DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
MÜBÂREK MEVSİM; ÜÇ AYLAR
Muhterem kardeşlerimiz, ağabeylerimiz!
Mübârek bir mevsime girdik. Bu mevsim, üç aylar; rûhâniyetimizi tekâmül ettirme mevsimi. Bedenimizden ziyade rûhumuzun inkişâfına istikâmetlenme… Yolculuğumuzun, rûhâniyetimizle olacağını unutmama… Îmânımızı kemâle erdirme ve ihyâ etme…
Velhâsıl rahmetin tecellî ettiği, mübârek bir mevsime girdik. Receb ayının içindeyiz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Receb ayından başlamak üzere bir duâ telkin eder:
اَللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبٍ وَ شَعْبَانَ وَ بَلِّغْنَا رَمَضَانَ.
(“Allâhʼım! Receb ve Şâban aylarını bize mübârek eyle!..” [Taberânî, Evsat, IV, 189; Beyhakî, Şuab, V, 348. Krş. Ahmed, I, 259])
Burada Receb ve Şâban ayı, bu iki ayda rûhânî hayatımızı tekâmül ettireceğiz. Cenâb-ı Hakk’ın büyük lûtuf, ihsânı; Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu, Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olacağımız Ramazân-ı Şerîf ayına kalben hazırlıklı olabilmek…
Bakara Sûresi’nin 186. âyeti okundu. Burada Cenâb-ı Hak, kullara olan yakınlığını bildiriyor, kulların da kendisine yakın olmasını bildiriyor. Âyet-i kerîme şu şekilde:
“(Ey Habîbim, ey Peygamber’im!) Kullarım Sana Benʼi sorduğunda (Sen kullarıma söyle) Ben çok yakınım. Bana duâ ettikleri vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde kullarım da Benʼim dâvetime uysunlar. (Kitap ve Sünnet’i yaşamaya uysunlar.) Ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.” (el-Bakara, 186) buyuruyor.
Yani Cenâb-ı Hak, kendi yakınlığı büyük bir lûtuf, bizim de kendisine yakınlığımızı istiyor. Tabi bu da Kitap ve Sünnet muhtevâsında bir istikâmetimiz olacak…
Câbir -radıyallâhu anh- naklediyor:
“Cebrâil bana geldi (Efendimiz buyuruyor) şöyle dedi:
«–Yâ Muhammed! İstediğin kadar yaşa, mutlakâ öleceksin.
İstediğini sev, mutlakâ ayrılacaksın.
İstediğin şeyle amel et, sonra onun karşılığını elde edeceksin.
İyi bil ki mü’minin şerefi, geceleri kāim olmasında (yani seherleri uyanık olmasında), izzeti ise insanlardan müstağnî kalmasındadır.»” (Hâkim, IV, 360-361/7921)
Yani Cenâb-ı Hak’la beraber olmakla zenginleşmesi, kanaatle zenginleşmesi…
Muallâ bin Fadl Hazretleri şöyle naklediyor:
“Selef-i sâlihîn, Cenâb-ı Hakkʼa altı ay kendilerini Ramazân’a ulaştırması için duâ ederlerdi. (Yani bizim hepimizin meçhul, -inşâallah- Cenâb-ı Hak Ramazân-ı Şerîf’e ulaştırır.) Geri kalan altı ay içinde de idrâk ettikleri Ramazanʼın kabul edilmesi için duâ ederlerdi.”
Yani ömürleri, Ramazân-ı Şerîf’i unutmamakla geçerdi.
Cenâb-ı Hak bize yakınlığını bildiriyor ve biz… Cenâb-ı Hak bize yakınlığını muhtelif âyetlerde beyan buyuruyor:
وَ هُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Siz nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)
Cenâb-ı Hak zamandan-mekândan münezzeh. Zaman ve mekân, bütün mahlûkâta ait. Cenâb-ı Hak; hayvan, insan, nebâtat vs. diğer yıldızlar, galaksiler, yani ne yarattığı varsa, her an onların yanında.
وَ هُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nerede olursanız, O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)
Kalp, merhaleler katedecek, kul, bunun idrâki içinde olacak. Yani ilâhî kameranın, peşinde olduğunun farkında olacak.
Yine Cenâb-ı Hak;
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ buyuruyor. Yani;
“Biz, insana şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 16)
Yani içimizden geçeni, bir kendimiz biliyoruz, bir de Cenâb-ı Hak biliyor. Herkesten gizleyebiliriz, fakat Cenâb-ı Hak’tan gizleyemeyiz. Zira;
“Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 16) buyuruyor.
