DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
RAMAZANA GİRİYORUZ İBADET AYIMIZ MÜBAREK OLSUN
Tabi oruç ayrı bir güzellik. Oruçta da, bize bir merhamet tâlimi oruç. Allâhʼın nîmetlerinin kadrini idrâk etmek.
Az bir gün, yarım gün oruç tutuyoruz, bitiyoruz. Ne kadar muhtacız!..
Cenâb-ı Hak en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyi en çok bol veriyor. Suyu en çok bol veriyor, buğdayı en çok bol veriyor, meyveyi sebzeyi en çok bol veriyor. Fakat yarım günde bizi imtihan ediyor. 12-15 saatte, bir imtihan ediyor. Ne kadar tahammülümüz var? Ne kadar peki teşekkür edeceğiz?
Allah bana verdi ona vermedi, ona vermedi bana verdi. Demek ki o bana zimmetli. Onun eksiğini ben tamamlayacağım. Onun da duâsını alacağım. Onun duâsı bana kıyamet günü rahmet olacak.
Oruç ayrı bir güzellik. Oruç bir nîmet esasında.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ buyuruyor. “…Umulur ki (diyor) takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183) Allâhʼa yakınlaşırsınız bu şekilde diyor.
Fakat sırf mideye değil; göze oruç, kulağa oruç, bedene oruç, dile, en zor dile oruç…
Efendimiz:
“…Ya hayır söyleyeceksin, veyahut susacaksın.” buyuruyor. (Müslim, Îmân, 77)
Kurʼânʼla hemhâl olunan bir ay -elhamdülillâh-.
Diğer taraftan, zekât, sadaka, infak…
Zekât, mâlum. Öşür, mâlum miktarları. Fakat Cenâb-ı Hak sadaka da istiyor. Bizim lehimize olarak sadaka istiyor. İnfak istiyor, Allah için vermek. Maldı, güç-kuvvetti, neyin varsa…
Nasıl vereceksin? Bollukta da vereceksin, darlıkta da vereceksin.
Ebû Zer, en garibiydi ashâb-ı kirâmın en fakiriydi.
“‒Ebû Zer! (dedi.) Çorbana su koy.” dedi. Bir… Tane koyacak hâli yoktu.
“‒Etrâfını gözet.” dedi. Kim muhtaç?..
“‒Verirken de bir nezâketle ver.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Birr, 142)
Çünkü Cenâb-ı Hak:
“…Verdiklerinizi imhâ etmeyin…” buyuruyor. (el-Bakara, 264)
Hiçbir şey veremiyorsun, hiçbir imkânın yok, sıfır; o zaman da Cenâb-ı Hak;
قَوْلًا مَيْسُورًا buyuruyor İsrâ Sûresiʼnde. (Bkz. el-İsrâ, 28) Hiçbir şey veremiyorsan, o zaman bir reddetme, tatlı birkaç söz söyle. Tesellî et onu.
Demek ki bir hodgâm insan istemiyor. Diğergâmlık istiyor Cenâb-ı Hak bizden.
İki ay, Ramazân-ı Şerîfʼe hazırlık. 20 gün, Kadir Gecesiʼne hazırlık. Son 10 gün içinde bir Kadir Gecesi, Cenâb-ı Hak ihsân edecek. O da sırf Rasûlullah Efendimizʼe âit. Mîraç da Rasûlullah Efendimizʼe âit. Diğer peygamberlerde Mîraç yok. Diğer peygamberlerde Kadir Gecesi yok.
Kadir Gecesiʼnin getirdiği nedir?
خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْر : bin ay(dan hayırlı) buyruluyor. (el-Kadr, 3) Seksen senenin faziletini Cenâb-ı Hak bir gecede veriyor.
Demek ki Rasûlullah Efendimizʼi ne kadar çok seviyor ki Efendimizʼi, Rasûlullah Efendimizʼin ümmetine bir gecede seksen küsur senenin ecrini veriyor.
