KARDEŞLİĞE DAVET…

KARDEŞLİĞE DAVET…

Her medeniyet, kendi insan tipini meydana getirir. O insan tipi de, mensup olduğu medeniyetin sıfat ve karakterleriyle âhenk arz eder. Bu yönüyle şanlı mâzimiz, insanlığa sunulan muhteşem bir “fazîletler medeniyeti”dir.

Mâverâünnehrʼin bembeyaz çadırlarında metafizik ihtilâçlar yaşayıp nihâyetinde İslâmʼla şereflenen milletimiz; asırlarca birçok kavmi; İslâmʼın merhamet, şefkat, nezâket, zarâfet ve adâletiyle kucaklayıp kendi bünyesi içinde huzurla yaşatmıştır. Zira bizim medeniyetimiz; “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır.”[1] hadîs-i şerîfini hayat düstûru edinen îmanlı sînelerin eseri bir medeniyettir.

Malazgirtʼte başlayan “îman” vecdini kıtalara taşıma heyecanı; üzerinde yaşadığımız toprakları asırlar boyunca şehid kanlarıyla sulayarak aziz bir vatan hâline getirmiştir. Dînin yaşanabilmesi, ırzın-nâmusun, mülkiyetin muhafazası, bayrağın dalgalanabilmesi; mukaddes bir emanet olan vatanı korumakla mümkündür. Zira vatan parçalanırsa -Osmanlıʼnın son hâlinde olduğu gibi- Dünya devlerinin lokması hâline geliverir.

Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

“Beraberlik rahmet, ayrılık azaptır.” (Ahmed, IV, 278, 375; Heysemî, V, 217)

Ecdâdımız pek çok milleti kendi bünyesinde cem etmiş, hepsine kendi inanç ve örfü içinde hayat hakkı tanımış, karşılıklı hak ve hukuka riâyet bereketiyle, huzurlu bir toplum inşâ etmiştir. Böylece altı asır boyunca insanlığa hak ve adâlet tevzî etmiştir.

Bugün de vatanımızda bu minval üzere, sulh ve sükûn içinde yaşamanın huzuruna muhtacız. Bunun için, millet olarak, birlik, beraberlik ve kardeşliğin değerini idrâk etmeliyiz. Birbirimizin dertlerine şefkat ve merhametle derman olmalıyız. Zira toprağına kardeşlik, muhabbet, şefkat ve merhamet tohumları ekilmeyen memleketler, istikbâlin mâtem ülkeleri olmaya mahkûmdur.

Toplumlar için en büyük tehlike; ihtilâflar, bölünmeler, parçalanmalar neticesinde meydana gelen anarşidir. Müslümanların fitne ve ihtilâflara düşmemeleri için, kardeşlik hukukuna riâyet etmeleri şarttır.

Unutmayalım ki Cenâb-ı Hak bütün müslümanları kardeşimiz, diğer insanları da yaratılıştaki eşimiz kılmıştır. Bu bakımdan İslâm, fertler gibi milletlerin de birbirleriyle iyi geçinmelerini, sulh ve selâmet içinde yaşamalarını ister. Bu sebeple İslâm’da harp değil sulh esastır.

Bizim medeniyetimizde savaşlar, toprağı kanla sulamak ve toprak gasp etmek için yapılmaz. Zulmü bertaraf etmek, mazlumların yanında olmak, onların âhını dindirmek ve hidâyetlere vesîle olmak için icrâ edilir. Bunun sayısız misallerinden biri de:

“Osmanlı atları Vistül Nehri’nden su içmedikçe, bu ülke hürriyet ve istiklâle kavuşamaz!” sözünün Lehistanʼda bir darb-ı mesel hâline gelmiş olmasıdır.

Mevlânâ Hazretleri ne güzel söyler:

“İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”

Bugün bir ve beraber olmaya, iyilikte yardımlaşmaya, hakkı, adâleti, merhameti ve muhabbeti yükseltip toplumumuza dostluk ve kardeşliği hâkim kılmaya her zamankinden daha fazla muhtaç durumdayız.

Yaşamakta olduğumuz bu zor günlerin, -inşâallah- huzurlu yarınların doğum sancıları olması temennîsiyle, Cenâb-ı Hakʼtan vatanımıza, milletimize ve farklı coğrafyalarda yaşayan kardeşlerimize, huzur, saâdet ve selâmetler niyâz ederiz.

Dipnot:

[1] Beyhakî, Şuab, VI, 117; İbn-i Hacer, Metâlib, I, 264.