DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
KADİR GECESİNİ KAÇIRMAYALIM
DUÂMI SESLİ Mİ SESSİZ Mİ YAPAYIM?
Yine Cenâb-ı Hak, Bakara Sûresiʼnde o Ramazan âyetlerinin akabinde bir âyet var. O âyette:
“Kullarım Benʼi sana sorduğunda (söyle onlara)…” (el-Bakara, 186)
Şöyle bir hâdise oluyor. Bir bedevî geliyor:
“–Ben, diyor yâ Rasûlâllah, duâ ederken sessiz mi edeyim, yoksa bağıra bağıra mı edeyim.” diyor. “Allah bana yakın mı uzak mı?” diyor. “Sesimi duyar mı?” diyor. Tabi, câhil bir bedevî. “Eğer yakınımdaysa sessiz duâ edeyim.” diyor. “Uzaktaysa bağıra bağıra duâ edeyim.” diyor.
Onun üzerine bu âyet-i kerîme iniyor.
“Kullarım Sana Benʼi sorduğunda (söyle onlara); «Ben çok yakınım (kullarıma). Bana duâ ettikleri vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm. (Mukâbili gelecek aşağıdaki devamında.) O hâlde kullarım da Benʼim dâvetime uysunlar…” (el-Bakara, 186)
Kitap ve Sünnetʼin içinde yaşasınlar.
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ diyoruz“(Yâ Rabbi!) Ancak Sana kulluk yaparız. (Cemî) Senʼden yardım isteriz.” (el-Fâtiha, 5)
“…Dâvetime uysunlar. Bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (el-Bakara, 186)
Demek ki kulluk, duâ, bu da çok mühim. Demek ki bu, sesten gelen duâ değil, kalpten gelen duâ. Kalben Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmek…
وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ (“…Kalpleri ürperir…” [el-Enfâl, 2]) Kalbin titrer hâle gelmesi… Bir isyânımızı düşünmek, acziyetimizi düşünmek… Cenâb-ı Hakkʼın ikrâmını düşünmek… Bu şekilde bir duâ hâlinde olabilmek…
Yine Cenâb-ı Hak, Furkân Sûresiʼnde, “De ki” diyor Peygamber Efendimizʼe bizler için:
“Sizin (kulluk ve) duâ(ları)nız olmasa (ibadetleriniz olmasa, duânız olmasa) Rabbim size ne diye değer versin!..” (el-Furkân, 77) Ne işe yararsınız diyor Cenâb-ı Hak. Bu kadar nîmet, bu kadar ikram; ne işe yararsınız, buyruluyor.
Hasan-ı Basrî Hazretleri;
“Duânız kabul olunmayacağı için endişe etmiyorum, diyor. Duâ edemez hâle gelmenizden (endişe ediyorum).”
Nasıl duâ edemez hâle gelinir:
Yediğimiz lokmada şüphe vardır. En başta o… Helâl gıdâ rûhâniyet verir. Onun için kul hakkına dikkat! Miraslarımıza dikkat! Çalışan işçilerimize dikkat! Hakkı tevzî etmekte, hukuku tevzî etmekte dikkat!
İnsan üzerinde iki tane müessir vardır; tesir eden iki büyük âmil vardır:
Biri; aldığımız gıdâdır. Helâl gıdâ zindelik verir. Şüpheli lokma gaflet verir.
İkincisi; beraberinde bulunduğumuz insan. Beraberinde bulunduğumuz insan, sâlih insansa ondan inʼikâs olur, trans olur; rûhâniyetle dolar. İşte ashâb-ı kiram ve -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz.
Onun için Hasan-ı Basrî Hazretleri;
“Duânız kabul olunmayacağı için endişe etmiyorum; duâ edemez hâle gelmenizden endişe ediyorum.”
Yine Yahya bin Muaz Hazretleri, –Allah dostlarından–;
“Günahları terk etmeden Allahʼtan af ve mağfiret istemek, yalancıların istiğfârıdır.”
