DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
MÜSLÜMANIN DÜĞÜNÜ VE EVLİLİK HAYATI NASIL OLMALI? (1)
Cenâb-ı Hak vahdâniyeti Zât’ına mahsus kıldı, tek. Bütün varlıkları çift olarak, birbirini tamamlayıcı unsurlar olarak halketti. Tamamlayıcı mâhiyette halketti. Zâriyat Sûresi’nde “Biz her şeyi çift-çift yarattık. Umulur ki ibret ve öğüt alırsınız.” (ez-Zâriyât, 49) buyruluyor.
Yani insanlar, hayvanlar, bitkiler çift hâlinde. Yani erkek ve dişi olarak halkoldu. Fizikî âlem de böyle. Artı, eksiye kayıyor, yağmur yağıyor. Elektriğin akımı o şekilde.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak “yalnız tek Ben’im” diyor. Vahdâniyet, Cenâb-ı Hakk’a mahsus. Kul aczini bilecek. Yaratılmış olduğunun âcizliğini, birbirine de muhtaç olduğunu insanların, idrak hâlinde olacak. Hem birbirine muhtaç, daha öteye, her kul Cenâb-ı Hakk’a muhtaç daha ötesinde.
Çift yaratılış… Cenâb-ı Hak Tûr Sûresi’nde soruyor:
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldı? Yoksa kendi kendilerini mi yarattılar?” (et-Tûr, 35)
İnsan daima bu yaratılışta kendi acziyetini idrâk hâlinde olacak.
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- insanlığın, insanın atası, Cennet’te yaratıldı. Bütün nîmetler vardı.
“‒Yâ Rabbi, bir eş!” dedi.
Âdem -aleyhisselâm-’ın bünyesinden Hazret-i Havvâ yaratıldı. Âdem -aleyhisselâm- o sırada uyumakta idi. Uyanıp yanında bir filiz gibi Havvâ’yı görünce, kalbi ona aktı, elini uzattı. Melekler o esnada:
“‒Yâ Âdem, dokunma ona, henüz nikâhınız kıyılmadı.” dedi.
Bundan sonra Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havvâ’nın nikâhları kıyıldı. Mihrin şartı olarak üç kere Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e salevât-ı şerîfe getirildi. Böylece ilk nikâh, bu şekilde Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in salevâtı ile feyiz ve rûhâniyet kazandı.
Yani Cennet’te başlayan aile hayatı, Allâh’ın kurduğu bir izdivaç kânunu altında biz Âdemoğullarına intikal etmiş, İslâm dîni ile ebedîleşmiştir.
Okunan âyet-i kerîmede, Nûr Sûresi’nde ilk başta, izdivaç Allâh’ın emri, Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden, câriyelerinizden elverişli olanları (yani evlenme kıvamına gelenleri) evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lûtfu ile onları zenginleştirir. Allah lûtfu geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (en-Nûr, 32)
Burada mühim bir teşvik var. Rasûlullah Efendimiz bu içtimâi ibadetin kıymetini ifade sadedinde şöyle buyurmuştur:
“En faziletli şefaat (yani teşvik edilen amel)lerden biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olabilmektir.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 49)
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri de buyuruyor ki:
“En üstün sadaka-yı câriye, evliliğe vesîle olmaktır. Zira onların neslinden gelen kimsenin yaptıkları her hayırda, onlara vesîle olduğu için aynı ecri alır.” buyuruyor.
Fakat bu hayırlı işte vesîle olurken de dikkat edilecek en büyük husus, küfüv yani iki tarafın birbirine maddî ve mânevî her bakımdan bir denk olması. Bu da çok mühim.
Hattâ Hazret-i Mevlânâ bu hususta buyuruyor ki:
“Zevc ve zevcenin birbirine benzemesi gerekir. Ayakkabı çiftlerine bir bak. Ayakkabının biri ayana dar gelirse ikincisi işe yaramaz. Kendini giymeye zorlarsan kendisini topal eder.”
Milletler aile yapılarının sağlamlığıyla büyür. Aile çürürse toplum da hayatını kaybeder.
