Her ibadetin bir zâhiri vardır, bir de bâtını vardır. Orucun zâhiri, fecirden gün batana kadar yiyip içmemektir. Fakat orucun bâtını; dile, kulağa ve ağıza oruç tutturmaktır. Yani yalan, gıybet, tecessüs vb. haram şeyleri söylemekten, dinlemekten uzak kalmaktır.
Meselâ bir misal vermek istersek, Abdullah Dehlevî Hazretleri bir yerden geçerken gayr-i irâdî bir gıybet sesi duydu. Hemen oradan hızlıca geçtiler.
“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” dedi.
Talebesi:
“–Üstad dedi, siz dedikodu etmediniz. Hemen oradan geçtiniz.”
“–Fakat oradan menfî esinti geldi.” buyurdu.
Yine Efendimiz zamanında:
“–Yâ Rasûlâllah! İki kadın var, açlıktan bayılacak hâle geldi. Onlar oruçlarını açsın mı?” diye Efendimiz’e geldiler.
Efendimiz de buyurdu ki:
“–Onlar oruçlarını açtılar.” dedi.
“–Yok, yâ Rasûlâllah, açmadılar. Biz yanındaydık.”
“–Yok, açtılar.” dedi Efendimiz.
“–Açmadılar.”
“–Getirin o zaman.” buyurdu. Getirdiler iki kişiyi, iki kadını.
Efendimiz:
“–Ağzınızdakini çıkartın.” dedi.
Tükürdüler, iki tane kan pıhtısı çıktı. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
Demek ki bu oruç, hakîkaten çok bir disiplin. Rûhun bir disiplini. Gündüz acıkmamak için nasıl sahurda kalkıp bir şeyler yemek lâzımsa, gündüzleri de haramdan korunmak için mâneviyat zırhıyla bezenmek zarûrî.