Şahsiyet İnşâsı

Genç Dergisi, Yıl: 2023 Ay: Temmuz Sayı: 202

Muhterem Efendim; Temmuz sayımızda gençlerimizin kendilerini tazelemesine yardımcı olacak, onları bir nevî kendi medeniyetimizin karakter ve şahsiyetiyle buluşmaya sevk edecek, faydalı olacağını düşündüğümüz 30 özel teklif sunmayı hedefledik.

Bu hususta acaba sizler, kendilerini inşâ etme, mânen ihyâ olma noktasında gençlerimize neler tavsiye edersiniz?

Gençlerimize, her şeyden önce Kur’ân ve Sünnet muhtevâsında bir hayat yaşamalarını tavsiye ederiz. Duygu ve düşüncelerin, hâl ve davranışların, ilâhî ve nebevî ölçüler istikâmetinde tanzim edildiği, ebedî saâdet hazırlığı mâhiyetinde yaşanan bir ömür dileriz.

Unutmayalım ki, 14 asır evvel câhiliye karanlığında solmuş gönüller, ancak Kur’ân ve Sünnet ikliminde dirildi.

Câhiliyenin zulmü altında insanlığını unutmuş vicdanlar, ancak Kur’ân ve Sünnet’le rakikleşti, şefkat ve merhametle ihyâ oldu.

Câhiliyenin vahşeti altında körelmiş kalpler, ancak Kur’ân ve Sünnet ile tekrar hayat buldu.

Fitne ateşiyle kavrulan, güçlünün güçsüzü ezdiği, kan gölü hâline dönmüş çöller, ancak Kur’ân ve Sünnet’in rahmet inkılâbıyla sükûn buldu, huzuru tattı. Öyle ki, hayvanat ve nebâtat dahî huzur buldu.

Örnek yaşayışıyla Kurʼânʼın fiilî bir tefsiri olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nasıl ki azgın bir câhiliye devrinin ıslâhına vesîle oldu ve onu asr-ı saâdete dönüştürdü ise, bugünkü modern câhiliyeyi bertaraf edip insanlığı huzura kavuşturacak olan, yine O’nun rahmet nefesidir.

Dolayısıyla bizler, evvelâ elimizdeki bu mânevî hazinenin, yani Kurʼân ve Sünnetʼin kıymetini idrâk edelim.

Hakîkaten insan, hayatını ne kadar Kur’ân ve Sünnet muhtevasında yaşayabilirse, o ölçüde gerçek huzur ve saâdetin hazzını tadar.

Zira her bir âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf, insan hayatını tanzim eden ve hitap ettiği yönü güzelleştiren bir şablon gibidir.

Meselâ tatsız bir hâdise ile karşılaştık ve öfkelendik diyelim. Hemen aklımıza şu âyet-i kerîme gelmeli:

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân, 134)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyuruyor:

“Gerçek babayiğit, güreşi kazanan değil, öfkelendiği zaman öfkesini yenen kimsedir.” (Buhârî, Edeb, 76)

Dolayısıyla, sabrını zorlayan ve tâkatini aşan bir durumla karşılaştığında bir kimse öfkesine gem vurabiliyorsa, kendini inşâ etme yolunda mesâfe kat etmiş demektir.

Diğer taraftan, Cenâb-ı Hak müʼminleri kardeş kılmış ve onları âdeta birbirine zimmetlemiştir. Dolayısıyla müʼminin, toplumun içerisinde bulunup din kardeşleriyle ülfet etmesi, onların derdiyle dertlenip sevinciyle sevinmesi gerekiyor. Zira İslâm’da ruhbanlık yok!

Peki, insânî münasebetlerimiz nasıl olacak ki, mü’min kendini inşâ edebilmiş olsun?

Rabbimiz şöyle emrediyor:

“Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya iyi davranın!..” (en-Nisâ, 36)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı ve hürmet göstermeyen bizden değildir.” buyuruyor. (Tirmizî, Birr, 15)

Dolayısıyla mü’min, beşerî münâsebetlerinde bu nevî hassâsiyetlere dikkat edecek. Girdiği yere huzur tevzî edecek. Bu hassasiyetlere dikkati ölçüsünde kendini inşâ edebileceğini unutmayacak. Rûhânî istidatlarını inkişaf ettirebilmek için de gönül dünyasını nefsânî arzulardan temizleyecek.

Yine gündelik hayatta gözlerimiz, çok farklı manzaralarla karşılaşabiliyor. Bu manzaralar içerisinde “heyte lek / gelsene bana”[1] diyerek nefisleri harama davet edenler de olabiliyor. Fakat Rabbimiz, bu gibi durumlarda mü’minin nasıl bir tavır takınması gerektiğini şöyle bildiriyor:

(Rasûlʼüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (en-Nûr, 30)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

“Kimin gözü bir kadının güzelliğine takılır da hemen gözünü ondan çevirirse, Allah ona, kalbinde halâvetini (tat ve lezzetini) hissedeceği bir ibadet sevâbı ihsân eder.” buyuruyor. (Ahmed, V, 264; Heysemî, VIII, 63)

Bir diğer hadîs-i şerîfte de şöyle buyruluyor:

“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Al-lah korkusu sebebiyle onu terk ederse, Yüce Allah, bu davranışına karşılık ona, kalbinde tadını hissedeceği bir îman (lezzeti) bahşeder.” (Hâkim, IV, 349/7875; Heysemî, VIII, 63)

Dolayısıyla bir mü’min, haram bir manzara ile karşılaştığında Yusuf -aleyhisselâm- gibi hem zâhiren hem de bâtınen “maâzallah” diyecek, hemen Rabbine sığınacak ve gözlerini farklı bir tarafa çevirecek ki, gönlünü inşâ edebilmiş olsun.

