Mü’minin Fârik Vasfı Hizmettir

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

MÜʼMİNİN FÂRİK VASFI HİZMETTİR

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, latîf, mübârek, mücellâ, musaffâ, pâk rûh-i tayyibelerine, ehl-i beytʼin, ashâb-ı kirâmʼın, enbiyâ-i izâmʼın, sâdât-ı kirâm hazarâtının rûh-i şerîflerine, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…

Muhterem Kardeşlerimiz!

Tevbe Sûresiʼnin son iki âyeti okundu. Orada Cenâb-ı Hak bize Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi tanıtıyor. Yakından tanımamızı istiyor:

“…İçinizden bir peygamber…” (et-Tevbe, 128) Tanıyorsunuz, biliyorsunuz.

“…Sizlere çok raûf ve çok rahîm.” (et-Tevbe, 128)

Çok merhametli ve çok şefkatli. Yani Kurʼân-ı Kerîmʼin hiçbir yerinde diğer bir peygamber için Peygamberimizʼe olan bu iltifat yok.

Demek ki bir müʼminin de; (Cenâb-ı Hakkʼın en çok Kurʼân-ı Kerîmʼde “Rahmân ve Rahîm” esmâsı geçiyor) bir müʼminin de…

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ : (Kişi sevdiğiyle beraberdir. [Buhârî, Edeb, 96])

Rasûlullah Efendimizʼe benzemesi. Demek ki çok şefkatli ve çok merhametli olması…

Fetih Sûresiʼnin son âyetinde de Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Efendimizʼin yanında bulunanlar(dan bahsediyor.) Kimler onlar?

“Muhammed, Allâhʼın Rasûlüʼdür (-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz). Oʼnun yanında bulunanlar, (Allah düşmanlarına karşı, Rasûlullah düşmanlarına karşı) mukâvim, tâvizsiz…” (el-Fetih, 29)

İslâmʼı yaşayacak, İslâmʼın şahsiyet ve karakterine uygun şekilde hayatını tanzim edecek ve bir tâviz vermeyecek İslâmʼda.

“…Müʼminlere karşı da çok merhametli…” olacak. (el-Fetih, 29) Bir kardeşlik yaşanacak. İbadetten, ondan sonra Cenâb-ı Hak, namazdan;

“…Sen onları rükû ederken ve secde ederken görürsün…” (el-Fetih, 29) buyuruyor. Demek ki bir müʼminin bir rükûsu, bir secdesi bir ihtişam sergileyecek; bir rûhâniyetle dolu olacak.

Cenâb-ı Hakʼtan ne talep ederler, bu, Efendimizʼin yanında bulunanlar?

“…Cenâb-ı Hakʼtan fazîlet ve rızâ isterler…” (el-Fetih, 29) Başka bir şey istemezler. Fazîlet sahibi bir müʼmin olabilmek, bir de Allâhʼın rızâsını elde edebilmek.

مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ

“…Secde alâmeti görürsün onlarda…” (el-Fetih, 29) buyuruyor. Bir nûrâniyet, bir huzur hâli görürsün, buyruluyor.

“…Bu, Tevratʼtaki misaldir…” (el-Fetih, 29) buyuruyor.

İncilʼdeki misal ise diyor Cenâb-ı Hak bir misalle bildiriyor: Bir bahçıvan bir tohum eker, fidan büyür, kalınlaşır, bu, eken bahçıvanı sevindirir. Tabi bu, kâfiri de küffârı da İslâmʼın intişârı, onu da çok öfkelendirir. (Bkz. el-Fetih, 29)

Yani, demek ki burada bir hizmete Cenâb-ı Hak bizi yönlendiriyor. Demek ki bir müʼminin fârik vasfı hizmet olacak.

Allah kendisine ne verdi? Verdiği bütün imkânlarla Allah yolunda hizmet edecek. Güzel bir nesil yetiştirecek arkasından. İslâmʼın inkişâfına vesîle olacak.

Velhâsıl, Allah da onlara ne vaad ediyor, o îmân edip amel-i sâlih işleyenlere? Cenâb-ı Hak onlara mağfiret, ve onlara çok ecir ihsân eyliyor, vaad ediyor. (Bkz. el-Fetih, 29)

Cenâb-ı Hak cümlemize -inşâallah- Rasûlullah Efendimizʼin ahlâkıyla ahlâklanmayı, Oʼna bir hayırlı ümmet olmayı (nasîb eylesin).

Efendimiz “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet).

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ buyuruyor.

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Demek ki Oʼnun ümmetinin de bir rahmet ümmeti olması, İslâmʼın şahsiyetini, İslâmʼın karakterini temsil edebilmesi… Cenâb-ı Hak bu şekilde bir kul olabilmemizi arzu ediyor.

Tabi, Efendimizʼi yakından tanıyabilmek. Biz ancak kendi emsallermizi yakından tanıyabiliriz. Rasûlullah Efendimiz, bütün peygamberlerin üst noktasında. En üstünde.

