Yaşadığımız Dünya Tefekkür Dersanesidir

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

YAŞADIĞIMIZ DÜNYA TEFEKKÜR DERSHÂNESİDİR

“Semâya bakmazlar mı?..” (el-Ğâşiye, 18) buyuruyor. Kaldırıp başlarını semâya bakmazlar mı? Bir trafik kazâsı var mı?

Güneş, bir tamirhaneye çekiliyor mu? Ay bir fonksiyonunu kaybediyor mu?

Yine Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“O, gökleri, görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı…” (Lokman, 10)

Hiçbir yıldızın bir direği yok. Hepsi zaten seyyar, dönüyor. Doğuyor bir çekirdek hâlinde bir beyaz şeyden, Allâhʼın verdiği ömrü tamamlıyor, karadelikten bilmem kaç santigratta çekiyor onu, yıldız mezarlığına gidiyor.

Her şey fânî. Hiçbir şey bâkî değil, bekā sıfatının tecellîsi yok, yalnız kendisi bâkî.

“O, gökleri, görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı. Sizi sarsmasınlar diye ulu dağlar koydu. Ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.” (Lokman, 10)

Yağmur yağmasa ne olurdu?!

Velhâsıl benzer âyet-i kerîmeler de çok.

Demek ki bir müʼmin bakarken, ne hayvanlara bakarken boş bakacak, ne semâya bakarken boş bakacak.

Cenâb-ı Hak;

“…Kaldır başını bak (diyor), bir (diyor) fütur görüyor musun?” (el-Mülk, 3) diyor. “Kaldır tekrar bak…” (el-Mülk, 4) buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak:

“O Rab ki yeri size bir döşek, semâyı da bir tavan yaptı…” (el-Bakara, 22) Kubbemsi bir tavan yaptı. Bir sürü meteorlar yıldızlardan kopuyor, geliyor atmosfere giriyor. Atmosfer onu tekrar gönderiyor. Biri Dünyaʼya düşse Dünyaʼyı infilâk ettirir. Bilmem kaç bin kilometreden geliyor o süratle. Nasıl bir semâ, bir tavan ki; geliyor, oradan geriye döndürüyor. Dünyaʼyı koruyor o şekilde.

Yine Cenâb-ı Hak, Mülk Sûresiʼnde:

“…Oʼnun yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin…” (el-Mülk, 3) buyuruyor.

“…Gözünü çevir de bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (el-Mülk, 3) buyuruyor.

Güneşʼe yemin ediyor, Ayʼa yemin ediyor Cenâb-ı Hak. O yarattığı o ilâhî harikaları tefekkür etmemizi… Bir koyun bakar gibi Güneşʼe bakmamızı Cenâb-ı Hak istemiyor.

Hiç takdim-tehir var mı? 150 milyon kilometre var Dünya ile arasında, 8 dakikada ışığı geliyor, saniyede 300 bin kilometre hızla. Her saniye 564 milyon ton hidrojeni 560 milyon ton helyuma çeviriyor. 4 milyon ton da Dünyaʼya veriyor onu da. Atmosfere kadar kapalı, karanlık geliyor. Atmosfere girince ışığını vermeye, ışığını, sıcaklığını vermeye başlıyor.

Velhâsıl harikaların harikası her şey. Bir atomun içi. Proton, nötron, elektron. En küçük maddeden en büyük maddeye kadar hepsi ilâhî harikalar manzumesi.

Tabi insanın sağır ve kör olmasını istemiyor Cenâb-ı Hak. Bu verdiği kalbi nasıl kullanacak? Gözünü, kulağını değil, kalbini nasıl kullanacak? Kalbini nasıl inkişâf ettirecek? Nasıl saâdet bulacak?

İşte;

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28]) Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak.

Üçüncü delil; Cenâb-ı Hak dağları bildiriyor. Dağların sağlam kazıklar hâlinde dikilmesini.

“Dağlara bakmazlar mı, o nasıl çakılmıştır?” (el-Ğâşiye, 19)

Her dağ birbirinden ayrı. Her dağ, bin metre irtifâ var, bin metre de aşağıda var. Aynı gemiler gibi. Hepsi o Dünyaʼnın dengesini temin ediyor.

“O dağlara bakmazlar mı?..” (el-Ğâşiye, 19) buyuruyor.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“Yeryüzüne bakmazlar mı? Nasıl serilip döşenmiş?” (el-Ğâşiye, 20)

Her türlü, ne kadar mahlûkat var, her mahlûkâtın rızkı ayrı. Koyun kendi rızkını oradan seçiyor. Ona zarar verecek otu yemiyor. Kaplumbağa kendine ait otu seçiyor. Solucan toprağın içinden kendine ait gıdaları seçiyor. Tavuk, kendine ait şeyleri böcekleri topluyor, onları şey yapıyor.