Yine Rabbimiz;

“Îman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar…” (İbrahim, 31)

“Namazlarında huşû sahibi olan mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermiştir.” (el-Mü’minûn, 1-2) buyuruyor.

Bu sebeple, mânen ihyâ olmak isteyen bir mü’min, gününü namaz ile tanzim etmeye gayret gösterecek. Her namaz vakti girdiğinde, bütün kâinâtı yoktan var eden Cenâb-ı Hakk’ın kendisine değer verip huzûruna kabul ettiğinin idrâki içinde, secdeye baş koymak için can atacak.

Nitekim, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de namazlarını aksatmadan ve lâyıkıyla edâ etmeye çalışan bir mü’minin durumunu şöyle ifade buyuruyor:

“Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riâyet ederek beş vakit namaza devam eden ve bu beş vakit namazın Allah katından gelen bir emr-i hak olduğunu kabul eden kimse Cennetʼe girer.” (İbn-i Hanbel, IV, 266)

Yine mü’min, güvenilir insandır. Nebevî tarifiyle; “elinden, dilinden müslümanların selâmette olduğu”[2] her bakımdan emniyet duyulan kimsedir. Dolayısıyla insanları inciten; yalan, iftira, gıybet, dedikodu gibi çirkinlikler, bir müslümana aslâ yakışmaz.

Zira Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Kalplerinde münâfıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.” (el-Bakara, 10)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de mü’minin kendini inşâ etmesi için yalandan katʼî sûrette uzak durması gerektiğini şöyle beyan ediyor:

“Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de Cehennemʼe götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında «yalancı/kezzâb» olarak tescillenir.” (Müslim, Birr, 105)

Diyelim ki bir alışveriş mevzu bahis. Ölçümüz ne olmalı?

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“…Ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin!” (el-A‘râf, 85)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyuruyor:

“Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, Îmân, 164)

Ümmü Benî Enmâr diye bilinen Kayle, ticaret ile uğraşan yaşlı bir hanım sahâbî idi. Alışveriş yaparken uyguladığı bir usûlün doğru olup olmadığını öğrenmek istedi. Konuyu Allah Rasûlü’nün yanına gelerek şöyle sordu:

“–Ey Allâh’ın Elçisi! Ben ticaretle uğraşan bir kadınım. Bir şeyi satın almak istediğim zaman verebileceğim miktardan daha düşük bir fiyat teklif ediyorum. Sonra yavaş yavaş artırarak düşündüğüm fiyata çıkıyorum.

Bir şeyi satacağım zaman da, önce satabileceğim fiyattan daha yüksek bir fiyat teklif ediyor, sonra yavaş yavaş inerek arzuladığım fiyata geliyorum, bu uygulamaya ne dersiniz?”

Efendimiz bu suâle, ticarette ve pazarlıkta doğruluk ve dürüstlük gerektiğini îzah sadedinde şu cevâbı verdi:

“–Kayle, böyle yapma! Bir şey satın almak istediğin zaman, sana verilse de verilmese de, düşündüğün fiyatı söyle.

Bir malı satmak istediğin zaman, versen de vermesen de yüksek fiyat değil, satmak istediğin fiyatı söyle.” (İbn-i Mâce, Ticâret, 29)

Dolayısıyla insan, ticârî hayatında bu nevî ölçülere riâyet ettiği zaman kendini inşâ etmiş olur.

Bu başlıkları uzatmak mümkün. Fakat son bir hususa daha dikkat çekip bitirelim.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (ez-Zilzâl, 7-8)

Yani hayatı, bir gün mutlaka hesaba çekileceğini unutmadan yaşamamız şart. Ömrü, her nefeste bu rikkatle, bu hassâsiyetle yaşamak, kendini hakîkî mânâda inşâ ve ihyâ etmektir.

İşte bu sebeple Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Bütün zevkleri bıçak gibi kesen ölümü çokça hatırlayın!” (Tirmizî, Zühd, 4)

Zira ölümü aklından çıkarmayıp lâyıkıyla tefekkür edebilen kimse, fânî lezzetlere; âhiret yolcusu olduğunu bilen kimse de dünya misafirhânesindeki oyuncaklara aldanmaz, onlarla haddinden fazla oyalanıp vakit kaybetmez.

Velhâsıl kendimizi inşâ etmek ve mânevî diriliğimizi dâimâ muhafaza edebilmek için, her gün hiç aksatmadan, mutlaka Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîf okumaya, bu okuduklarımızı da hayatımıza nakşetmeye gayret edelim. Hiçbir günümüz, bir evvelki günümüzle eşit olmasın. Her gün gerek ilmen, gerek ahlâken, gerekse gayret bakımından hep daha ileri gitmeye çalışalım.

Rabbimiz, rızâsı istikâmetinde bir ömür yaşayabilmeyi, cümlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Dipnotlar:

[1] Yusuf, 23.

[2] Buhârî, Îmân 4, 5, Rikāk 26; Müslim, Îmân 64, 65.