DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
İftar Sevinci Programı Kadir Gecesi Özel Mülâkâtı (8 Mayıs 2021
İrfan Gündüz: Erkam Radyomuzun ve Erkam Televizyonumuzun çok değerli dinleyicileri ve izleyicileri!
Bir güzel “İftar Sevinci” programında daha sizlerle beraber olmanın ve sevincimizi sizlerle paylaşmanın huzuru içerisindeyiz. Her defasında olduğu gibi bugün de “Kadir Gecesi” konulu sohbetini yapmak üzere, Muhterem Üstadımız Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, sevincini bizimle beraber paylaşacak
Efendim, hoş geldiniz.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Teşekkür ederiz.
İrfan Gündüz: Şeref verdiniz.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Şeref aldık.
İrfan Gündüz: Şimdi Muhterem Efendim; tabi Ramazan’ın son günlerine doğru yaklaştık ve Kadir Gecesi’ne Rabbim eriştirdi. Fakat burada esas, genelde gecelerin ihyâsı ve özelde de Kadir Gecesi’nin ihyâsı, mânevî hayatımız yönünden çok önemlidir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in indiği ve indirildiği bu güzel ayda, ki adını ondan alıyor, Kur’ân ayı, yine bu güzel gecede müslümanların neler yapmasını tavsiye edersiniz Efendim?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Cenâb-ı Hak günahlara misli kadar (cezâ) veriyor. Fakat sevaplara (mükâfat olarak) ise, duruma göre, yedi misli, hattâ bu, yedi yüz misline kadar gidiyor. Fakat Kadir Gecesi’nde ise,
İrfan Gündüz: Belki de hudutsuz Efendim, evet…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Bunun ucu yok, bunun ucu yok. Kadir Gecesi, çok muazzam ilâhî bir lûtuf gecesi.
Yani bir fânî, bir fânîye cömertliği kadar ikram eder. Cenâb-ı Hak, Rahmân ve Rahîm. Cenâb-ı Hakk’ın cömertliğini burada görüyoruz. Bir ömrü, bin ay, “مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ” (bin aydan [hayırlı]. [el-Kadr, 3]) Yani seksen küsur senenin faziletini Cenâb-ı Hak mü’minlere -elhamdülillâh- bir gecede ihsân ve ikram ediyor.
Ve bu gece, Cenâb-ı Hak, melekleri seferber ediyor. Melekler iniyor, Ruh iniyor / Cebrâil iniyor ve bunlar, ilâveten ümmete duâ ediyorlar.
Yani Kadir Gecesi, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan sonsuz merhamet ve muhabbetinin bir nişânesi.
O gece, yani Kadir Gecesi, Cenâb-ı Hakk’ın merhametinin sonsuzluğunu, mü’minlere olan ihsanlarının azametini düşündürdüğü bir gece.
Buna mukâbil; biz ne kadar Cenâb-ı Hakk’a şükredebildiğimizi muhâsebe etme durumundayız. Çünkü Cenâb-ı Hak:
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
(“Sonra o gün (kıyâmet günü), bütün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?” [et-Tekâsür, 8])
Bize en büyük nîmet, İslâm nîmeti. En büyük nîmet, Rasûlullah Efendimiz. Yine en büyük nîmet, hayatımızda Cenâb-ı Hak bize bazı günleri, bazı geceleri, bol bol ikram ediyor. Kadir gecesi, bunların zirvesi olmuş oluyor. Cenâb-ı Hakk’ın bu merhametine mukâbil, ümmete, mahlûkâta karşı ne kadar merhametli olacağız? Bunu tefekkür etmemiz lâzım, düşünmemiz lâzım. Birinci husus bu.
İkinci husus:
Cenâb-ı Hakk’ın Rasûlullah Efendimiz’e olan muhabbeti:
Efendimiz’in dışında Cenâb-ı Hak hiçbir peygambere böyle bir Kadir Gecesi vermiyor, bildiğimiz kadarıyla. Demek ki Cenâb-ı Hak, Efendimiz’i çok seviyor. O’na itaati kendisine itaat olarak bildiriyor.
Cenâb-ı Hak da yine Efendimiz için; “لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ” (“Allah lûtufta bulunmuştur…” [Âl-i İmrân, 164]) buyuruyor. En büyük bir nîmet olduğunu insanoğluna. Demek ki bu nîmeti idrâk etmemiz îcâb ediyor. Ve Rasûlullah Efendimiz, mâlum, üç vazifeyle geliyor:
–Bir; Allâh’ın âyetlerini tebliğ etmesi, okuması.