Bilâl bin Sa‘d -radıyallâhu anh- da:
“Günahın küçüklüğüne bakma, fakat kime isyan ettiğine, kime karşı günah işlediğine bak.”
Sana kim tembih ediyor günah işleme diye; sen kime karşı isyan ediyorsun?!
Muhterem kardeşler!
Elhamdü lillah, Ramazân-ı Şerîfʼe iyice yaklaştık. Cenâb-ı Hak bizden aşk ile yaşanan bir îman istiyor. Bunun misallerini veriyor. Îmanları ve tevhid için ne kadar fedakârlıklara katlananları, hattâ ölümü göze alanların durumunu bildiriyor Cenâb-ı Hak. Öyle bir îman isteniyor. Aşk ile yaşanan bir îman isteniyor. Îmânı en büyük bir nîmet olarak bilmek… O îmânı zedelememek…
İkincisi; ibadet isteniyor. Beden ve kalp âhengi içinde ibadet isteniyor.
Muâmelât isteniyor.
Hayranlık tevzî eden güzel bir ahlâk isteniyor. İnsanlığımızın tescili ve şiârıdır o.
Bir âile hayatı isteniyor. Bugün âile hayatları sallanıyor, zedeleniyor. Takvâ hâlinde bir âile hayatı isteniyor.
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Öyle bir temiz zevceler yetiştireceğiz kız evlâtlarımızı, onlardan inşâallah, temiz, göz nûru, قُرَّةَ اَعْيُنٍ bir nesil yetişecek.
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
Biz de toplumda bir önder olacağız. Takvâda önder olacağız. Böyle bir toplum istiyor.
Diğer vasıflar:
Bir müʼmin, kendisine verilen emânetin ehli olacak.
Vazifesine îtinâ gösterecek.
Bir İslâm karakter ve şahsiyeti tevzî edecek.
Samimi ve güler yüzlü olacak. Lâkin lâubâlî olmayacak.
Vakarlı olacak, kibirli olmayacak.
Mütevâzı olacak, zillete düşmeyecek.
Yani şahsiyet ölçülerini çok iyi muhâfaza edecek.
Sabırlı olacak Allah yolunda, bezginlik ve yorgunluk göstermeyecek. Maddî ve mânevî enerjik olacak. İbadetlerine, duâlarına gayret gösterecek.
Zamanın gidişinden kendisini mesʼûl hissedecek. En mühimi, zamanın menfi, her gün dünyamız nefsânî arzularla, her gün beter kirleniyor. O gidişattan kendini mesʼûl hissedebilmek… Hayatımızın her safhasında Efendimizʼi örnek alabilmek.
Efendimiz üsve-i hasene, her şahsa… Hiç kimse diyemez ki; “Benim başımdan şu hâdise geçiyor da, ben Allah Rasûlüʼnde bir örnek bulamadım.” diyemez. Muhakkak bir örneği var. Üsve-i hasene. Bir benzer durum var.
Din bütündür. Bir kısmını îfâ edip bir kısmını ihmâl etmek olmaz. Din, takvâ hayatıyla yaşanacak.
Neticede, Cenâb-ı Hak bizden ne istiyor? Bizden Cenâb-ı Hak, kalb-i selîm istiyor. Nasıl, doğan bir çocuk tertemiz dünyaya geliyor, tertemiz, o şekilde gidecek. İbadetlerle, istiğfarla, kullukla, tertemiz olarak gidecek. Kalb-i selîm istiyor; rafine olmuş bir kalp istiyor.
Kalb-i münîb istiyor. O kalpte hayır ve şer netleşiyor. Hep hayra gidiyor. Ateşten kaçar gibi şerden kaçıyor.
Nefs-i mutmainne istiyor Cenâb-ı Hak. Allah ne verdi; mal, evlât vesâire istîdat, kabiliyet vesaire, hepsini Allah yolunda cömertçe harcayacak.
Râdıyye istiyor. Allahʼtan râzı olacak. “Bu benim için hayırdır.” diyecek.
