülüğünden bahsettiler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine:

«–Vecebet! (Vâcib oldu, kesinleşti!)» buyurdu.

Bunun üzerine Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh-:

«–Yâ Rasûlâllah, kesinleşen nedir?» diye sordu.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Önce geçen cenazeyi hayırla yâd ettiniz, bu sebeple onun Cennet’e girmesi kesinleşti. Sonrakinin ise kötülüğünden bahsettiniz, onun da Cehennem’e girmesi kesinleşti. Çünkü siz (mü’minler), Allâh’ın yeryüzündeki şâhitlerisiniz.» buyurdu.” (Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60)

İşte Kadir Ağabey’in cenaze merasiminde mü’minlerden aldığı güzel şâhitliklerin de kendisi için Allah indinde bir hüsn-i hâl kağıdı olmasını Rabbimiz’den niyâz ediyoruz.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Îmân edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96) buyuruyor.

Yani Cenâb-ı Hak, sevdiği kullarını nasipli gönüllere de sevdiriyor. Onun mahşerî bir kalabalık tarafından edâ edilen cenaze merasimi de, sanki bu âyetin bir tezâhürünü sergiledi.

Ömrünü Allâh’a adayan yüksek ruhlar, fânî bedenleri toprak olduktan sonra dahî gönüllerde yaşamaya devam ederler. Kadir Mısıroğlu da, bir eserine serlevha yaptığı “Âşıklar ölmez!” sırrına mazhar olarak dâr-ı bekāya irtihâl eden bahtiyar kullar kervanına, Rabbimiz’in lûtf u keremiyle dâhil olmuştur inşâallah!..

Diğer taraftan, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“İnsan ölünce, bütün amellerinin sevabı kesilir. Ancak şu üç şey müstesnâ: Sadaka-yı câriye, kendisinden istifâde edilen ilim ve ardından dua eden sâlih bir evlât…” buyuruyor. (Müslim, Vasiyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)

Kadir Mısıroğlu da müslüman milletimizin his ve fikir dünyasına pek kıymetli hizmetlerde bulundu. Kitapları, sohbetleri ve yetiştirdiği talebelerinin -inşâallah- bir mektep gibi nesilden nesile devam ederek, kendisine bir sadaka-i câriye olmasını temennî ederiz.

Burada yeri gelmişken, şahsımın yazı hayatına başlamasında da Kadir Ağabey’in teşviklerinin mühim bir yeri olduğunu, yazılarımda kendisinin ilim ve irfânından çokça istifâde ettiğimi, bir vefâ borcu olarak zikretmek istiyorum.

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî ne güzel söyler:

“Öyle fazîletli bir hayat yaşa ki, vefat ettiğin zaman insanlar; «Bir güneş battı, bir yıldız kaydı!» diye seni rahmet ve hasret ile yâd etsinler.”

Rabbimiz, âhirete irtihâl eden bütün âlim ve ârif kullarının yerlerini dolduracak hayırlı halefler ihsân eylesin. Kadir Mısıroğlu Ağabey’in yolculuğu mübârek, menzili Cennet olsun. Bilhassa Kadir Ağabey’imizle beraber gurbetin çilelerine sabırla tahammül gösteren fedakâr âilesine ve evlâtlarına Cenâb-ı Hak sabr-ı cemîl ihsân eylesin. Bütün müslüman milletimizin başı sağ olsun.

Ne mutlu gök kubbede hoş bir sadâ bırakabilenlere!..

Dipnotlar:

[1] Bkz. et-Tevbe, 20.

[2] Bkz. el-Bakara, 286.

[3] Bkz. Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56; İbn-i Mâce, Menâsik, 76, 84; Muvatta, Kader, 3.