Musîbetlerin Bâtınî Sebepleri

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

Musîbetlerin Bâtınî Sebepleri

Günümüzde bütün dünya bir virüs iptilâsıyla karşı karşıya. Her hâdisenin bir zâhirî bir de bâtınî sebebi vardır. Zâhirî sebep; yok kadar bir mahlûk, bütün mahlûkâta meydan okuyor. Bir nakarat vardır halk ağzında; “korku dağları sardı”. Bütün dünya bir korkunun içinde.

Tabi bu, ilâhî bir ihtar. Kimine ceza, kimine ihtar, kimine, salih mü’minler için de eğer hastalığa uğramışsa veyahut da vefat etmişse Cenâb-ı Hak ona da şehid sevabı ihsân ediyor. Bu, zâhirî sebep bu.

Bâtınî sebep ise, Rasûlullah Efendimiz “hercümerç” buyuruyor. Yani kıyamete yakın ümmete bir hercümerç olacağını bildiriyor. Yani kimin kimi niye öldürdüğünü, niçin öldürdüğünü bilmemesi. (Bkz. Müslim, Fiten, 55-56; Hâkim, Müstedrek, IV, 504/8412. Krş. Buhârî, İlim, 24)

Bunun için, bir hercümerç yaşanıyor. Kimin kimi niye öldürdüğü, müslüman müslümanı vuruyor…

Diğer taraftan alenî iffetsizliğin artması, faiz, rüşvetin çoğalması, bilhassa iffetin unutulması. İffet unutulmakla beraber, âhiretin unutulması. Zira;

“اَلْحَيَاءُ مِنَ الْأِيمَانِ”

“Hayâ îmandandır.” (Buhârî, Îman, 16)

Ne kadar ibretlidir ki bu virüs insanları hedef alıyor, hayvanlara geçse bile hayvanlara bir zarar vermiyor. Hiçbir hayvan sürüsünün öldüğünü görmüyoruz.

Yine bahsettiğimiz bu hâdise, kimine bir ihtar, kimine de bir ceza mâhiyetinde. Tarihte “benim” diyen, kibirlenen nice devletler, sıkıntı yaşamışlardır. Bugün de kibirlenen nice devletler sıkıntı yaşamaktadır. Mültecilerden esirgedikleri paranın kat kat fazlasını bu KORONA’dan korunmak için sarf etmektedir.

Virüsler… 80’li yıllarda AIDS hastalığına sebep olan HIV virüsü çıktı. Bu hastalığın cinsî yol ile uyuşturucu âleminde çok görülen bir hastalıktı. Bu, sefahate gömülmüş toplumlara ağır bir ceza idi. Ağır bir musibet oldu. İffet hassasiyeti ne kadar yüksek ise o toplumda da AIDS o kadar az görüldü. Bu virüs, bugüne kadar 32 milyon insanın ölmesine sebebiyet verdi.

Bir virüs bitse, bir başkası başlıyor. Çünkü insan, âhiret âlemini tam mânâsıyla ihâta edemiyor. Bunlar birer ibret, ders…

Nedir virüs o zaman? Virüs, bir mahlûk. Gözle görülmeyen, yok kadar bir varlık. Yani nasıl bir atomu görmek mümkün değil zâhirî gözle. Bir tozu görüyoruz ama, bir virüsü görmek mümkün değil. Fakat bu, insanın canına kastediyor. İnsan vücudunu mekân olarak kullanarak yayılıyor ve insanlığa zarar veriyor.

Yani virüs, çok ibretâmiz bir varlık. Cenâb-ı Hak eğer âmâde etmişse -şu dünya şeyine baktığımız zaman, dünya sahnesine- koca bir deve sürüsünü küçücük bir çocuk çekip götürüyor. Fakat Cenâb-ı Hak âmâde etmemişse küçücük bir virüs insanı ve koca devletleri çökertiyor. Bir virüs giriyor, koca bir pehlivanı yere seriveriyor.

Yani KORONA diye meşhur olan virüste olduğu gibi Çin ve emsâli büyük devletlerin ekonomileri sıkıntıya girdi. Bunlar, ibret almasını bilen insanlar için ilâhî dersler.

Yine bu hâdise, ibret almasını bilerek ibadet ve tâat hususunda gayretini artıran kimseler için Hakk’a yakınlık ve terfi-i derecâttır. Kimine de bir imtihan sırrı, musibet. Ve âhireti hatırlatıyor.

Hazret-i Abdullah bin Ömer şöyle naklediyor:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bize yönelerek şöyle buyurdu:

«Ey Muhâcirler cemaati! Beş şey vardır ki onlarla müptelâ olduğunuzda ben sizin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım.