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor Enfâl Sûresi’nde:
“…Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer…” (el-Enfâl, 24)
Yani Cenâb-ı Hakk’a ne kadar yakınız? Bunun muhâsebesi içinde olabilmek, bilhassa bu üç aylarda. O’na kalben yakın olabilmek, ancak O’nun cemâlî sıfatlarıyla ahlâklanmamızla mümkün. Hayatlarımızı O’nun rızâsıyla te’lif edebilmemizle mümkün. O’nun emir ve yasaklarına gayretlerimiz olacak. O’na yaklaşılacak.
Neyle yaklaşacağız? Kur’ân-ı Kerîm ile yakınlaşacağız. O şekilde Cenâb-ı Hak’la bir beraberlik olacak. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın kitabı. Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği mektup kullarına. Kur’ân-ı Kerîm’e yakınlığımız, onu huzur içinde, huşû içinde okuyup tatbik etmemiz, Cenâb-ı Hak’la beraberliğe vesîle olacak. Kur’ân-ı Kerîm’e olan hizmetimizle Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacağız. Gariplerin, kimsesizlerin duâlarını alabilmemizle Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacağız. Zira Mûsâ-aleyhisselâm-:
“–Yâ Rabbi! Sen’i nerede arayayım?” diye nidâ etti. Cenâb-ı Hak:
“–Yâ Mûsâ! Sen Ben’i gariplerin, yalnızların, kimsesizlerin yanında ara!” buyurdu.
Bütün mahlûkâtı kuşatacak şefkat ve merhametimizle Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacağız. Yani Hâlık’ın (şefkat) nazarıyla mahlûkâta bakış tarzıyla Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacağız.
Bilhassa evlâtlarımızı Kur’ân iklimi ve Kur’ân ahlâkı üzere yetiştirmekle Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacağız. Yani arkamızda bir insan mîrâsı bırakmak…
Bu da tabi esas tahsilin Kur’ân-ı Kerîm tahsili olduğunun şuur ve idrâki ile mümkün. Cenâb-ı Hak bize en büyük kültürü ihsân ediyor. İşte ashâb-ı kirâm… O câhiliye devrinden o faziletler medeniyetine bu tahsille yükseldi.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
Şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor. Demek ki Cenâb-ı Hakk’a daima ilticâ hâlinde olacağız:
“Yâ Rabbi! Duygularımızı, hislerimizi rızân ile te’lif eyle!”
Biz bazı şeyleri doğru görürüz, değildir doğru. Cenâb-ı Hakk’a onun için de ilticâ edeceğiz.
Cenâb-ı Hak bazı vakitleri, günleri, ayları diğerlerine faziletli kıldı. Bu da büyük bir lûtuf. Tâ ki kullar bu vakitlerde Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etsinler, O’na yaklaşsınlar, O’nun sonsuz rızâsına nâil olsunlar.
Halk arasında “üç aylar” diye zikredilen bereketli mevsime girdik. Ramazân-ı Şerîf’in çok kıymetli, çok müstesnâ, Kur’ân ile müşerref ve müseccel bir zirve Ramazân-ı Şerîf. Ona hazırlık mâhiyetinde Receb-i Şerîf, Regâib ve Mîrâc ile müzeyyen. Şâban-ı Şerîf ise Peygamber Efendimiz’in Ramazan’dan sonra en çok oruç tuttukları, Beraat Kandili’yle bize mübârek bir ay da ikram edilmiştir.
İşte bunlar, kıymetini bilenler için büyük bir bereket sermayesi. Bunun şuurunda olmamız arzu ediliyor. Rahmet ve bereket mevsimine giriyoruz. Bu rahmet ve bereket, hayatımızın her safhasına yaygınlaşacak, bir ganimet bilinecek, gayret edilecek, kalben uyanık olunacak, rûhen şevk dolu ve bedenen zinde olmanın gayreti içinde olunacak.
Meselâ bu ayda en çok korunacağımız en mühim zarar ve şer; “gıybet”tir. Yani orucu tutarken dilimize de tutturmak. Üç ayda her an dilimize de tutturacağız. Bütün mevsimlerde, Allâh’ın bütün bir, verdiği ömürde tutturacağız. Bilhassa bu Ramazân-ı Şerîf, üç aylarda ona daha çok alıştıracağız kendimizi ki, sonra da devam edeceğiz.
İslâm’ı yaşayan bir müslüman, zâhirî haramları çirkin görür. Meselâ bir hınzır etinden/domuz etinden ve içkiden tiksinir. Lâkin dînin güzel ahlâk ve muâmelât safhasında derinleşmeyen gâfil insanlar, bâtınî haramlara aynı ehemmiyeti vermezler. Hâlbuki bâtınî haramların çirkinliği, zâhirî haramlardan aşağı değildir. Zâhirî bir haram olan domuz etini bir insan yese, vebâli kendine aittir. Rûhâniyeti gider ve bir de vebâli kendine âittir. Fakat bâtınî bir haram olan gıybeti/dedikoduyu işlediği zaman, ortaya kul hakkı çıkar, helâlleşmesi îcâb eder. Helâlleşme olmadığı takdirde, o da kıyamete kalır. O da gıybet edilene karşı kul hakkı… Gıybet eden kişi, ancak sevaplarından verir ve iflâs eder. Sevapları biterse karşısındakinin günahlarını alır. Bu bakımdan gıybet, kardeşliğe bir zehir serpmeden ibarettir.