Merdıyye; Allah da ondan râzı olacak; “Cennetime gir.” (el-Fecr, 30) diyecek.
İbâdetler olacak, teslîmiyet olacak, güzel ahlâkî vasıflar olacak. Af olacak, vefâ olacak, tevbe olacak, iffet olacak, sabır olacak, infak olacak, tevâzu olacak, güzel vasıflar toplanacak.
Asla aslâ gıybet olmayacak. Riyâ olmayacak. Tecessüs olmayacak. Enâniyet olmayacak. İsraf olmayacak. Bütün fuhşiyat/kötü şeylerden uzak kalacak. Gözünü, gönlünü, kulağını, ağzını, bütün Allâhʼın yasak ettiği şeylerden koruyacak.
Cenâb-ı Hak böyle bir hâlimiz olmasını arzu buyuruyor.
Cenâb-ı Hak قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (“Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.” [el-Müʼminûn, 1]) buyuruyor.
اَفْلَحَ : felâh buldu. İnsana zordan sonra “kurtuldun” denir. Bir çiçek bahçesinden geçen kimseye “kurtuldun” denmez. Uçurum kenarlarında dolaşan, bir yangının içerisinden kendini kurtaran, böyle birine “hadi kurtuldun” denir. “Mâşâallah” denir.
Cenâb-ı Hak da قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ “Müʼminler kurtuldu.” buyuruyor. Demek ki bir zorluk var ki oradan kurtuldu.
Nedir zorluk?
Bu nefsânî hayat. İnsanın iç dünyasındaki problemleri.
Bunları nasıl telâfi etmeye çalışacak? İlk başta burada, Cenâb-ı Hak namazı bildiriyor.
“Onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” (el-Müʼminûn, 2) Bir duygu derinliği içinde kılarlar.
Kurʼân-ı Kerîmʼde doksan dokuz yerde namaz geçiyor. On üç yerde oruç geçiyor.
Otuz iki yerde zekât geçiyor. Yirmi bir yerde sadaka geçiyor. Yetmiş iki yerde infak geçiyor. Velhâsıl yüz yirmi beş yerde “vereceksin” maddî-mânevî…
Demek ki burada ilk şey, namaz…
Elhamdü lillâh, Ramazân-ı Şerîf iyice yaklaştı elhamdü lillâh. Geçen sene Ramazanʼda olup da bu sene Ramazanʼda olmayan, vefât eden akrabalarımız, yakınlarımız, dostlarımız var; en küçük yaştan en büyük yaşa kadar.
Ramazân-ı Şerîf, büyük bir nîmet ayı. Allâhʼın büyük bir lûtuf ayı, ihsan ayı, ikram ayı.
Kul, bu ayda temizlenecek, berraklaşacak. İbadetlerine, bilhassa namazına çok dikkat edecek. Namazımızı inşâallah cemaatle kılacağız. Teravihlerimizi huzurla kılacağız. Teheccüdlerimizi kılacağız.
“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyruluyor.
Rasûlullah Efendimiz; “Müʼminin mîrâcıdır.” buyuruyor. (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313)
Ebû Firas (Rebîa bin Kâ‘b)diye bir sahâbî var. Bu, Efendimizʼin hâne-i saâdetlerinin, evinin önüne su getirirdi her gece. Efendimiz de o suyla abdest alırdı, hâcetini görürdü. Bir gün dedi ki:
“–Ebû Firas, sen bana hep hizmet ettin.” dedi. “Ne istersin benden bir mukâbil?” dedi. “Ben herkesin mukâbilini veriyorum.” dedi.
O da dedi ki:
“–Yâ Rasûlâllah! Ben Senʼinle yalnız öbür tarafta beraber olmak istiyorum. Cennetʼte beraber olmak istiyorum.” dedi.
“–Ebû Firas!” dedi. “Benden çok zor şey istedin.” dedi.
Efendimizʼin mevkii bütün peygamberlerin üzerinde. O da beraber olmak istiyor.