(Yani Efendimiz çok raûf, çok merhametli, ümmetinin bu iptilâya uğramasını arzu etmiyor. Ondan sonra bu iptilânın hususiyetlerinden bahsediyor.)

  1. Bir milletin içinde zinâ, fuhuş ortaya çıkıp nihâyet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde (günümüzde var mı yok mu), mutlakâ aralarında vebâ salgını, daha önceki milletlerde vukû bulmamış başka hastalıklar yayılır…»”

Biri bitiyor, biri geliyor.

İki; ticâret hayatına haram bulaştıran bir millete, eğer hayvanlar olmasa Cenâb-ı Hak yağmur indirmezdi cezâ olarak.

Üçüncüsü;

“…Mallarının zekâtını vermekten kaçınan bir millet…”

“…Allâh’ın ahdini/emirlerini, Rasûlullâh’ın Sünnet’ini terk eden milletin başına gelen mutlakâ…” Efendimiz, musibetlerden bahsediyor.

“…Cenâb-ı Hak (kendilerinden) olmayan bir düşman iptilâsıyla karşı karşıya bırakır.” buyuruyor.

Ondan sonra beşincisi:

“…Öndeki insanlar Allâh’ın Kitabı’yla amel etmeyip Allâh’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe (istediklerini bırakmakta)…” (Bkz. İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)

İşte bu da aynı günümüzde var.

Bunları telâfi için bilhassa bu üç aylarda üzerinde duracağımız hususlar:

  1. İstiğfar ve tevbeyi çoğaltmak.
  2. Şifa ve rahmet olan Kur’ân-ı Kerîm ile daha çok ünsiyetimizi artırabilmek. Bilhassa her gün Yâsîn, Fetih Sûresi ve şifâ âyetlerini okuyabilmek.

Sadaka vermek. Zira; “Sadaka belâları defeder.” buyruluyor. (Bkz. Tirmizî, Zekât, 28/664; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 108)

İslâm’ı yaşamak ve ailemizden başlayarak İslâm’ı yaşamanın ve yaşatmanın gayretinde olabilmek. Yani emr-i bi’l-mârûf, nehy-i ani’l-münker’de bulunabilmek.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Sizler insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz (hayırhah bir ümmetsiniz) mârufu emreder münkerden nehyedersiniz…” (Âl-i İmrân, 110)

Bir de Yunus -aleyhisselâm-’ın şu duâsını bol bol okumak zarûrî. O da iptilâya mâruz kaldı. Tebliğden üç gün evvel ayrıldı, kırk gün tebliğ edecekti. Baktı otuz yedinci gün, yüz bin kişiden iki kişi hidâyet buldu. Üzüldü çok. Mahcup şekilde ayrıldı. O üç gün (erken) terk ettiği için Cenâb-ı Hak bir ceza verdi. O balığın karnında:

لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

(“…Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum!” [el-Enbiyâ, 87]) diye dua etti.

Demek ki bu duâ da çok mühim. İşlediğimiz birtakım taksirâta, gaflete karşı bu duâyı okumamızda -inşâallah- büyük fayda var.

Diğer taraftan, zâhirî bakımdan olarak bir misal burada:

İskenderiye Mukavkısı Peygamber Efendimiz’e pek çok hediye ile birlikte bir doktor gönderdi. Doktor bir müddet kaldı. Baktı hiç hasta yok. Efendimiz dedi ki doktora, hediyeler verdi doktora:

“–Ailenizin yanına dönebilirsiniz dedi. Çünkü biz, acıkmadıkça yemeyen bir kavimiz. Acıkmadıkça yemeyen bir kavimiz. Yediğimiz zaman da doyuncaya kadar yemeyiz.” buyurdu. (Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III, 299)

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Midenin üçte biri yemek, üçte biri su, üçte biri hava olacak.” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 47)

Sıhhat alâmeti…

Yine sahâbî, başta Rasûlullah Efendimiz’i örnek almak sûretiyle… Efendimiz ve ashâb-ı kirâm yemekle değil, yedirmekle doyarlardı. Demek ki bu da yedirmekle doymak da büyük bir şifa olmuş oluyor.

Yunus -aleyhisselâm-’ın duâsı:

“Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum.” (el-Enbiyâ, 87)

Mâhiyeti itibariyle Yunus -aleyhisselâm-’ın çırpınması bu.

Yine bu bütün duâlarımız -şunu unutmayacağız- kabule muhtaç.