“Biz, rızkını temin edemeyenlerin de rızkını temin ettik.” buyruluyor. (Bkz. el-En‘âm, 151; el-İsrâ, 31; el-Ankebût, 60)

Hasta hayvana sağlam hayvan götürüyor. Zaman zaman çok şahit olduk. Ciğer verirken kediye, baktık, aldı ciğeri, götürüyor, oradaki hasta hayvanın önüne götürüyor. Hep bunlar:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1])

O hayvan, benden daha mı merhametli, düşünmemiz lâzım. Cenâb-ı Hak bize hep aynalar tutuyor bu kâinatta.

Yine Cenâb-ı Hak Ankebut Sûresiʼnde:

“Nice canlı var ki rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızkı veren, Allahʼtır. O her şeyi işitir ve bilir.” (el-Ankebût, 60)

Sonra Cenâb-ı Hak:

“İnsanlara öğüt ver, çünkü Sen ancak bir öğüt vericisin.” (el-Ğâşiye, 21) Onların başına dikilip inanmaları için… Çünkü Efendimiz kendini çok zorlardı: “Aman inansınlar, aman Allâhʼa kul olsunlar.” diye.

Cenâb-ı Hak, Allah Rasûlüʼnün o şeyini, o gayretini burada bildiriyor. Sen onlara diyor, şey değilsin, Sen diyor, tebliğ et, buyuruyor.

Velhâsıl sonunda Cenâb-ı Hak o azapla, o hesapları görmek Bizʼe aittir buyuruyor. (Bkz. el-Ğâşiye, 24-26)

Cenâb-ı Hak bizden kalb-i selîm istiyor.

Yani bu imtihan dünyasında ibadetler birer vitamin. O rûhun vitamini ibadetler. Her vitaminin fonksiyonu ayrı. Namaz, oruç… Oruç ayrı, şey ayrı, sadaka-infak ayrı. Hiçbiri birinin yerine geçmez. Hepsine insan rûhunun ihtiyacı var. Cenâb-ı Hak, insanın rûhuna göre o ihtiyaçları tanzim etti. İnsan, o gıdaları ihmal etmeyecek. Nasıl bedenî gıdaları ihmâl etmiyoruz. O rûhun gıdalarını da ihmal etmeyeceğiz.

Kalb-i münîb istiyor. Hayır ve şer o kalpte netleşecek. Yani daimâ o kalp hayra gidecek, şerden kaçınacak.

Nasıl, bir ateş olsa, ateşin üzerine gitmeyiz. Günah da ateşten daha beter. Dünyadaki ateş bir sefer yakıcı. Öbür taraftaki ateş dâimî yakıcı.

Nefs-i mutmainne istiyor Cenâb-ı Hak. Allâhʼın verdiği bütün nîmetleri Cenâb-ı Hakkʼın yolunda (kullanmaya) gayret edeceğiz -inşâallah-.

Gıdâya dikkat edilecek. Gıdânın mânevî tarafı. Helâl gıdaya dikkat edilecek. Bilhassa günümüzde bu çok mühim. Âmmenin menfaatine olmayan, israf ekonomisine götüren şeylerden kaçınacağız. Kazancımızda şüpheli şey olmayacak. Bunlar hep rûhânî hayatı zehirler.

İki şey müessirdir insana:

Aldığı gıdâ müessirdir. Ya hantallık veyahut da zindelik verir, helâliyeti veyahut da şüpheliliği karşısında.

Bir de beraberinde bulunduğumuz insan. Hayırlı insansa hayra götürür. Şerli insansa şerre götürür.

Cenâb-ı Hak:

كُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ

(“…Sâdıklarla beraber olun.” [et-Tevbe, 119]) buyuruyor.

Kul hakkı mühim. Bilhassa zamanımızda çok mühim. Kandırma, bir kul hakkıdır. Allah korusun. Dedikodu bir kul hakkıdır. Öbür kul haklarından bahsetmiyorum. Yani beterin beteri, gidiyor öyle.

Hayvan hakları var. Allah bizim için yarattı. Kapımızdaki kediden-köpekten mesʼûlüz.

Cenâb-ı Hak “infak” buyuruyor:

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ

(“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda sarf etmedikçe, iyiliğe/birrʼe eremezsiniz…” [Âl-i İmrân, 92]) Sevdiklerinizden vermedikçe Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşamazsınız buyuruyor.

Kurʼân-ı Kerîm bize bir hikmet, ders kitabımız, ilâhî mesajlar.

Seherler mühim. Cenâb-ı Hak davet ediyor:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ (“…Seherlerde tevbe ederler.” [Âl-i İmrân, 17]) Seherlerde davet ediyor.

Seherlerde gıda verilecek gönle. İstiğfarla verilecek, tevhidle verilecek, salevât-ı şerîfe ile verilecek, ölümü düşünmekle verilecek. İçimizdeki cihazlar çalıştırılacak. Kalp; hamd, şükür ve zikir hâlinde bulunacak. Gündüze o şekilde bir kalp ile girilecek. Bir enerji ile girilecek.

Allâhʼın sevdiği kullarla beraber olma gayreti içinde olacağız. Gaflettekilerden uzakta kalacağız.