“–Dünyevî bir şeyler iste, beni rahatlat.” dedi.
“–Yok!” dedi. “Yâ Rasûlâllah! Hiçbir şey istemiyorum dünyaya âit.” dedi. “Senʼinle beraber olmayı istiyorum.”
“–O zaman Ebû Firâs, bana yardım et!” dedi. “Çok çok Allâhʼa huşû içinde secde ederek bana yardım et.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Salât, 226)
Demek ki bu kadar namazın ehemmiyeti var. İnsan anatomisini, iskelet yapısını Cenâb-ı Hak en güzel secde edecek şekilde halketti.
Nasıl mesâîlerimiz var. Ticarî hayattaki mesâîlerimiz var, muhtelif mesâîlerimiz var. Bir sporcunun kamplara çekilmesi var. Bütün gücünü oraya sarf etmesi için, gireceği maçta. Bizim de Ramazân-ı Şerîf için mânevî hayatta yoğunlaşmamız (zarûrî)…
Rûhumuzu, kalbî hayatımızı Ramazân-ı Şerîfʼe göre hazırlamamız, evlâtlarımızı Ramazân-ı Şerîfʼe hazırlamamız, evimizi Ramazân-ı Şerîfʼe göre hazırlamamız, programlarımızı Ramazân-ı Şerîfʼe göre hazırlamamız… Büyük bir nîmet ayına giriyoruz.
Efendimiz buyuruyor:
“Siz Ramazân-ı Şerîfʼin ne olduğunu bilseydiniz, çıkmasını istemezdiniz.” (Bkz. Heysemî, c. III, sf. 141)
Yine Efendimiz minbere çıktı. Üç sefer, “âmîn, âmîn, âmîn” buyurdu.
Sahâbe dediler ki:
“Yâ Rasûlâllah! Bir muhatap yok, neye âmîn dediniz?”
Efendimiz buyurdu ki:
“–Cebrâil geldi, üç şey hususunda îkaz etti. Ben de âmîn dedim. Birincisi; anne-baba yaşlanır, evlât bîgâne kalır, alâka göstermez, Cebrâil, «O, rahmetten uzak olsun!» dedi.”
Demek ki anne-baba… Bilhassa gençler! Yaşlanan anne-babalara çok îtinâ etmesi lâzım. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
قَوْلًا كَرِيمًا diyor. “…Onlara iltifatkâr söz söyle.” (el-İsrâ, 23) buyuruyor. Onlara merhamet kanatlarını aç. Onlara duâ et, diyor. Onlar küçükken senin her türlü şeyine katlandı, buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 24)
Birincisi bu. Buna Cebrâil bedduâ ediyor. Ana-babasını ihmâl eden, yaşlanıp da.
İkincisi;
“Yâ Rasûlâllah! Senʼin ismin geçer, bîgâne kalır. O da rahmetten uzak olsun!” diyor.
Nedir bu? Cenâb-ı Hakkʼın bize en büyük ikramı Allah Rasûlü. Rehberimiz.
“Ben” diyor Efendimiz; “…İsrâfil Sûrʼu üfürünceye kadar, kıyâmet kopuncaya kadar kabrimde ümmetî ümmetî diyeceğim…” buyuruyor. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)
Kurʼân-ı Kerîm, Tevbe Sûresi, Oʼnu çok raûf ve rahîm / çok merhametli ve çok şefkatli olduğunu bildiriyor. (Bkz. et-Tevbe, 128) Hiçbir peygamber için, zirvede böyle iki vasıf bildirmiyor.
Cebrâil diyor ki:
“Senʼin ismin geçer, bîgâne kalır, o da rahmetten uzak olsun, yâ Rasûlâllah!” diyor.
