10 Mart 2015

İnsanoğlunun yeryüzündeki vazifesi, ilâhî muhabbeti gönüllere aşılayan bir rahmet kapısı olmaktır. Büyük ruhlar, Cenâb-ı Hakk’ın şefkat ve merhamet nazarı ile mahlûkâta bakış tarzına muvaffak olanlardır. Şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- bir seyahat esnasında, bir hurma bahçesine uğradı. Bahçenin hizmetçisi, siyâhî bir köle idi. Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi. Bu sırada bir köpek geldi. Köle, ekmeklerden birini ona attı. Köpek, ekmeği yedi. Öbürünü attı. Onu da yedi. Üçüncüyü de attı. Onu da yedi.

Bunun üzerine Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- ile köle arasında şöyle bir konuşma geçti:

“–Senin ücretin nedir?”

“–İşte gördüğünüz üç ekmek.”

“–Niçin hepsini köpeğe verdin?”

“–Buralarda hiç köpek yoktu. Bu köpek uzaklardan gelmiş olmalı. Aç kalmasına gönlüm râzı olmadı.”

“–Peki bugün sen ne yiyeceksin?”

“–Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim.”

Bu güzel ahlâk karşısında hayran kalan Abdullah -radıyallâhu anh-;

“–Sübhânallah! Bir de benim çok cömert olduğumu söylerler! Hâlbuki bu köle benden daha cömertmiş!” buyurdu.

Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı ve köleyi âzâd edip bahçeyi ona hediye etti. (Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, trc. A. Faruk MEYAN, İstanbul 1977, s. 467)