Mahremiyet Yara Almasın

Genç Dergisi, Yıl: 2023 Ay: Kasım Sayı: 206

Muhterem Efendim, günümüzde mahremiyet sosyal medya dolayısıyla ciddî bir yara almış durumda. Maalesef insanlar, başkaları tarafından beğenilmek veya gündemde kalabilmek için ahlâkî hassasiyetleri hiçe sayabiliyor, mahremiyeti ihlâl eden paylaşımlar yapabiliyorlar. Bu hususta ne buyurursunuz?

Mahremiyet, bir insanın hayatında şahsına mahsus kalması gereken, başkalarıyla paylaşmaya açık olmayan, husûsî ve gizli sahasıdır. Hayâ duygusunun bir neticesi olarak, mahremiyet insana ait bir vasıftır. Diğer mahlûkatta mahremiyet mevzu bahis değil! Bu da esâsında insana verilen kıymetin bir ifadesi. Zira insan, Cenâb-ı Hak indinde çok mükerrem ve kıymetli.

İnsanın fıtraten mahremiyete olan ihtiyacından dolayı, Cenâb-ı Hak, birçok nîmet arasında, insan için gecenin bir örtü kılındığını bildiriyor.[1]

Yine âyet-i kerîmelerde eşlerin birbirine örtü olduğu beyan edilerek, çocuk ve hizmetkâr gibi hâne fertlerinin, büyüklerin odasına izinsiz girmemeleri gerektiği ifade ediliyor.[2]

Mahremiyetin pervâsızca ihlâli ise, bir kıyâmet alâmeti.

Bu sebeple de dînimiz İslâm’da, hem toplum içinde yaşayan insanın şahsına ait, hem de içinde bulunduğu topluma ait olmak üzere hudutlar çizilmiş, mahremiyet sınırları düzenlenmiş.

Meselâ tesettür, insanın şahsına ait olan bir mahremiyet. Örtünmek, fıtrî bir kulluk edebi. Bedeni edeple örtmek ve yabancı nazarlara karşı sakınmak, insan olmanın gereği, insanî bir meziyet ve üstünlük. Tesettür, mahremiyetin tesis edilmesidir. Şeytan, böylesine değerli bir histen uzaklaştırarak, insanı beden mahremiyetini ihlâl eden hatalara sürüklemek için var gücüyle çalışıyor.

Rabbimiz;

“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, mahrem yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennetʼten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın!..” (el-A‘râf, 27) âyetiyle bu konuda mü’minleri îkaz buyuruyor.

Dolayısıyla denilebilir ki, mahremiyeti ihlâl etmek, şeytanî bir amel. Zira şeytan teşhirden, ne var ne yok ortaya dökülmesinden hoşlanıyor. İnsanın da buna bir zaafı var. İnsan, kendini gösterme meyli ile, teşhir etme zaafıyla geliyor. Lâkin süslü ve cezbedici kıyafetlerle dolaşmak da mahremiyetin ihlâlidir. Terbiye olmamış ham nefis, arz-ı endâm etmek istiyor. Hâlbuki Rabbimiz, kulunun arz-ı hâl üzere yaşamasını ve takvâ elbisesini üzerinden hiç çıkarmamasını arzu ediyor.

Yine beden mahremiyetine girebilecek bir husus olarak, ihtilât mevzuu var. Erkek ve hanımların birbirleri ile olan münâsebetlerinde gözetilmesi gereken sınırlar var. İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ-, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu haber veriyor:

“Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın. (Zira üçüncüleri şeytandır.)” (Buhârî, Nikâh 111, Cihâd 140; Müslim, Hac, 424)

Özellikle müslüman hanımların, hiç de ihtiyaçları yokken çarşı-pazar dolaşıp erkeklerle ihtilâtta bulunmamaya, herhangi bir mekânda nâmahrem bir erkekle yalnız kalmamaya, ihtiyaç ve zarûret hâlinde de ihtiyacını karşıladıktan sonra o mekândan hemen ayrılmaya dikkat etmeleri, muhtemel birtakım sıkıntı ve üzüntüleri önlemek için son derece lüzumludur.