Yalnız O, “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” bütün âlemlere rahmet, sırf bulunduğu topluma değil. Gelecek asırlara, tâ kıyâmete kadar gelen bütün insanlara büyük bir rahmet. Bir müʼminin de Oʼnu temsîlen rahmet insanı olması (gerekir).

İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“Allah Teâlâ kendi katında Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼden daha kıymetli bir insan yaratmamıştır. Zira Cenâb-ı Hakkʼın Oʼndan başka birinin hayatına yemin ettiğini işitmedim.” buyuruyor.

Cenâb-ı Hak yalnız Rasûlullah Efendimizʼin hayatı üzerine

“لَعَمْرُك” buyuruyor. Oʼnun hayatı üzerine yemin olsun, andolsun diyor. (Bkz. el-Hicr, 72)

Yani Cenâb-ı Hakkʼın insanda tecellî eden bir hârikası, bir mûcizesi Efendimiz. Her insan ne kadar problemi varsa, 23 senelik nebevî hayatında, onda kendi problemini çözer. Fakat yaklaştığı nisbette, takvâ sahibi olduğu nisbette. Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimizʼe “لَعَمْرُك” buyuruyor Hicr Sûresiʼnde. Oʼnun ömrüne yemin ediyor.

Asr Sûresiʼnde Oʼnun yaşadığı asra yemin ediyor. Yani kendimizi (bunlar üzerinde) yoğunlaştırmamız.

Beled Sûresiʼnde Oʼnun beldesine yemin ediyor.

Yâsîn Sûresiʼnde Oʼnun nübüvvetine yemin ediyor.

Bir de Efendimizʼin alâkası olan her şeyi de Cenâb-ı Hak kıymetlendiriyor. Meselâ:

Oʼnun nesebini hayırlı kılıyor. Sâdât ve şerîf âileleri oluyor.

Ehl-i Beytʼi tathîr ediyor, Ehl-i Beytʼi temizliyor Cenâb-ı Hak, tathîr ediyor.

Akrabalarına sevgi gösterilmesini arzu ediyor.

Oʼnun kavmini ve aşiretini şereflendiriyor.

Hanımlarını da müʼminlerin annesi kılıyor, ümmehât kılıyor. Her hanımının ayrı ayrı fârikaları var. Hazret-i Fâtıma Vâlidemizʼin ayrı fârikası var. Hasan, Hüseyin Efendilerimizʼin ayrı fârikaları var.

Amcası Hazret-i Hamzaʼyı “şehidlerin efendisi” eyliyor.

Ashâb-ı kirâmını takvâ ehli kılıyor ve onları bütün insanlık içinden seçerek Oʼna sahâbe eyliyor.

Cenâb-ı Hak bizim de -Tevbe Sûresiʼnin 100. âyetinde- Oʼnun ashâbına benzememizi Cenâb-ı Hak istiyor.

“İslâmʼa ilk giren Muhâcirler (Mekkeliler) ve (Medîneliler) Ensar ve onlara tâbî olan ihsan sahipleri…”

Yani Mekkelilere, Medînelilere benzememizi arzu ediyor Cenâb-ı Hak.

Oʼnun yaşadığı asrı Âdemoğulları için en hayırlı bir asır kılıyor. Orayı asr-ı saâdet eyliyor. Bir fazîletler medeniyeti meydana geliyor orada.

Kıblesini; insanlığı, Âdem -aleyhisselâm-ʼı ilk yarattığı, Kâbeʼye yönlendiriyor. İlk yapılan mâbede yönlendiriyor.

Kurʼân-ı Kerîmʼi korumayı kıyâmete kadar kendi üzerine Cenâb-ı Hak vaad ediyor, kendi üzerine alıyor. Tevratʼta, İncilʼde, Zeburʼda yok bu, yalnız Kurʼân-ı Kerîmʼde.

Bir de beldesini harem kılıyor. Nasıl Mekke bir haremse, Medîne-i Münevvereʼyi de harem kılıyor.

Oʼnun mescidinde/Ravzaʼda kılınan namazı bin namazdan daha faziletli kılıyor. Kendisine yolculuk yapılan üç mescidin arasında olmuş oluyor.

Minberini Cennetʼte Havzʼın üzerinde eyliyor. Evi ile minberi arasını Cennet bahçelerinden bir bahçe eyliyor.

Uhudʼu Cennet dağlarından bir dağ olmuş oluyor.

Ümmetini merkez ümmet, en hayırlı bir ümmet kılıyor. Ve diğer ümmetlere şâhit olarak gönderiyor.

Her insanın bir şeytanı vardır peşinde. Kirâmen Kâtibîn var, bir de şeytanımız var. Yani bir kalabalıkla geziyoruz dâimâ. Efendimizʼin yanında bulunan şeytana bile ikram etmiş, ona İslâmʼa girmeyi nasîb etmiştir. O da Peygamber Efendimizʼe hayırdan başka bir şey emretmemiştir.