Eski ailelerde daima nezâket, zarâfet, onlara bakılırdı, dikkat edilirdi ve toplumda boşanma diye bir şey de hemen-hemen yoktu, ender-i nâdirattandı. Ve bugünkü durumu görüyoruz maalesef. Bugün maalesef aile hayatında büyük bir çöküntü var. Boşanmalar artıyor. Demek ki buradaki bir mânevî hayatta noksanlığını görüyoruz.
Erkek ve hanım, birbirini tamamlayan boyutları. İki tarafın hak ve hukuklarını iyi muhafaza etmesi zarurîdir. İlâhî tâlimat dışına çıkınca, yuvalar zedelenir.
İslâm, insan ömrünü ve hayatını en güzel şekilde tanzim etmiştir. İslâm, insanın hayat haritasıdır.
Bütün mahlûkat, bir nesil yetiştirmek üzere tanzim edilmiştir. Bütün mahlûkata baktığımız zaman; civarımızda kedi, köpek vesâire, hepsi bir nesil yetiştirme endişesi içindedir.
Bir mü’minin de aslî vazifesi, Cenâb-ı Hakk’a kul olacak örnek bir nesil yetiştirmektir. Arkasında mal mirasından ziyade, en güzel miras, arkasında bir insan mirası bırakabilmek. Yani bir İslâm şahsiyet ve karakterini taşıyacak bir evlâtlar bırakabilmek. En büyük servet, en büyük zenginlik ise Cenâb-ı Hakk’a kul olabilmektir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Miraç’ta Cenâb-ı Hak;
“‒Ey Rasûlüm, Sen’i neyle şereflendireyim?” diye sordu.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“‒Yâ Rabbi, Ben’i Sana kul olmak nisbetiyle, Sana kul olmak şerefiyle beni şereflendir.” buyurdu.
Yavrularımıza bırakacağımız en büyük miras, âhiret mirasıdır. İslâm’ın karakter ve şahsiyetini miras bırakabilmektir.
Câlib-i dikkat bir hadîs-i şerîf vardır. Tabi bu hadîs-i şerîf İbn-i Ömer’e ama, Hazret-i Ömer’in oğlu, fakat hepimize râcî. Efendimiz buyurdu ki Abdullah bin Ömer’e:
“Ey Ömer’in oğlu Abdullah! Dînine dikkat et, dînin senin etin ve kanındır. (Yani dînin senin her şeyindir.) Dînini kimden aldığına da dikkat et. Dînini istikamet üzere olan âlimlerden öğren. Sakın, sakın istikametten sapmış olanlardan öğrenme.” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, s. 121)
Bunun da tesirini zamanımızda görmüş olduk.
Velhâsıl bu dünya bir mekteb-i âlem olarak halkedildi. İnsanın bütün ihtiyacına göre halkedildi. Zerreden küreye her şey, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî azamet ve kudret akışları, ilâhî nakışlarla dolu. Bu dünya, bu cihan, insan ve cin âleminin imtihan mekânı. Kâinat, umumî bir dershane; ibret, hikmet, sır ve kudret akışlarıyla dolu. İnsanın evlilik hayatı da ayrı bir kudret sergisi.
Bu da çok mühim. Evlilik nefsanî arzulara rûhâniyet kazandırır. Nefsanî arzuları idealize eder. Rûhânî bir evlilik, dünyadaki bir Cennet hayatı, buyrulmaktadır. Evlilik nefsânî arzuları rûhânîleştirme istikâmetindedir.
Evlilik, nikâh ve düğünle başlar. Nikâh, Allah adına tarafeynin akitleşmesidir. Nikâh, nefsânî arzuları tesirsiz hâle getirmektir. Düğünler, nikâh akdinin ilân edilmesi ve aile yuvası kurmanın sevinç ve memnuniyeti içinde, bu sevincin toplumla paylaşılmasıdır.
Yani yeni bir dünya evine adım atmaktır. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini celbedecek şekilde icrâ edilmelidir. Zira sıhhati de ihsan edecek, huzuru da ihsan edecek, Cenâb-ı Hak’tır. Nikâh ve düğün, birbirini tamamlayan unsurlardır.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz nikâhla beraber bir velîme, bir düğün yemeği verilmesini, bu düğüne de zengin-fakir ayırt edilmeden müslümanların dâvet edilmesini tavsiye buyurmuştur.
