Zahmetsiz Rahmet Olmaz

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2014 Ay: Aralık Sayı: 99

Efendim; zahmetsiz rahmet mümkün değil midir? Bu mânâda zahmet ve rahmet münâsebetini nasıl anlamak gerekiyor?

Öncelikle Cenâb-ı Hakk’ın her şeye kâdir olduğunu ifâde ederek başlayalım. Zira Cenâb-ı Hak için hiçbir güçlük yoktur ve dilerse kullarını zahmetsiz de rahmete nâil edebilir.

Lâkin bu kâinatta var olan sünnetullah gereği, her netice bir sebebe, her muvaffakıyet bir gayrete bağlanmış ve geceler, gündüzlerin; karanlıklar aydınlıkların; zahmetler de rahmetlerin müjdecisi olmuştur.

Mevlânâ Hazretleri bu hakîkati şu misâlle ifâde etmektedir:

“Bir hamal yük altında koşup gider. Hattâ kendisini ezen o ağır yükü başkalarının elinden kapar. Hamalların yük için yaptıkları kavgalara bak, işte her iş için çalışıp çabalamanın böyle olduğunu bil. Sıkıntılar rahatın, huzurun temelidir. Acılar nîmetin öncüleridir.”

“Hazineyi hiç bilinen yere koyarlar mı? İşte bunun gibi, feraha kavuşma, kurtulma da, sıkıntılarda gizlidir.”

Yani her nîmetin bir külfeti vardır ve hiçbir şey bedelsiz / karşılıksız değildir.

Meselâ Cenâb-ı Hak, ümmetlerini hak yola dâvet eden peygamberlerini sıkıntıya uğratmadan ve zahmete sokmadan da pekâlâ muvaffak kılabilirdi. Lâkin hepsi de sıkıntı, cefâ, hattâ ıztırap çekti. Büyük zahmetlere göğüs gerdi. Hattâ peygamberlerin sertâcı olan Fahr-i Kâinât Efendimiz, en büyük çilelere, musibet ve zahmetlere katlandı. Nitekim kendileri:

“…Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım…” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)

Hakîkaten, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kâbe’de namaz kılarken üzerine bedbaht müşrikler tarafından ağır deve işkembeleri atılmış, Tâif’te taşlanmış, yedi evlâdından altısı O’nun sağlığındayken vefât etmiş ve daha nice çilelere mâruz kalmıştır. Fakat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün bunları büyük bir sabır, rızâ ve tevekkülle karşılamış, ümmetine bu hususta da emsalsiz bir örnek şahsiyet sergilemiştir.

Yine Cenâb-ı Hak dilese, bir tohumu ağaç hâline getirmeden de meyveye dönüştürebilirdi. Lâkin kâinattaki âdetullah icâbı, zahmetsiz rahmet yok. Bu sebeple tohum, bir müddet toprak altında karanlıkta kalıyor, bir müddet sabrediyor. Sonra çatlıyor, yavaş yavaş filizleniyor. Nihayet belli bir olgunluğa geldikten sonra da meyveye duruyor.

Yine insanın, kâmil bir hüviyete nâil olabilmesi de, nefsinin aşırı isteklerine ve ihtiraslarına direnmek, hattâ ona istemediği bâzı zorlukları yüklemek sûretiyle çektiği binbir zahmet neticesinde gerçekleşiyor.

Fakat şu âyet-i kerîmeler, sıkıntı ve zorluklarla karşılaşan mü’min gönüllere, ne büyük bir huzur ve ferahlık müjdesidir:

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾

“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirâh, 5-6)

Dikkat edileceği üzere, her zorlukla beraber elbette bir kolaylığın bulunduğu iki defa ve te’kitli bir ifâdeyle vurgulanmıştır. Nitekim bu âyetlerin nâzil olduğu, nübüvvetin ikinci yılında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve beraberindeki bir avuç sahâbî, müşriklerin binbir türlü eziyet, işkence ve baskıları altında ıztırap çekiyordu. Bu hâl hem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i hem de mü’minleri çok üzüyordu. Cenâb-ı Hak bu müjde ile onlara, şimdi pek çok sıkıntı ve zorluklarla karşılaşsalar da, sonunda İslâm dâvâsının başarıya ulaşacağını, bu zorluk ve zahmetlerin ardından büyük bir kolaylık ve rahmetin geleceğini müjdeliyordu.

İnşirah Sûresi nâzil olduğunda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, her zorluğun yanında mutlaka bir kolaylığın da bulunacağının iki kez zikredilmesinden hareketle, mü’minlere şöyle hitap etmiştir:

“Müjdeler olsun! Size kolaylık geldi; artık bir zorluk iki kolaylığa asla gâlip gelemez!” (Muvatta, Cihâd, 6)

Burada şunu da ifâde etmek lâzımdır ki, insan karşılaştığı zorluğa sabır, gayret ve azimle göğüs gerdiği takdirde kolaylığa erebilir.

İbrahim Edhem Hazretleri hakkında şöyle bir menkıbe anlatılır:

Bir gün Hazret hamama gider. Temizlenip çıkarken kendisinden ücret istenir. Bunun üzerine oturup ağlamaya başlar. Sebebini soranlara da şu ibretli cevabı verir:

“Dünyada bedendeki maddî kirlerin döküldüğü şu yerlere bile ücretsiz girilemiyor. Ya âhirette peygamberlerin ve diğer gözde kulların gireceği Cennet’e amelsiz nasıl gireriz?!”