–Cennet’e girecek hâle mü’minlerin gelmesi için onların gönül âlemleri temizlenecek, tezkiye. Ve cemâlî sıfatlar o kalpte tecellî edecek.
–Üçüncüsü de, daha yüksek bir tekâmül; Kitap ve hikmeti telâkkî ettirecek. Yani Kur’ân-ı Kerîm’de derinleşecek, incelecek, zarif bir mü’min olacak.
Bir de bütün hâdisâtın, vukuâtın sırrî tarafı olan hikmete âşinâ olacak.
Kendimizi muhasebe etme durumundayız:
- Efendimiz’in kadrini-kıymetini ne kadar idrâk edebiliyoruz?
- Cenâb-ı Hakk’ın bu büyük lûtfuna karşı ne kadar şükran duyguları içindeyiz?
- Efendimiz’i ashâb-ı kirâmın tanıdığı gibi ne kadar yakından tanıyabiliyoruz?
Efendimiz; “Ben, Yemen tarafından nefes-i Rahmânî’yi duyuyorum.” buyuruyor. (Bkz. Taberânî, Kebîr, VII, 52/6358) Hakîkaten, bizlerde ne kadar nefes-i Rahmânî var? Bunu da düşünmemiz lâzım.
- Velhâsıl hayatımızın bütün muhtevâsını ne kadar Sünnet-i Seniyye istikâmetinde tanzim ediyoruz? Zira Rabbimiz şöyle buyuruyor:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
“Allah Rasûlü’ne itaat, Allâh’a itaat.” Nisâ Sûresi 80. âyet. Cenâb-ı Hak burada iki itaati birleştirmiş oluyor.
Üçüncüsü:
Kadir Gecesi, Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu bir gece:
Demek ki bu gecenin bizlere diğer bir tâlimatı; ne kadar Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olacağız? Ne kadar hayatımızı Kur’ân-ı Kerîm’e göre istikâmetlendireceğiz?
Rasûlullah Efendimiz muayyen bir âyet ezberletirdi Ashâb-ı Suffe’de, sonra onu tatbik ettirirdi. Bu sebeple ashâb-ı kirâmın tahsili 23 sene sürdü.
“اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى” (“[Yaratan] Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1]) ile başladı; “اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ” (“…Bugün [size dîninizi] tamamladım…” [el-Mâide, 3]) ile hemen hemen tamamlanmış oldu. Yani 23 senede tamamlanmış oldu. Demek ki bizlere de Cenâb-ı Hak, okuduğumuz Kur’ân-ı Kerîm, okuduğumuz âyetlerin, Sünnet-i Seniyye, hadîs-i şerîflerin Cenâb-ı Hak tatbikâtını nasîb eylesin, inşâallah.
İrfan Gündüz: Âmîn. Efendim, tabi burada, baktığımız zaman Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de “Biz bu Kur’ân-ı Kerîm’i Kadir Gecesi’nde indirdik.” (el-Kadr, 1) buyuruyor.
Öbür taraftan, “Biz bu Kur’ân-ı Kerîm’i mübârek bir gecede indirdik.” (ed-Duhân, 1) buyuruyor.
Bu yüzden gecelerin ihyâsı, insanın gönül dünyasını diri tutması geceleri, çok önemli. Geceleri uykunun gafletine harcamamak lâzım.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet.
İrfan Gündüz: O bakımdan ben hep şöyle söylerim: Peygamberlere vahiy gece mi gelmiş, gündüz mü gelmiş. Bir tane gündüz indirdik diye âyet yok. Ama mübârek bir gecede indirdik âyeti var.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet.
İrfan Gündüz: Bu anlamda esasında, bu gecelerin ihyâsı, genel anlamda gecelerin ama, özelde de Kadir Gecesi’nin ihyâsı. Biz bu işin farkında olmak, Peygamber’e sevgisinin farkında olmak, Kur’ân-ı Kerîm’in farkında olmak, bu günün kutsallığının farkında olmak ve ona göre de ayağımızı denk almak…
Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Bir defa hocam, buyurduğunuz gibi, bu geceler çok mühim. Cenâb-ı Hak:
“وَلَيَالٍ عَشْرٍ” buyuruyor.
Bu, bir, “on gece” (el-Fecr, 2)
İrfan Gündüz: On gece, evet…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Bu, on gece hususunda tefsirlerde, bir ihtimal de bu Ramazân-ı Şerîf’in on gecesi olmuş oluyor.
İrfan Gündüz: Belki de son on gecesi.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yani son on gecesi olmuş oluyor, bir görüşe göre.