Kur’ân-ı Kerîm bir hikmet olarak, ham nefs, onu bildiriyor bize, ham nefs, harama açılmış bir imtihan penceresidir. Mayasına haram temâyülü konulduğu için, haram bir câzibe hâlinde çeker. İnsan için de haramlara teşneliğin sebebi budur. Haramlara karşı olan meylinin, sevgisinin sebebi budur. İşte bu tezkiye-i nefs, bunun için elzemdir. Cenâb-ı Hak nefs tezkiyesi istiyor.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“(Nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى
(“(Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])
Kurtuluş çâresi, helâllere ve sâlih amellere rağbeti artırmaktır.
Şu misal çok (mühim)… Ramazan’da ve bu üç ayda oruç daha fazla tutulacağı için. Abdullah Dehlevî Hazretleri var; bu, Altın Silsile’den. Bir meclisten hızlıca geçtiler. Yanındaki talebesine dedi ki:
“–Eyvah!” dedi “Orucum bozuldu.” dedi.
Talebesi şaşkınlık içinde sordu:
“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki, sizin orucunuz mânen bozulmuş olsun.”
Cevap mânidardı:
“–Evet evlâdım, ben gıybet etmedim, ancak orada yapılan gıybetin esintileri üzerime değdi.”
Yani yanlarından geçtiğimizden dolayı, gıybet edenlerin kullandığı ifadeler, tıpkı bir necâset gibi bizim üzerimize sıçramış oldu. Bir necâset gibi üzerimize sıçramış oldu.
Demek ki zâhirî haramlardan kaçındığımız kadar, belki de daha fazla bu bâtınî haramlardan kaçınmamız îcâb ediyor.
Efendim, bir de üç aylar bize şunu hatırlatacak:
Çeşitli meslek erbapları zaman zaman seminerler yaparlar. Daha öteye gitmek için, ticârî imkânlarını artırmak için. Her işlerini kenara bırakırlar. Kendileri bu, meslekleri üzerine ihtisas kesbetmek için zaman ayırırlar.
Sporcular ise mühim bir müsâbakadan evvel, kamp tertip edilir ve kendilerine ihtilâttan men kararı alırlar. Böylece kuvvet ve gayretlerinin teksif olması için, alâkalarını dışarıdan keserler. Ebediyet yolcusu olan mü’minler de ibadet hayatları için böyle zaman dilimlerine ihtiyaç duyarlar.
Mübârek zamanlar, heyecanları tazeler. Îmânî heyecanlar tazelenir. İştiyak artar. Cemiyette, toplumda meydana gelen müşterek hissiyat ile kulluk hayatını da yeniden bir intizâma sokarlar.
Rabbimiz bizlerden sadece bu üç aylarda değil, her zaman kulluk istemekte. Lâkin kullarına böyle mânevî kamp ve teksif zamanları lûtfederek onların bütün hayatlarını takvâ şuuru içinde geçmesine Cenâb-ı Hak vesîle eyler -inşâallah-. Kalbî hayatı inkişâf ettirme bilhassa…
Bir zâhirî aldığımız bilgiler var. Bu zâhirî bilgiler kâfî değil. Cenâb-ı Hak; “…İlim olarak çok az bir şey verdik.” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 85)
Esas bu bâtınî ilim mühim. Esas Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracak, bu ilimdir. Bu da kalbin terakkîsi nisbetindedir. Emir-nehiyler, bütün hassasiyetle, îtinâ ile dikkat edilecek. Kalp inkişâf edecek.
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])
Kalp, Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşacak.
Bir misal:
Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki:
“Hacca gidenler, orada Kâbe’nin sahibini arasınlar. Hacca gidenler, Kâbe’nin sahibini arasınlar. Kâbe’nin sahibini bulurlarsa Kâbe’yi her yerde bulabilirler.”
Yani bu üç ayları, bilhassa Ramazân-ı Şerîf’i idrâk edenler, bunu ikram eden Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına erişirlerse, onlara yaşadıkları her zaman dilimi, Ramazân-ı Şerîf gibi rahmet ve bereket hâline gelir. Yani Ramazân-ı Şerîf ve üç aylar, hayatın her safhasına yaygınlaştırılarak, huzurlu bir, bize son nefes saâdetine nâil eyler -inşâallah-…