Sekar Cehennemiʼne girenler var, Müddessir Sûresiʼnde. Uzaktan, Cennetʼe girenler sesleniyorlar:

“‒Siz ne yaptınız (diyorlar) Cehennemlik oldunuz (diyorlar). Ne amel işlediniz (diyorlar). Allâhʼın bu kadar nîmetleri karşısında bu kadar ihsânı, ikramı karşısında siz ne yaptınız da böyle Cehennemlik oldunuz?”

İlk cevap:

“‒Biz namaz kılanlardan değildik.” diyorlar. (Bkz. el-Müddessir, 43)

Cenâb-ı Hak bizden namaz istiyor, namazı da huşûlu istiyor:

“Müʼminler felâh buldu. Onlar ki namazı huşû ile kılarlar.” (el-Müʼminûn, 1-2)

İkincisi:

“‒Biz (diyorlar), menfaatperesttik (diyorlar). Fakiri, garibi doyuranlardan değildik (diyorlar). Nefsî, nefsî diye yaşayanlardandık.”

Üçüncüsü:

“‒Gaflete kapılanlarla beraberdik.”

Tabi bu kadar bir, kalp ne oluyor, zindana dönüyor.

“‒Âhireti de inkâr edenlerden olduk (diyor). Ölüm de geldi, çattı.” diyor, -hafazanallah-. (Bkz. el-Müddessir, 44-47)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak buyuruyor:

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ

“…Selâm size, Rabbiniz merhamet etmeyi kendine yazdı…” (el-En‘âm, 54)

Demek ki Rabbimiz, kuluna çok merhametli.

Yine, meleklerin bir müjdesi var:

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ

“…Sabrettiklerinize karşılık size selâm olsun! (Cennetliklere diyor melekler. Dünya) yurdunun sonu Cennet ne güzel.” (er-Ra‘d, 24)

Demek ki sabrettiniz. Her şeyde sabır. Namazda sabır. İbadette sabır. Hayır-hasenatta sabır. Hizmette sabır. Nereye kadar? Ölüm gelene kadar.

Yine Cenâb-ı Hak buyurur:

سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

“…Size selâm olsun! Yapmış olduğunuz sâlih ameller karşılığında Cennetʼe girin.” (en-Nahl, 32)

Bunlar hep Cennet vizeleri. Cennete girecekler de Cennetʼin kapısına gelirler. Cennetʼin bekçileri de:

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ derler.

“…Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya.” (ez-Zümer, 73) derler.

Cenâb-ı Hak cümlemize -inşâallah- kendisine bir sâlih, sâdık bir kul olabilmeyi, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin rûhânî dokusundan hisse alabilmeyi, Oʼnu bütün varlığımızdan, her şeyimizden çok Oʼnu sevebilmeyi -ashâb-ı kirâmda olduğu gibi-, kıyâmet gününde Oʼnunla beraber olmayı Cenâb-ı Hak cümlemize ihsân eylesin.

İbrahim -aleyhisselâm-, âyet-i kerîmede:

“Yâ Rabbi (diyor), beni kıyâmet günü (diyor), beni mahcup etme!” diyor. (Bkz. eş-Şuarâ, 87) İkinci büyük peygamber.

Demek ki ne kadar büyük bir şiddet günü ki, Cenâb-ı Hakkʼın dostu; “Yâ Rabbi (diyor), beni mahzun eyleme!” diyor.

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) geliyor. Mallar ve evlâtlar, bu dünyada bitiyor. Ne kadar artı, ne kadar eksi?..

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) Cenâb-ı Hakkʼa berraklaşmış bir, Cenâb-ı Hak bizden kalp istiyor, kendisiyle dolu.

Okunan, deminki okuduğum âyette de; “tertemiz geldiniz” diyor Cennet bekçileri. Nasıl dünyaya tertemiz geldik, Cenâb-ı Hak da Cennetʼe bizi tertemiz istiyor.

اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ

(“Yeryüzü sarsıntıya uğratıldığı…” [ez-Zilzâl, 1])

O da, Cenâb-ı Hak bize bir zelzelenin şiddetini bildiriyor. Öyle bir zelzele ki, nasıl gücüyle sallandığı ve yeryüzü sıkletlerini içinden savurduğu… (Bkz. ez-Zilzâl, 2) Bir rivâyette, ölüler kalkacak hepsi bir anda. Bir rivayette madenler. Diğer taraftan, insanların dünyada ömürlerini ziyan ettiği altınlar, gümüşler filân alın bir varsa (bir faydası!)…

وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَا

(“Ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit.” [ez-Zilzâl, 3])

İnsan şaşırır; “Yâ Rabbi! Bu neyin nesi?” der. Bu ne muazzam bir hâdisedir…

“Yeryüzü de (üzerinde işlenenleri) haber vermeye başlar.” (ez-Zilzâl, 4) Cenâb-ı Hakkʼın izniyle…

Zerreler ölçülecek. Zerre kadar hayır ve zerre kadar şer, karşımıza çıkacak. (Bkz. ez-Zilzâl, 7-8)

Cenâb-ı Hak cümlemize -inşâallah- son nefese (dek), âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi kulluğumuzu nasîb eylesin. Ve mârifetullahtan, Cenâb-ı Hakkʼı kalpte tanıyabilmekten nasipler ihsan eylesin.

Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..