24 Ocak 2020’de Elazığ merkezli bir deprem hâdisesi yaşadık. Bütün bir ülke olarak hepimiz çok müteessir olduk, bir mâtem yaşadık. Vefât edenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemîl, yaralı kurtulanlara da âcil şifâlar niyâz ederiz.
Unutmayalım ki bu fânî cihan, bir imtihan mektebi. Rabbimiz bizi kendisine kulluk edelim diye yarattı. Bu cihan mektebinde kulluk tahsili görmekte ve kulluğumuzu ne kadar îfâ edebildiğimize dair, kimi zaman hayır, kimi zaman şer, bazen lûtuf, bazense kahır tecellîleriyle, muhtelif imtihanlardan geçmekteyiz.
Kâinat, ilâhî bir kitap. Cenâb-ı Hak bu kitabın sayfalarında, hikmet ve ibret nazarıyla bakabilenlere; ilâhî kudret ve azamet akışlarını sergileyen nice manzaralar seyrettiriyor.
Bu kâinatta bir yaprak bile Allâh’ın ilmi, kudreti ve irâdesi dışında kıpırdamıyor. Her şey ilâhî bir ekolojik denge içinde seyrediyor. Bu dengede Cenâb-ı Hak bazı şeyleri periyoda bağladığı için, onları çok tabiî karşılıyoruz. O hârikulâde tecellîleri dahî normal hâdiseler gibi görüyoruz. Güneş’in doğup batması, Ay ile her gün vardiya değiştirmesi, gece ve gündüzün sürekli birbirini takip etmesi, atmosferdeki oksijen ve azotun nisbetlerinin hiç değişmeden korunması, toprağın mevsimlere göre değişik meyveler, sebzeler vermesi gibi sayısız tecellî, belli bir periyoda bağlı olarak gerçekleşmeye devam ediyor.
Fakat Cenâb-ı Hak bazı hâdiseleri de belli bir periyoda bağlamadan gerçekleştiriyor. Bununla ilâhî hükümranlık ve azametini hatırlatıyor; kullarına da acziyetlerini, ilâhî kudret karşısındaki hiçliklerini hatırlatarak, tefekkür etmeye, ibret almaya, tevbe ve istiğfâra davet ediyor.
Kimi zaman kuraklık gönderiyor. Nitekim insanlık tarihi boyunca nice kavim kuraklıktan mahvoldu gitti.
Kimi zaman, sel felâketleri geliyor. Belli bir ölçüyle indiğinde rahmet ve bereket vesîlesi olan yağmuru, kısa bir zaman diliminde Rabbimiz’in çok şiddetli bir âfete de dönüştürdüğü oluyor.
Kimi zaman da zelzeleler meydana geliyor. Maddî sebepler plânında, yerin kilometrelerce altındaki fay hatlarında biriken enerji patlaması oluyor ve bunlar yeryüzünü şiddetle sarsıyor. Kıyameti hatırlatan o müthiş depremler, tefekkür etmemiz gereken pek çok ibret manzarası sergiliyor:
Hiç beklenmedik bir anda yıkıntılar altında kalan canlar; saatler sonra, hattâ günler sonra enkâzın altından yaralı olarak çıkarılanlar, mahzun yürekler, hazin sahneler…
Bizler bu manzaraları boş nazarlarla seyretme gafletinden sakınmalıyız.
Düşünmeliyiz ki:
Bizler de orada olabilirdik. O felâketi yaşayanlardan, o yıkıntılar altında kalanlardan biri de biz olabilirdik. Bu sebeple hem o mahzun kardeşlerimizin yaralarını sarmaya gayret etmeli, hem de bu ilâhî îkazlar karşısında tefekkür ve muhasebemizi artırmalıyız.
Deprem esnâsında ve yıkıntılar altındaki insanların son nefes endişelerini derin derin düşünmeli, mânevî hayatımızı gözden geçirmeliyiz. Ömrümüzü “Esas hayat âhiret hayatıdır.”[1] hakikatiyle yeniden tanzim etmeliyiz.
Yine düşünmeliyiz ki;
O felâkette can verenlerden biri olabilirdik. Nitekim dün hayatta olan nice insan, bugün hayatta değil. Yarın hayatta mıyız, değil miyiz, tamamen meçhul!
İmâm Gazâlî Hazretleri ne güzel ifade buyurur:
“Ey oğul! Düşün ki şimdi vefat ettin ve dünyaya geri gönderildin. O hâlde bugün günah ve mâsıyete kat’iyyen yaklaşma ve sakın ola ki, bugünün bir ânını bile boşa geçirme. Zira her nefes, paha biçilemeyen bir nîmettir.”
Karacaahmet misalinde olduğu gibi, ecdadımız mezarlığı bilhassa şehrin içinde, en görünen yerlerinde ve en işlek yolların kenarlarında kurardı. Tâ ki gelen geçen onları görsün, ibret alsın, istikbalini seyretsin ve geçmişlerini unutmayıp onlara birer Fâtiha okusun. Kezâ cami avlularına da mezarlık yeri oluştururlardı ki, beş vakit âhiret tefekkürüyle gönüller incelsin de ibadetleri huşû içinde îfâ eylesin.
Her sabah ölümün kardeşi olan uykudan kalkınca aslında bizler, sanki bir ölüm tatbikatından sonra tekrar dünyaya döndürülmüş oluyoruz. Her gün, âdeta kendilerine amel-i sâlih işlemeleri için yeniden mühlet verilmiş kimseler gibiyiz.
Bu itibarla;
Mahşer günü; “Yâ Rabbi! Bizleri tekrar dünyaya gönder de râzı olacağın sâlih ameller işleyelim!” dememiz mümkün olmayacaktır.
O hâlde;
Yaşanan acı ve îkaz dolu hâdiseler, bizler için ciddî bir intibâha/uyanışa vesîle olmalı ve derin bir tefekkür-i mevt iklimine girerek; “Ölmeden evvel ölünüz!” sırrı ile hayatımızı rızâ-yı ilâhî istikâmetinde yeniden tanzim etmeliyiz.
Velhâsıl;
Enkaz altında vefat etmiş mevtâlarımıza tekrar yüce Mevlâmız’dan rahmet, kederli ailelerine sabr-ı cemîl ve yaralı olan kardeşlerimize de âcil şifalar dileriz.
Rabbim, her türlü felâket ve musibetlerden vatanımızı, milletimizi, evlâtlarımızı ve bütün İslâm diyarlarını muhafaza eylesin.
Âmîn!..
Dipnot:
[1] Buhârî, Rikāk, 1.