Peki böyle bir Rabbimizʼe bizim nasıl bir kul olmamız lâzım? Böyle bir Peygamberimizʼe nasıl ümmet olmamız lâzım? İnsan nasıl düşündükçe acze gidiyor…
Şu güle baksan bir tebessüm hâlinde. Cenâb-ı Hak kimin için verdi şu gülü? Kimler, o toprağın içinde bunun dekorunu tespit etti? Aman yâ Rabbi!..
Velhâsıl, asr-ı saâdete baktığımız zaman kardeşler, bir psikiyatrik bunalım geçiren kimse yok. Çok fakiri var, aç insan var, yetim insan var, dul insan var, bütün problemlerle karşılaşan insan var. Fakat hiçbir psikiyatrik bunalım geçiren insana hiç hadîs-i şerîflerde rastlamadık, yok.
Cenâb-ı Hak çünkü; “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor. Namaz var çünkü.
فَفِرُّوا اِلَى اللّٰهِ
(“Allâhʼa koşun…” [ez-Zâriyât, 50])
Cenâb-ı Hakkʼa koşuyor, Cenâb-ı Hakkʼa sığınıyor. Ne kadar sığınırsak, o kadar Cenâb-ı Hakʼtan yardım geliyor.
Bilhassa kardeşler, seherler çok mühim.
Âişe Vâlidemiz buyuruyor. Efendimiz normal zamanlarda cemaate göre namaz kıldırırdı. Cemaatte çocuk varsa, hasta varsa, ihtiyar varsa kısa bir sûre ile kıldırırdı. Fakat teheccüdde yalnız kendisi kılacağı zaman, çok uzun uzun, Bakara, Âl-i İmrân -rivâyetlere göre- giderdi.
Âişe Vâlidemiz; “Allah Rasûlüʼnün ayağı şişerdi.” buyuruyor. “Secde yerini ıslatırdı (buyuruyor) gözyaşıyla…”
Onun için:
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)
Kıyâmette ne kadar Oʼnu bir iştahla, bir Rasûlullah Efendimizʼle beraber olmak isteyeceğiz o zor günde?..
Efendimiz buyuruyor:
“Benim ümmetimin (diyor) başı da rahmettir (o ashâb-ı kirâm), âhiri de/sonu da (diyor, o da diyor) yağmurdur.” diyor. (Bkz. Tirmizî, Edeb, 81)
Başı da yağmurdur, sonu da yağmurdur. İş, o yağmurun damlası olabilmek…
Yine baktığımız zaman, asr-ı saâdette herkes zekât veriyor, sadaka veriyor, neyi varsa infâk ediyor, içtimâîleşiyor. Bir sosyal patlama da yok.
Velhâsıl;
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
(“(Yâ Rabbi!) Ancak Sana kulluk yaparız ve ancak Senʼden yardım isteriz.” [el-Fâtiha, 5])
Her rekâtta tekrarlıyoruz. “Ancak yâ Rabbi! Sana kulluk yaparız -ictimâî olarak- ancak Senʼden yardım bekleriz.”
Yardım gelmesi için müslüman içtimâîleşecek; ibadette, tâatte, infakta, her şeyde; Cenâb-ı Hakʼtan rahmet tecellî edecek.
Yine:
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
(“Bize doğru yolu göster.” [el-Fâtiha, 6]) diyoruz. Rasûlullah Efendimizʼin yolunu istiyoruz, duâ ediyoruz.
اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ (“…Nîmet verdiklerin…” [el-Fâtiha, 7]) diyoruz. Kim onlar? Nebîler, Sıddıklar, şühedâ / şehidler, sâlihler. Onların hâlinden hâllenmeyi istiyoruz. Onu düşüneceğiz, onlar gibi olmaya gayret edeceğiz.
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
(“…Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” [el-Fâtiha, 7])
Onun dışındakilerin her hâlinden uzaklaşacağız. Fakat bugün maalesef günümüzde televizyonun bazı programları, internetin o porno ve insanların savrulduğu sokaklar, reklâmların kandırmacaları, aldatmacaları, modaların aldatmacaları, maalesef insanımızı alıp götürüyor başka şeylere… Âhiretsiz bir dünya telkin ediyor.
