Mü’minden Dâimâ Güzellik Sâdır Olmalı

Genç Dergisi, Yıl: 2023 Ay: Eylül Sayı: 204

Muhterem Efendim, günümüzde sosyal medya mârifetiyle gönüllere huzur ve inşirah veren güzelliklerin çok hızlı yayılmasına mukâbil, maalesef kalpleri allak bullak eden çirkinliklerin de hızlı bir şekilde yayıldığını görüyoruz. Hattâ bunlar, çoğunlukla güzel husûsiyetleri bile gölgede bırakıyor. Bunlar karşısında mü’min, nasıl bir hassâsiyet sergilemeli?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde bir mü’mini şöyle târif buyuruyorlar:

“Mü’min, bal arısına benzer. Temiz olanı yer (helâl yer), temiz olan şeyler ortaya koyar (Hakk’ın rızâsına uygun işler yapar), temiz yerlere konar (sâlih ve sâdık kişilerle görüşür) ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” (Ahmed, II, 199; Hâkim, Müstedrek, I, 110 [1/76])

“Mü’min, güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.” (Taberânî, el-Muʻcemü’l-Kebîr, XII, 319)

“Kim bir iyilik yaptığında seviniyor, bir yanlışlık yaptığında üzülüyorsa o mü’mindir.” (İbni Hanbel, IV, 399)

“Mü’min, insanları karalayan, lânet eden, kaba, kötü sözlü ve hayâsız biri değildir.” (Tirmizî, Birr, 48)

Bu hadîs-i şerîfler ışığında bakınca görüyoruz ki, kâmil bir mü’min, bütün güzellikleri kendinde cem etmiş, bu sebeple etrafına dâimâ İslâm’ın güzel ahlâkını, nezâketini, zarâfetini, huzûrunu ve güler yüzünü aksettiren bir şahsiyettir. Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in beyânıyla;

“Mü’min; dilinden ve elinden insanların emniyette olduğu kimsedir.” (Buhârî, Îmân 4, 5, Rikāk 26; Müslim, Îmân 64, 65)

Bu sebeple de ondan, gönül incitecek ve kalp kıracak ne kötü bir söz sâdır olabilir, ne de çirkin bir davranış…

Mü’min, dâimâ hayrın ve hakîkatin yayılması, daha çok insana ulaşması için gayret gösterir. Buna mukâbil, kötü söz ve ahlâkın, çirkin vasıfların temiz yüreklere sirâyet etmesinin de önüne geçmekle kendini mükellef addeder.

Nitekim, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir mü’minin, menfîliklere karşı nasıl bir tavır takınması gerektiğini şöyle haber veriyor:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin. Şayet eliyle düzeltmeye gücü yetmezse, diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin, ki bu, îmânın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78)

Bugün pek çok kimse, sosyal medyada gördüğü bir resmi, videoyu veya sözü, hakîkatini araştırmadan, doğru olup olmadığını kesinleştirmeden ve gönüllerde nasıl bir tesir uyandıracağını hiç düşünmeden pervâsızca paylaşabiliyor. Veya bunu uluorta anlatabiliyor. Fakat Efendimiz’in şu îkâzını hiç unutmamak gerekiyor:

“Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime, 5)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi, ya hayır söylesin yahut sussun!” (Buhârî, Edeb 31, 85, Rikāk 23)

Bir de günümüzde insanların, kendi kusurlarına odaklanıp hâlini ıslâha çalışmak yerine, maalesef diğer insanlarda kusur arama yarışına girdiklerini görüyoruz. Hâlbuki Rabbimiz, mü’minlerin birbirlerine karşı kardeşlik ve muhabbet duygularını zedeleyen; gıybet, dedikodu, istihzâ/alay, istihkar/küçük görme, tecessüs/ayıp ve kusur araştırma, sû-i zan/kötü zan ve şüphe duyma gibi çirkin vasıfları haram kılmıştır. Böyle kötü ahlâka bulaşanları da Kur’ân-ı Kerîm’de şiddetle îkaz buyurmaktadır:

“…Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin (dedikodu yapmasın); hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksindiniz (değil mi?)…” (el-Hucurât, 12)

“İnsanları arkadan çekiştirip kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin ve mal toplayıp onu tekrar tekrar sayanların vay hâline!” (el-Hümeze, 1-2)