Yine insanın aile hayatı mahremidir. Bu özelini aslâ teşhir etmemelidir. Cenâb-ı Hak, daha evvel birbirlerine yabancı olan iki insanın, evlenerek hayatlarını birleştirmesiyle aralarında meydana gelen yakınlık ve samimiyeti, Kur’ân-ı Kerîm’de “birbirinin mahremi olmak” ifadesiyle târif ediyor. (Bkz. en-Nisâ, 21)

Rabbimiz, böylesine bir samimiyet ve yakınlığı, sadece karı-koca için uygun görmüş. Birbirine nikâh bağıyla bağlanarak ilâhî takdirle bir aile olan eşlerin, bu mahremiyete her zaman derin bir saygı göstermeleri ve birbirlerine en samimî duygularla bağlanmaları gerekir. Bunun tabiî bir neticesi olarak da, aralarındaki mahremiyeti dâimâ korumaları, yani hiçbir zaman başkalarına ifşâ etmemeleri îcâb eder.

Vaktiyle bir zât, hasbihâl ettiği arkadaşlarına, söz arasında karısını boşayacağını söylemiş. Etrafındakiler gayr-i irâdî hemen, büyük bir merak içerisinde o zâta bunun sebebini sormuşlar. İslâmî edebe sahip bu kimse, suâlin muhtevâsındaki vefâsızlığın, kendisinde uyandırdığı derin bir hayretle:

“–Kıymetli arkadaşlarım! Hanımımın kusurlarını sizlere nasıl söyleyebilirim?!” diyerek cevap vermiş.

Bu meraklı adamlar, o zât karısını boşadıktan sonra ziyaretine gitmişler. Bu defa bir cevap alabilecekleri ümidiyle:

“–Herhâlde eski hanımının kusurlarını şimdi söyleyebilirsin, zira aranızda herhangi bir bağ kalmadı. Söylesene, o eski hanımını niçin boşamıştın?” diye sorularını tekrarlamışlar.

O zarif insan, bu sefer de onlara şu kısa ve düşündürücü cevâbı vermiş:

“–Artık nikâhımda olmayan, yabancı bir kadının kusurlarını nasıl söyleyebilirim!..”

Günümüz dünyasında fert, âile ve toplumların huzur ve saâdetinin muhâfazası için dikkat edilmesi gereken ne kadar ince ve hassas bir ölçü…

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Kıyâmet gününde Allah Teâlâ’ya göre en fenâ insan, karısıyla beraber olduktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.” (Müslim, Nikâh 123, 124)

Fakat günümüzde maalesef, televizyonlarda yayınlanan çeşit çeşit magazin haberleri ve sinemalarda hiçbir İslâmî ve insanî endişe taşımadan gösterilen ahlâk dışı filmler, hadîs-i şerîfin anlatılmasını bile yasakladığı nice mahrem hâlleri, utanmadan-sıkılmadan gözler önüne sermektedir. Bu da insanımızın iffet, hayâ ve nâmus duygularına âdeta zehir serpmektedir.

Dînimiz, bir hanımın kapıya gelip bir şey isteyen kişiye perde arkasından cevap verirken dahî sesini inceltmemesini öğütlemiş, toplumda «kalbinde hastalık olanlar»ın varlığına dikkat çekmiştir.[3]

Dolayısıyla aslâ “bir şey olmaz” diye düşünmemeli, kalbinde hastalık olanların yapabileceği kötülüklere karşı tedbir alınmalıdır.

Bugün sosyal medya ve internet, teknolojinin getirdiği bir netice. Bir müslüman, bu mecrâları kullanırken son derece dikkatli olacak. Aslâ mahremiyete halel getirecek şekilde kullanmayacak.

Görüyoruz, bir müslüman, lüks bir mekânda yemek yediği aile sofrasının resmini, internette neşrediyor!

“‒Ne yapıyorsun?” denildiğinde de:

“‒Ben bunu bir arkadaşıma gönderdim.” diyebiliyor.

Hâlbuki hiç düşünmüyor, belki o arkadaşı muhtaç durumda. Böyle yapmakla farkında olmadan onu özendirmiş, hırsını körüklemiş oluyor.

Ayrıca bugün yapay zekâ denilen îcat yardımıyla, sosyal medyaya verilen resim ve videolar çok çirkin görüntülerle montajlanarak servis edilebiliyor.

Bu sebeple, mahremiyet endişesi olmayan ehl-i dünya dahî günümüzde, internete ayrıntılı görüntü ve video yüklenmesinin tehlikelerinden bahsetmekte ve îkaz etmektedirler.