Yani biz; “dua ettim, şu kadar namaz kıldım, şu kadar şey yaptım…” Yine kul Cenâb-ı Hakk’a ilticâ hâlinde olacak. Cenâb-ı Hak:

“Eğer onun zikrini, istiğfarını eğer kabul etmeseydik onu balığın karnında kıyâmete kadar bırakırdık.” buyuruyor. (Bkz. es-Sâffât, 143-144)

Yine kalem sûresinde:

“Eğer nimetimiz yetişmeseydi (yani onun ettiği duâ-istiğfârı eğer kabul etmeseydik) onu kurak bir yere atardık.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Kalem, 48-49)

Demek ki bu hâdise de bize ibret. Demek ki ibadette kusur etmemeye gayret edeceğiz. Kulluğumuzu artırmaya, rûhâniyetimizi artırmaya gayret edeceğiz. Yine Cenâb-ı Hakk’a bir ilticâ hâlinde olacağız.

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, talebesine yazdığı bir mektupta:

“Oğlum diyor, bugüne kadar diyor, işlediğim diyor, hiçbir amel diyor, güvenmiyorum diyor. Benim son nefesim için dua et, ancak Allâh’ın rahmetine güveniyorum. Allâh’ın rahmetine sığınarak gidiyorum.” buyuruyor.

Velhâsıl insan bu KORONA hâdisesinden dolayı, insana büyük, Cenâb-ı Hak ders veriyor bütün dünyaya; insan aczini idrak edecek.

Cenâb-ı Hak şımaran Firavun’u Kızıldeniz’de helâk etti.

İlâhlık taslayan Nemrud’u topal bir sinekle helâk etti. Topal sinek, gözüken bir sinekti. Fakat virüs gözükmüyor.

Kibirli Ebrehe’yi, fillerden oluşan ordusunu küçük kuşlarla perişan etti. Yani o zaman sanki tanklar gibiydi o filler. O filler sanki yenilmezdi. Cenâb-ı Hak ufacık kuşlarla helâk etti.

Tarih boyunca bu tecellîler, görebilen gözler için daima var olmuştur.

1912 yılında -hâşâ- “bu gemiyi Allah bile batıramaz” dedikleri Titanic daha ilk seferinde bir buz dağına çarparak battı.

1986 yılında “meydan okuyan” adı verilen uzay mekiği fırlatıldıktan kısa bir süre sonra infilâk etti.

Şimdi ise gözle görülemeyen küçücük bir virüs, insanoğlunun acziyetini, diğer taraftan Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz kudret ve azametini tefekkür ettiriyor.

Âyet-i kerîme, o kıyâmetin bir dehşetini hatırlatıyor:

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ

“O gün insan «Kaçacak yer neresidir?» diyecek.” (el-Kıyâme, 10)

Âyette:

“Hayır, hayır! (Kaçacak) sığınacak yer yoktur! O gün, varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.” (el-Kıyâme, 11-12)

Bugün baktığımız zaman, çok ufak, kritik bir an, ufak bir numune. İşte bugün dünyada kaçacak bir yer var mı virüsten? Cenâb-ı Hak âhirette olacak bir hâdisenin çok küçük bir zerre bir misalini veriyor. Herkes virüsten kaçmanın planını yapıyor, fakat kaçacak bir yer yok. Her yerden gelebilir. Bu hakikatle insan bir ölüm tefekkürü hâline girmesi lâzım.

Gerçi Cenâb-ı Hak o kadar misaller ihsân ediyor ki, meselâ her gece bir uykuya dalıyoruz. Bu bir ölüm tatbikâtı. Sabahleyin uyanıyoruz, “ba‘sü ba‘de’l-mevt” ölümden sonra bir diriliş sanki. Ölüm, herkes için mukadder bir son.

Bu sebeple kâinat kitabının sayfalarını iyi okuyabilmek lüzumlu. Fânîliği idrâk ederek yaşayabilmek zarûrî. Rabbimiz, kendisine dost olabilenler için hiçbir korku ve hüzün olmayacağını haber veriyor.

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

 “…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62)

Kimler onlar? Cenâb-ı Hak’la dost olanlar bu dünyada. Kimler o dost olanlar?

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Selîm bir kalple Rabbin huzuruna gidenler.

Nasıl insan doğduğu zaman tertemiz doğuyor; aynı o şekilde ibadet, muâmelât, muâşeret vs. ile Rabbin huzuruna tertemiz gidebilmek. Oradan Cennet’e bir davet çıkıyor, nefs-i mutmainneye:

(Sâlih) kullarıma katıl ve Cennet’ime gir.” (el-Fecr, 29-30) buyuruyor Rabbimiz.