Onun için evlâtlarımız, yine onu tekrarlayalım çok mühim, onları -inşâallah- bir Kurʼân-ı Kerîm tedrîsinden geçirelim, bir siyer-i Nebî, Rasûlullah Efendimizʼin hayatını onlara öğretelim, okutturalım.
Efendimizʼin muâmelâtta zarâfeti:
Efendimizʼin her hâli ayrı bir zarâfetteydi.
“Ben her müʼmine kendi nefsinden daha öteyim…” Kendi nefsimden daha çok severim buyuruyor. Onu çok daha düşünürüm. Nasıl bir anne-baba, kendi nefsinden çok ufak evlâdını düşünür. Yemez, ona yedirir. Uyumaz, onu uyutur. Efendimiz buyuruyor:
“…Bir kimse ölürken (diyor), mal bırakırsa o mal kendi yakınlarına âittir / terekeye âittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa o borç bana âittir, yetimlere bakmak da bana aittir.” buyuruyor. (Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)
Bir sefere giderken Efendimiz en önden giderdi, moral verirdi. Dönüşte en arkadan giderdi. Kim muhtaç, tesellîye muhtaç, yardıma muhtaç, onu tesellî ederdi; terkisine, atına alırdı.
Ahlâktaki, Efendimizʼin zarâfeti, nezâketi:
Hitâb ederken dâimâ tebessümle hitâb ederdi. Hiçbir zaman asık surat yoktu. Cenâb-ı Hak da onu istiyor âyet-i kerîmede:
قَوْلًا سَدِيدًا (en-Nisâ, 9; el-Ahzâb, 70)
قَوْلًا مَعْرُوفًا (el-Ahzâb, 32)
قَوْلًا كَرِيمًا (el-İsrâ, 23)
قَوْلًا لَيِّناً (Tâhâ, 44)
Demek ki müslümanın ağzından çıkan sözler bir huzur hâli olacak.
Yine Cenâb-ı Hak:
“…En bed ses, merkeplerin sesidir.” (Lokmân, 19) buyuruyor. Onlar gibi de konuşmayacak. Öfkeli olmayacak. Bağırıp çağırarak konuşmayacak.
Nezâketi:
Efendimizʼin öyle bir nezâketi vardı ki “sen böyle yapıyorsun” buyurmazdı. “Bana ne oluyor ki ben böyle görüyorum.” (buyurarak suçlamayı) meçhule atardı. Hiç kimseyi utandırmadan onu irşâd ederdi.
Hattâ Enes, 10 yaşında getiriyor annesi:
“‒Bu yetimim yâ Rasûlâllah, size hizmet etsin.” buyuruyor.
Efendimiz 53 yaşında. 10 yaşında çocuk ne hizmet eder, 53 yaşındaki Peygamberʼe? Fakat nasıl bir terbiye olur?
Enes diyor ki:
“Beni öyle bir terbiye ederdi ki (diyor), niçin böyle yaptın Enes bile demezdi (diyor). Beni takip ederdi (diyor). Tebessümle beni (diyor) yönlendirirdi.” diyor.
Enes, 20 yaşındaydı Efendimiz vefat ederken. 100 yaşına kadar yaşıyor.
“Beni (diyor), öyle (diyor) muhabbet içinde beni yetiştirdi ki (diyor), rüya görüp de (diyor) Rasûlullâhʼı görmediğim bir rüyam olmadı şimdiye kadar.” diyor.
Talebesi diyor ki Enesʼin. Tabi Enes büyük bir şey oluyor, âlim oluyor:
“‒Üstad! (diyor), sanki (diyor), konuşurken Allah Rasûlüʼne bakıyorsun (diyor). O var sanki karşında (diyor). Konuşurken sanki sözünü O dinliyor, ona göre tane tane, sanki ağzından nur saçılarak konuşuyorsun.” diyor.