Sonra o resim sırf arkadaşına da gitmiyor. Birçok yere dağılmış oluyor. Böylece mahremiyet ihlâl edilmiş oluyor. Hâlbuki insan ne kadar mahfuz olursa, o kadar huzurlu bir hayat yaşar.

Mesela Yusuf -aleyhisselâm- gördüğü rüyâyı babası Yakub -aleyhisselâm-’a anlattığında, babası ona ne dedi?

Âyette şöyle buyruluyor:

“Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.” (Yûsuf, 5)

Cenâb-ı Hak, imtihan gereği herkese aynı nimetleri ihsân etmiyor. İmkân sahibi bir kişi meselâ sofrasından, seyahatinden, tatilinden husûsî bir hâlini paylaştığında, farkında olmadan kıskançlığa kapı aralamış oluyor. Belki gönülleri hasede sevk ediyor.

Dolayısıyla sosyal medyada paylaşılan her şey insana çok tatlı gelse de, uzun vadede düşününce, aslında kendine zarar vermiş oluyor.

Başta da ifade ettiğimiz gibi, insan Cenâb-ı Hak indinde çok kıymetli. Yalan, gıybet ve tecessüs gibi mezmum vasıfların İslâm’da yasak olmasının sebebi de, mahremiyeti ihlâl etmesi dolayısıyladır.

Meselâ kibrin ve kendini beğenmişliğin lisâna yansıması demek olan gıybet, başkasının özel sahasını, mahremiyetini konuşmaktır. Fakat İslâm nazarında, günahkârın dahî gıyâbında ayıp ve kusurlarını söylemek, büyük günahlardan biri olarak addedilmiştir.

Konuşmalarında son derece nazik bir dil kullanan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanları arkalarından çekiştiren ve özel hayatlarını deşifre etmeye çalışanlar hakkında şu îkazlarda bulunuyor:

“Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde bile olsa (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 85)

“Settâru’l-uyûb” sıfatına sahip olan Rabbimiz, ayıpları örtüyor. İstiyor ki, mü’minler de ayıp ve kusurları örtsün. Mü’min kardeşini çekiştirmesin, mahremiyetine dil uzatmasın. Âyette şöyle buyruluyor:

“Ey îman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksindiniz (değil mi?)…” (el-Hucurât, 12)

Diğer taraftan merak duygusu insanda fıtrîdir. Fakat bu duygu, şahısların özel hayatına uzanmamalıdır. Şayet ulaşırsa “tecessüs” adını alır ki, insanın şeref ve haysiyetini rencide eden zararlı bir hâle dönüşür. Tecessüsün olduğu yerde, güven sarsılır, kalplerde bir soğukluk oluşur. İnsanlar arasında sevgi, saygı kaybolur. Hâlbuki Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanlar arasındaki muhabbeti zedeleyerek kalplere kin, nefret, haset ve düşmanlık tohumları eken davranışlara karşı ümmetini şöyle îkaz buyuruyor:

“Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın. Özel hayatınızı da araştırmayın. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyin. Birbirinize nefret ve düşmanlık da beslemeyin. Ey Allâh’ın kulları! Birbirinizle kardeş olun!” (Buhârî, Edeb, 57)

Bu sebeple müslüman, kalbiyle sû-i zan beslemeyecek, diliyle gıybet etmeyecek, insanları arkalarından çekiştirmeyecek, onların kusurlarını araştırmayacak, ayıplarını ortaya dökmeyecek, sözleriyle kardeşini yaralamayacak. Îmânı gereği, gönlünü güzel ahlâk ile tezyin edecek. Gerek ikili münâsebetlerde, gerek sosyal medyada kardeşinin mahremiyetine dil uzatarak onun şerefini, haysiyetini lekelemeyecek.

Çünkü Efendimiz mü’mini; “Elinden ve dilinden emîn olunan kimse…” (Müslim, Îmân, 65) olarak târif ediyor.

Rabbimiz cümlemize, bu târif üzere hayat sürüp rızâsına nâil olarak huzûruna çıkabilen bahtiyar kullardan olabilmeyi lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Kaynaklar:

[1] Bkz. en-Nebe, 10.

[2] Bkz. el-Bakara, 187; en-Nûr, 58-59.

[3] Bkz. el-Ahzâb, 32.