Üçüncüsü:
“Bir müʼmin Ramazân-ı Şerîfʼe girer, Ramazân-ı Şerîfʼin rûhâniyetine, huzuruna bîgâne kalır Allâhʼın tûfan hâlindeki bu ikramı karşısında; o da rahmetten uzak olsun!” diyor. (Bkz. Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)
Velhâsıl böyle bir rahmetin sağanak hâlinde yağdığı bir mevsime giriyoruz. Onun için rûhumuzu, kendimizi, âilemizi, evlâtlarımızı Ramazan-ı Şerîfʼe hazırlayacağız inşâallah. Ramazanʼla mânevî mesâimizi artıracağız. Namazlarımız cemaatle olacak. Teravihlerimiz huzurlu teravih olacak, bir hazım cihazı gibi olmayacak, huzurlu terahvihler kılacağız. Teheccüdler kılacağız.
Oruçlarımız; dilimize, gözümüze, kulağımıza, uzuvlarımıza oruç tutturacağız. Ki o oruç Cehennemʼe kalkan olacak.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183) buyuruyor. Allâhʼa yaklaşırsınız, buyuruyor.
Allâhʼın nîmetlerinin kadrini hatırlayacağız. Bir bardak suya hasret kalıyoruz, yarım gün. Demek ki ne kadar Cenâb-ı Hakkʼın ikramına muhtacız. En çok, en bol, bize en çok muhtaç olduğumuz şeyleri veriyor. Suyu veriyor, havayı veriyor, oksijeni veriyor; rahat nefes alalım. Buğdayı veriyor, vesâireyi veriyor, topraktan çıkanları veriyor.
Bütün müʼminler birbirine zimmetli. Aç, açın hâlinden anlar. Yûsuf -aleyhisselâm- hazineler veziri iken (muhtaçlara erzâkı) aç olarak dağıttı, ben açların hâlinden anlayayım, diye.
Cenâb-ı Hak; “Sen o teaffüf sahibi, iffet sahiplerini bul, ara!” diyor. “Onlara infak et.” diyor.“Sen onları sîmâlarından tanırsın.” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 273)
Ramazân-ı Şerîf bir seferberlik bizim için. Namazlarımızla seferberlik, oruçlarımızla seferberlik, infaklarımızla seferberlik. İctimâîleşme…
Son yirmi güne geleceğiz. Yirmi günden sonra da bir gece gelecek; Kadir Gecesi…
“Umulur ki” buyuruyor. “Tek gecelerde…” Efendimiz. “Umulur ki” buyuruyor. “Ekseriyetle yirmi yedinci gecede…” (Bkz. Buhârî, Leyletüʼl-Kadr 2, 3, 5; Müslim, Sıyâm, 205, 206, 219, Îtikâf 7)
O da مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ (el-Kadr, 3) Cenâb-ı Hak seksen küsur senenin, bir ömrün, bir ömürden fazla zamanın faziletini bir gecede ihsan ediyor. Kurʼânʼın indiği gece oluyor.
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ (“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1])ʼden başlayarak 6660 küsur âyet devam edecek o şekilde 23 senede. Böyle bir mübârek gece. Böyle bir mübârek geceye bir hazırlanma… Ramazân-ı Şerîfʼe hazırlanma… Son on güne hazırlanma… Bir bayrama hazırlanma… Bayramı hak edebilme…
Bayram bir sevinç günü; tâtil günü değil. Bir de muâşeret günü: Akrabanı ziyaret edeceksin, eş-dostunu arayacaksın. Ananın-babanın, akrabanın kabrini ziyaret edeceksin. Onlara hediyeler, sadaka-i câriyeler göndereceksin.
Müʼmin dâimâ âhiret için yoğunlaşacak. Esas tatil, teneşirde başlayacak, serbestsin o zaman. Dünya bir mesâi zamanı. Ramazanʼdan aldığın feyizle bir Ramazan şeklinde devam edecek hayatın. Son nefesin de bir bayram sabahı olacak.
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ “…Ancak müslümanlar olarak can verin!” (Âl-i İmrân, 102) Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Velhâsıl böyle bir rahmet mevsimine giriyoruz. Cenâb-ı Hak mübârek eylesin inşâallah…