“‒Hiç sorma! (diyor.) O kadar (diyor) hasret içindeyim ki (diyor), kıyamet günü (diyor), huzûruna gideceğim;
«‒Yâ Rasûlâllah, ne olursun, küçük hizmetçin geldi, beni ne olursun yanına kabul et!» diyeceğim.” diyor.
Nasıl bir muhabbet? Nasıl bir sevgi?
Yine, gönüldeki letâfet:
Nasıl bir kardeşlik?
“Din kardeşlerinden birini üç gün görmezse onu sorardı. Uzaktaysa duâ ederdi, evindeyse ziyaret ederdi, hasta ise şifa dilerdi.” (Heysemî, II, 295)
İşte dâimâ bir müʼmin, ihsan sahibi olacak. “…Allâhʼın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara ihsan et…” (el-Kasas, 77) buyruluyor.
Yine, bir müʼminin dâimâ sîret yapısı sûrete akseder. Yahudilerin hahambaşı Abdullah bin Selâm diyor ki, “bana gösterin” diyor hicrette. (Efendimizʼi görünce de):
“‒Bu yüz yalan söylemez.” diyor.
Demek ki bir müslümanda dâimâ bir nûrâniyet olması lâzım. Secdenin nûrâniyeti, ahlâkın nûrâniyeti, temiz niyetlerin nûrâniyeti, dâimâ akseder.
Köle de soruyor Tâifʼte (Efendimiz) taşlandığı zaman:
“‒Siz kimsiniz?” diyor. “Siz buranın insanlarına benzemiyorsunuz. Siz başkasınız.” diyor. “Siz başka bir insansınız.” diyor.
Ebû Cehil bile dedi:
“‒Muhammed (dedi), biz beraber büyüdük. Sen hiç yalan söylemedin (dedi). Fakat Senʼin getirdiğini istemiyoruz.” dedi.
Efendimizʼin hangi vasfını sayabilirim? Yani duygulardaki ayrı bir inceliği Efendimizʼin, nazarlardaki derinliği…
Velhâsıl, -inşâallah- bu Ramazân-ı Şerîf, Cenâb-ı Hakkʼa bizim daha çok, Rasûlullah Efendimizʼe yaklaşmamıza Cenâb-ı Hak vesîle olur.
Mevlânâʼnın güzel bir teşbihi vardır. O teşbihle bitirelim:
“Hak yakınlığı çeşit çeşittir (diyor. Yani Cenâb-ı Hakkʼın yakınlığı çeşit çeşittir diyor). Güneş (diyor), aynı Güneş dağa da taşa da, altına da, ıslak dala da, kuru dala da ışığını düşürür (diyor). En kuytuya bile Güneş ışığını verir (diyor). Fakat (diyor), ıslak dal (diyor), güzelce o Güneşʼin ışığıyla (diyor), çiçeğini verir, meyvelerini verir (diyor). Kuru dal ise (diyor), kurudukça kurur (diyor), odundan başka bir şey olmaz.” diyor.
Velhâsıl, kalbin bir rûhâniyetle dolabilmesi.
Velhâsıl, kul, ahsen olacak, ecmel olacak, ekmel olacak, bu güzel vasıflarla müzeyyen olacak.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-ʼın güzel bir ifadesi var. Diyor ki:
“Sâlih ve sâdık insanlarla beraber olun. Onlarla oturup kalkın ki onların karakter ve şahsiyeti sizlere aksetsin, size sirâyet etsin. İnsanlar, hayattayken sizleri özlesinler, vefat ettikten sonra da sizlere hasret duysunlar.”
Hazret-i Ebû Bekir Efendimizʼin bir duâsıyla bitirelim. Allah cümlemize böyle bir duâ etmeyi gönlümüze nasîb eylesin:
“Allâhʼım! Ömrümün en hayırlısı ömrümün sonu, amellerimin en hayırlısı amellerimin sonu, günlerimin en hayırlısı Sana kavuşacağım gün olsun.”
Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..