İslâm, bu nevî çirkin huylardan sakındırmak için, mü’min gönüllerin, affedici ve kabahat örtücü olmalarını teşvik ediyor. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyâmet gününde Allah da onun ayıbını örter.” (Müslim, Birr, 72)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hatâ ve kusur işleyenleri dahî rencide etmeden, gayet zarif ve nâzik bir üslûp ile îkaz ederdi. Muhâtaplarının hatâlarını onlara yakıştıramadığını hissettirmek maksadıyla, kendisine âdeta galat-ı ruʼyet (yanlış görme) izâfe eder ve;

“Bana ne oluyor ki sizleri böyle görüyorum.” buyururdu. (Bkz. Buhârî, Menâkıb 25, Eymân 3; Müslim, Salât, 119)

Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in ifadesiyle, kendisine birisinden hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor.” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar.” buyururdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

Mevlânâ Hazretleri, insanların kendilerindeki kusur ve eksiklikleri görmeyip başkaları hakkında ileri-geri konuşmalarının ne kadar garip bir davranış olduğunu, bir hikâye ile ne güzel îzah ediyor:

“Dört Hintli müslüman bir mescide girdiler, ibadet etmek için rukûa vardılar, secde ettiler. Her biri niyet etti, tekbir getirdi. Kendi noksanlarının, hatâlarının idrâki içinde, hulûs-i kalp ile candan yakararak namaza başladılar. Bu sırada mescidin müezzini geldi.

Namaz kılan Hintlilerden biri, kendisinin namazda olduğunu unutarak;

«–Ey müezzin! Ezanı okudun mu? Yoksa daha vakit var mı?» dedi.

Öbür Hintli de namaz içinde olduğu hâlde:

«–Sus be kardeşim; söz söyledin, namazın bozuldu!» diye söylendi.

Üçüncü Hintli, ikincisine:

«–Amca! Ona ne kusur buluyorsun? Sen de söz söyledin; sen kendine bak; öğüdü kendine ver!» dedi.

Dördüncüsü:

«–Allâh’a hamdolsun ki, üçünüz gibi ben kuyuya düşmedim, yani ben konuşarak namazımı bozmadım.» dedi.

Böylece dördünün de namazı bozuldu. Şunun bunun ayıbını görüp söyleyenler, ayıbı olanlardan daha çok yol kaybederler, yanlış yollara düşerler. Kendi ayıbını gören can, ne mutlu bir candır. Bir kimse birinin ayıbını görse, onu kendi satın almış gibi olur. Çünkü insanın yarısı, yani nefsi ve maddî yönü, ayıplık ve kusur âlemi olan bu dünyadadır. Öbür yarısı, yani rûhânî ve mânevî yönü ise, gayb âlemindedir.

Mâdemki senin başında nefsânî huylardan ve hayvanî ahlâktan birçok mânevî hastalık var, o hâlde merhemini kendi başına sürmen gerekir.

Kendi kusurlarını görmek ve kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilacıdır. (Nitekim ârif zâtlar; «Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz!» demişlerdir.) Bir mü’minde gördüğün kusur ve ayıp sende yok ise, emîn olma, kendine çok güvenme! Olabilir ki, o ayıbı sen de işleyebilirsin; senden de o ayıp halka yayılabilir.”

Velhâsıl mü’min; medya ve internette kendi fazîlet ve takvâsını arttıracak mecrâları takip etmeli. Gönül dünyasını karartan, kalbe gaflet ve kasvet veren yayınlardan titizlikle sakınmalı. Kimliği meçhul kaynaklardan yayılan ifsâd edici beyanlara aslâ îtibar etmemeli.

Zira günümüzde, yapay zekâ marifetiyle, -maalesef- istedikleri kişinin konuşmalarını hece hece kesip kopyalayarak, iftiraya sebebiyet verecek mâhiyette bir araya getirebiliyorlar. Böylece, hiç sarf edilmemiş sözleri, sanki söylenmiş gibi gösterip, garazkârâne bir tutumla yayabiliyorlar. Bu durum, pek çok sahtekârlık, dolandırıcılık ve sûistimallere de zemin hazırlıyor.

Dolayısıyla din kardeşlerimiz, sosyal medyada karşılaştıkları her paylaşıma hemen inanmamalı, onları dâimâ îman firâsetiyle, âdeta bir hakikat eleğinden geçirmeli. Zira Cenâb-ı Hakk’ın şu tâlimatı, bilhassa günümüzde çok daha büyük bir ehemmiyet arz ediyor:

“Ey îmân edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (el-Hucurât, 6)

Cenâb-ı Hak cümlemizi, elinden, dilinden ve gönlünden ümmet-i Muhammed’in istifâde ettiği sâlih kullarından eylesin!

Âmîn!..