Unutmamak gerekir ki büyük muvaffakıyetler, hep nefse ağır gelen gayretlerin ardında gizlidir. Nitekim sahâbe-i kirâmdan Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- diyor ki:

“İslâm, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefislerin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Meselâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Mekke’den çıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle bize üstünlük ve zafer bahşolundu (zafer yolları açıldı). Yine Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de:

«(Onların bu hâli) mü’minlerden bir grup kesinlikle istemediği hâlde, Rabbinin Sen’i evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki hâlleri) gibidir. Gerçek ortaya çıktıktan sonra bile sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihâd husûsunda) Sen’inle tartışıyorlardı.» (el-Enfâl, 5-6) buyurarak târif ettiği hâl üzere, Allah Rasûlü’yle beraber Bedir’e çıkmıştık. Allah Teâlâ burada da bizler için üstünlük ve zafer lûtfetmişti.

Velhâsıl biz, en büyük hayırlara hep böyle nefsimize zor gelen emirler sâyesinde ulaşmıştık.” (Heysemî, VII, 26-27)

Ayrıca zahmet çekilmeden aranan rahatlık, esasen tembellikten başka bir şey değildir. Tembellik ise aslında sonu gelmez zahmetlerin ve bitmek bilmez zorlukların başlangıcıdır. Mü’mine yakışan ise, âyet-i kerîmelerde şöyle ifâde edilmiştir:

“O hâlde mühim bir işi bitirdiğinde hemen başka bir mühim işe sarıl. Duâ ve niyazla yalnızca Rabbine yönelip yalvar!” (el-İnşirâh, 7-8)

İnsan ömrü o kadar kısa ve âhiret hayatı için o kadar ehemmiyetlidir ki, onun bir saniyesini bile boşa geçirmek akıl kârı değildir. Zira bir insanın hiçbir şey yapmadan boşu boşuna oturması yahut ne dünyasına ne de ukbâsına faydası olmayan lüzumsuz işlerle meşgul olması, ya aklının kıtlığına ya da derin bir gaflete dûçâr olduğuna işarettir.

Nitekim âyet-i kerîmede:

“Kurtuluşa erecek o mü’minler, her türlü boş söz ve faydasız işlerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3) buyruluyor.

Bütün gayretini sadece dünyaya has kılanların kıyâmet günü düşecekleri hazin durum, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmektedir:

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ

(Sadece dünya için) çalışmış; fakat boşuna yorulmuştur (o gün eli boş kalmış olmaktan ötürü yorgun ve bitkin düşmüştür.) (el-Ğâşiye, 3)

Câfer-i Sâdık Hazretleri de şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ dünyaya şöyle vahyetti: «Ey dünya! Bana hizmet edene (Hak yolunda gayret gösterene) sen de hizmet et! (İhtirâsına mağlup bir sûrette) sana hizmet edeni ise (kendi işlerinde çalıştırıp) yor ve yıprat!»”

Bu sebeple hayatın her ânını Allah Teâlâ’nın râzı olacağı ibadet, tâat ve hizmetlerle doldurmak zarurîdir. Meselâ farz bittiyse nâfileye, namaz bittiyse duâya, duâ bittiyse Kur’ân kıraatine, o bittiyse zikre ve tefekküre geçmek; o bittiyse fayda verecek bir başka mühim işe, o bitince de bir başka mühim işe başlamak lâzımdır.

Nitekim İbrahim-i Havvâs Hazretleri:

“Sâdık kimseyi ya üzerine farz olan bir ibadeti yaparken, ya da nâfile bir ibadetle meşgûl iken görürsün; bundan başka bir hâlde göremezsin.” buyurmuştur.

Bir de şunu ifâde edelim ki, kulun Rabbine yakınlığı arttığı nisbette, ilâhî imtihan tecellîlerine sabredebilme dirâyeti de artar. Hattâ Allah için çekilen bütün acılar tatlanır; külfetler nîmete, cefâlar safâya, zahmetler rahmete dönüşüverir.

Velhâsıl, insanı olgunlaştıran, çilelerdir, zahmetlerdir. Bir sâhildeki taşlara baktığımız zaman, üzerinde hiçbir sivrilik ve pürüzün kalmamış olduğunu görürüz. Zira dalgalar asırlarca onları döve döve bütün sivriliklerini âdeta torna etmiştir. Çileler de böyledir. Ve hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:

“Allah hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.” (Buhârî, Merdâ, 1)

Dolayısıyla mü’mine düşen de, bu sıkıntıları bir zahmet olarak değil, günahlarının affına veya derecesinin yükselmesine vesîle olarak birer rahmet tecellîsi olarak görebilmeye çalışmasıdır.

Cenâb-ı Hak bizleri, karşılaştığımız her hâdisenin ilâhî bir imtihan olduğu şuuruyla yaşayan firâset sahibi kullarından eylesin. Zahmet imtihanlarına sabır, rızâ, hamd ve tevekkülle; rahmet imtihanlarına da şükür, cömertlik ve hizmetle mukâbele ederek her hâlükârda kazanan kullardan olabilmeyi cümlemize ihsân buyursun.

Âmîn!..