Cenâb-ı Hak Oʼna bütün bunların daha fazlasını ikram ve ihsan eylediyse Oʼnu çok seviyor demektir. Çok çok, en çok Oʼnu seviyor demektir. O hâlde biz de Oʼnun kıymetini takdir etmeye, Oʼna ihtiram göstermeye, Oʼnu yüceltmeye ve sevmeye koşmamız zarûrî.

Yani Cenâb-ı Hak, Efendimizʼin alâkası olan şeyleri tekrim ediyor, onlara bir izzet veriyor. Demek ki bizim de alâkamız ne kadar Rasûlullah Efendimizʼle? İbadetlerimiz ne kadar benziyor? Hâlimiz ne kadar benziyor? En başta akîdemiz ne kadar benziyor? Muâşeretimiz ne kadar benziyor? Ahlâkımız ne kadar benziyor? O kadar, demek ki ne kadar benziyorsak, Efendimizʼin alâkası bizim üzerimizde artıyor demektir.

Çünkü:

“Ben kıyâmette sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Sakın günah işleyerek benim yüzümü kara çıkartmayın.” buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Demek ki biz de burada Rasûlullah Efendimizʼle alâkamızı artırmaya gayret etmemiz, Oʼnun o güzel sıfatlarıyla müzeyyen hâle gelebilmemiz, bunun gayreti içinde bulunabilmemiz… Ashâb-ı kirâmın derdi buydu. Yani Oʼnun ibadeti nasıldı? Efendimiz:

“Benim kıldığım gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Ezân 18) Benim gibi olun buyuruyor.

Demek ki biz de her ânımızda;

“Ben ne kadar Oʼna benziyorum? Rasûlullah Efendimiz benim yanımda olsa benim bu hâlime memnun olur mu? Yoksa bu hâlimden benim üzülür mü?..”

Demek ki bir müʼmin de dâimâ bu endişe içinde olacak ki, Rasûlullah Efendimizʼle ne kadar alâkamız artarsa Cenâb-ı Hakkʼın indinde de o kadar bizim seviyemiz artmış oluyor.

Mühim olan üç tane tâlimat var. Üç tane şart var:

İlk inen âyet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

Yaratılışımız;

لِيَعْبُدُونِ (“…Bana [Allâhʼa] kulluk etsinler diye.” [ez-Zâriyât, 56])

لِيَعْرِفُونِ (Beni [Allâhʼı] bilsinler diye…)

Allâhʼa kul olmak.

لِيَعْرِفُونِ; Cenâb-ı Hakkʼı kalpte tanıyabilmek. Yani mârifetullahʼtan bir nasîb alabilmek.

Kalp, nefsânî arzuları bertaraf edecek, rûhânî istîdatları…

Cenâb-ı Hak:

نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor. Cenâb-ı Hakkʼın verdiği istîdatları…

“Benî Âdemʼi mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) diyor. O mükerrem istîdatları kul inkişâf ettirecek, nefsânî arzuları bertaraf edecek, kendini dâimâ ilâhî kameranın altında olduğunun idrâki içinde yaşayacak. Ve kalp inkişâf edecek.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Her gördüğü şeyde Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayacak.

Gözünü düşünecek: Nasıl ufacık, beş gramlık bir madde, devamlı fotoğraf çekiyor, hafızaya atıyor, hatırlıyor vs…

Kulak… Bütün uzuvlar ayrı…

Cenâb-ı Hak semâ ile tefekküre dâvet ediyor, gökyüzüyle. Bak diyor, kaldır başını diyor, bir fütur görüyor musun diyor, kaldır tekrar bak diyor. (Bkz. el-Mülk, 3-4)

Atmosferle, o semâ âlemiyle defalarca Cenâb-ı Hak. Yağmurla. Nasıl bir su çıkıyor, tâ Güneş bunu buharlaştırıyor. Her türlü su. İyi su, kötü su, idrar vs. şu bu, lağım suyu, hepsini Güneş buharlaştırıyor, semâda temizleniyor, tekrar indiriyor.

Belki şu bardaktaki su belki milyon sefer semâya indi çıktı; temizlene temizlene geldi. Yani yediğimiz gıdâlar… Kim veriyor bunu, kim ikram ediyor?

Cenâb-ı Hak:

“…Şükreden kullarım azdır.” (es-Sebe’, 13) buyuruyor.

Demek ki mahlûkâtı bizim için çalışıyor. Toprak bizim için, her şey bizim için. Demek ki dâimâ kul besmeleyle başlayacak, hamdeleyle bitirecek ve tefekkürle görecek. Kalbi görecek ve tefekkür hâlinde olacak. Yani tasavvuf, tefekkürü zirveleştirir. Çünkü kalbî hayatı inkişâf ettirdiği için, tefekkür zirveleşir…