Bu hususta îkaz da vardır:
“Zenginlerin davet edilip fakirlerin çağrılmadığı düğün yemeği ne fena bir yemektir.” buyuruyor Efendimiz. (Buhârî, Nikâh, 72; Müslim, Nikâh, 107)
Düğünlerden bir gaye de, gelen huzzâr-ı kirâmdan dua almaktır.
Toplumun düzeni, fertlerin iffetli yaşamasına bağlıdır. Ve iffet, insana ait bir keyfiyettir. Hayvanatta iffet anlayışı yoktur, onlar serbesttir. Fakat insan, iffeti ile şahsiyet ve karakter sahibidir, iffeti ile müzeyyendir.
İffet, Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği büyük bir lûtuftur. Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, Meryem Vâlidemiz’in ismini otuz dört yerde zikrederek, onu senâ eder, över. Onun hakkında; “İffetini koruyan Meryem.” buyurur. (Bkz. el-Enbiyâ, 91)
Kadın ve erkek iffetini korursa toplumun en kıymetli varlığı olur. Zarâfet timsâli olur. Lakin erkek ve hanım, haysiyetini yitirirse, o zaman toplumda çatırdamalar başlar. Bunun için denilmiştir ki;
“Bir erkeği terbiye edin, bir insanı yetiştirmiş olursunuz. Bir kadını terbiye edin, bir aileyi hattâ toplumun büyük bölümünü yetiştirmiş olursunuz.”
Zira âyet-i kerîmede:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا
(“…Rabbimiz! Bize eşler bağışla!..” [el-Furkân, 74]) olarak buyrulur.
Hanımlar şefkat numûnesidir. Ki evlâdını o şefkatle terbiye eder. Hattâ Kur’ân-ı Kerîm’de, Rûhu’l-Beyan’da buyrulur, “terâib” kelimesinde; meselâ bir sel olsa çocuk sele düşse, anne âkıbetini düşünmeden kendini sele atar. Baba hüzünlenir, bir yerde ağlar ve bekler.
Her salihâ kadın, erkek için mukaddes bir kalkandır. Kadın -buyruluyor-; “Kendi başına ne gül goncasıdır ne de diken. Eğer yetiştirmesini bilirsen gül olur, tutmasını bilmez isen kendi hâline bırakırsan o zaman diken olur.”
Gerçek anneler, salihâ anneler, ömürlük bir teşekküre lâyıktır. Fakat bugün materyalist dünya, anneler günü yapıyor, babalar günü yapıyor. Ama senede bir gün. Mal satmak için böyle bir şey ihdâs ettiler. Gaye, orada annenin faziletine, babanın faziletine ittibâ değil, mal satmaktır.
İslâm’da ise anne ve baba, her zaman hürmet edilecek, yardım edilecek. Cenâb-ı Hak âyette “قَوْلًا كَرِيمًا” buyuruyor. “Yaşlanır, ihtiyarlar, sen ona kanatlarını ger.” buyuruyor. “Onun için dua et” buyruluyor. “قَوْلًا كَرِيمًا” onlarla da konuşurken, onlarla keremli, iltifatlı olarak konuş, buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-İsrâ, 23-24)
Cenâb-ı Hakk’ın bir ismi de “el-Vedûd”dur. Yani muhabbetin merkezi Cenâb-ı Hak’tır. Bütün muhabbetler Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaya bir vesîle olacak, meşrû muhabbetler.
Meşhur tasavvufî kitaplarda, Leyla ve Mecnun hikâyesi vardır. Leyla’nın sevgisi, Cenâb-ı Hakk’a yükselten bir merdivendir. Bunun için dünyevî muhabbetleri bir Leyla olarak görmek, onlara takılmamak lâzım, onlar merhale olacak. Asıl mârifet, o vesîlelerle Cenâb-ı Hakk’a ulaşabilmek. Bu şekilde muhabbetin lezzetini tadabilmek. Cenâb-ı Hakk’a güzel bir kul olabilmek neticede.
İbretli bir hâdise var Cennet’te. Şeytan idlâl etti, dedi:
“Siz dedi, Cennet’te dâimî kalmak için dedi, bu yasak meyveye yaklaşın.” dedi. Murâd-ı ilâhî ile onlar da yaklaştı. Çünkü insan nesli dünyada (imtihan edilecek), onlar dünyaya indirilecek, bir gerekçe olacak. Ve onun için, onlara bir ceza verdi Cenâb-ı Hak. Onlar çıplak olarak kaldılar. İkisi var, ikisi de çıplak olarak kaldılar. Derhal yapraklarla örtündüler. Hemen istiğfâr ettiler.
Demek ki çıplaklık, insan hayatını, insan haysiyetini, insan vakarını zedeliyor. Ve onu diğer mahlûkatın seviyesine düşürüyor. İnsan dışındaki mahlûkat çıplaktır. Cenâb-ı Hak, kalbin korunması için de âyet-i kerîmede; “takvâ elbisesi” buyurmaktadır. (el-A‘râf, 26)
Toplumun müşterek sevinci olan düğünleri, Efendimiz tervic eder, teşvik eder. Allâh’ın hükümlerine göre icrâ edilen nikâh meclisleri ve cemiyetleri mübarektir, duaların kabul olacağı mekânlardır. Bu düğünde evlenenlerin en büyük ihtiyacı da ümmet-i Muhammed’in duasıdır.
Onun için sâlihler, fakirler, garipler vesâire, bu merasime iştirak ettirilmelidir, onların duaları alınmalıdır. Çünkü yeni bir hayatın başlangıcı olan bu evlilikte hayat, takvâ temelleri üzerine inşa edilmelidir.
Yeni bir hayata başlarken, işte bu merasim, Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ile, mânevî sohbetlerle, Cenâb-ı Hakk’a dualar ve ilticâlarla olmalıdır. İnsan en çok duaya muhtaçtır. Peygamberler bile dua hâlindedir.
Cenâb-ı Hak Furkan Sûresi’nde:
“Onlara söyle (buyuruyor gafillere) onların duaları olmasa onlar ne işe yarar?” buyuruyor. (Bkz. el-Furkân, 77)
Demek ki bu düğünlerde de en çok muhtaç olduğumuz, evlenen bu gençlerin saâdeti için Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmek ve dua etmek olacak. Onun için toplumun fakir, zengin, vesaire, şu bu, rütbe, şu bu almadan, bütün kesiminden bu düğünlere davet edilmeli. O düğünlerde onların duaları alınmalıdır.
Bilhassa fakirlerin, sâlihlerin ihmal edildiği ikramlarla adım atılmamalıdır. O aile yuvası da Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, inâyeti ile bereket tecellî etsin o yuvada. O yuvada Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhânî dokusundan hisseler tecellî etsin.
O yuvada göz nûru olacak hayırlı nesiller yetişsin. Maalesef, maalesef, maalesef bugün pek çok düğün İslâmî ölçü ve hassasiyetlerden uzaklaşarak icrâ ediliyor. Müslümanların düğünü, gayr-i müslimlerin düğünü gibi olmamalıdır.
Aile içinde maddî ve mânevî yıkım sebebi olan israf çılgınlıkları, gösteriş, riyâ, bunlar düğünlerde olmamalıdır. Bu güç gösterisi israf, bir felakettir. İsraf edenlere Cenâb-ı Hak; “…Şeytanların arkadaşlarıdır. Şeytan ise Rabbine çok nankördür.” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 27)
Demek israf olunca o düğünde bereket ve rahmet, o düğünde olması mümkün değil. Kadın-erkek ihtilâtlarının olduğu, mahremiyetin çiğnendiği yerde olmamalıdır düğünler.
Helâl-haram sınırlarının unutulduğu bir merasim de olmamalıdır. İslâm’ın tanımadığı bu hâller, evliliğin rûhâniyet tarafını zedeler. Zira saâdeti ihsan edecek, Cenâb-ı Hak’tır.
İslâm bir bütündür. Hayatın her safhasında yaşanır ve bazı safhalarda terk edilemez.
Hayatımızın her safhasını İslâm’ın ölçüleri ile düzenlememiz zarurîdir. Bunun için İslâm’ın hassasiyetleri, ahlâkı ve rûhâniyeti, düğünlerimize aksetmelidir ki Cenâb-ı Hakk’ın o düğünlerde rahmeti tecellî etsin.