Hocam velhâsıl; fert, âile, millet ve devlet, Kur’ân-ı Kerîm’le izzet kazanır. İşte bunun en bârizi, bizim Osmanlı’nın kuruluşu. Kur’ân-ı Kerîm’e tâzîm ile, hürmet ile başladı. Üç asırda, ufacık bir İznik’ten dört yüz atlıyla kuruldu.
İrfan Gündüz: Çadırdan, evet. Çadırdan imparatorluğa.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yaa, 24 milyon kilometreye ulaştı.
Yavuz Sultan Selim’in mukaddes emanetleri getirmesiyle ve o tâzimle devam etti. Fakat, lâkin, bir dünya muhabbeti başladığı zaman da yavaş yavaş geriye alındı.
İrfan Gündüz: Samyeli esmeye başladı.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yaa, öyle.
Hocam, ârif bir zât ne güzel ifade eder bu, Kur’ân’ın fazîletini:
“Cebrâîl -aleyhisselâm- Kur’ân’ı indirdi, meleklerin en fazîletlisi oldu.
Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Kur’ân-ı Kerîm indi. O, kendinden öncekilerin ve sonrakilerin, bütün insanların seyyidi oldu.
Yine Kur’ân-ı Kerîm, Ümmet-i Muhammed’e indi. Ümmet-i Muhammed, ümmetlerin en hayırlısı, ümmet-i merhûme oldu.
Kur’ân-ı Kerîm, Ramazan ayında indi. Bu Ramazan ayı, ayların en hayırlısı oldu.
Kur’ân-ı Kerîm, Kadir Gecesi indi. O gece, bütün gecelerin en hayırlısı, en faziletlisi oldu. İçinde Kadir Gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı oldu.
Eğer Kur’ân-ı Kerîm senin kalbine ve de senin hayatına inerse, insanların en hayırlısı olursun!”
İrfan Gündüz: Evet…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’i ne kadar hayatımıza hâkim kılabilirsek, Kadir Gecesi’nin hakikatini o kadar da idrâk etmiş oluruz.
Dolayısıyla;
- Kur’ân-ı Kerîm’in kadr u kıymetini idrâk etme gecesidir Kadir gecesi.
- Cenâb-ı Hakk’ın bu beyan mucizesine mukâbil, şükrümüzü artırma gecesidir.
- Kur’ân-ı Kerîm ile ünsiyetimizi artırma gecesidir.
- Hayatımızı Kur’ân-ı Kerîm ile tanzim edebilmek için mühim ve ciddî kararlar alma gecesidir…
Unutmayalım ki Kur’ân-ı Kerîm, onun ahkâmıyla âmil, ahlâkıyla kâmil olanlara, kıyâmet günü şefaatçi olacak. Fakat bunun aksine, onu ihmâl edenlerden de -Allah korusun- şikâyetçi olacak.
Velhâsıl Kadir Gecesini Kur’ân ile, ibadetlerle, sâlih amellerle, ezkâr ile, bilhassa da tevbe ve istiğfar ile ihyâ etmek gerekiyor.
Zira bu gece müstesnâ bir af ve mağfiret gecesi olmuş oluyor. Bir şey daha var.
İrfan Gündüz: Evet, buyrun Efendim.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Tabi burada büyük bir af. Fakat bunu da ifade etme mecburiyetindeyiz. “Hakk-ı ibâd / kul hakkı.” Kul hakkı, o, kıyamete kalıyor. Borçlar kıyamete kalıyor.
Efendimiz buyuruyor:
“Ey insanlar! Kimin üzerinde bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil olmaktan, âhirette rezil olmak beterdir.” buyuruyor. (Bkz. İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)
Onun için bu, hakîkaten bu Ramazân-ı Şerîf’te bir kalbe gıybet ettik mi yahut bir haksızlık yaptık mı? Onunla muhakkak bir helâlleşmemiz zarûrî.
Eğer o kişi vefat etmişse, onun için bol sadakalar vermemiz îcâb eder. Yine Cenâb-ı Hakk’a sığınmamız lâzım. Aksi hâlde o kul hakkı geçen kişi, sevaplarını alacak, sevapları biterse kendi günahlarını yükleyecek.
İrfan Gündüz: Sonra da iflâsa sürüklenecek, hadîs-i şerifteki ifadeyle.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yaa, o kadar mühim.
Efendimiz bazı şeyleri kendine izâfe ederek buyururdu. Meselâ bu, birkaç sefer buyruldu bu hadîs-i şerîf. Efendimiz ashâb-ı kirâmı topladı, numûne olması için:
“…Kimin sırtına vurdumsa, işte sırtım…”
İrfan Gündüz: Yaa, evet, gelsin vursun…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: “…Kimin malını sehven/bilmeden almışsam, işte malım; gelsin alsın!” (Ahmed, III, 400)
Yani nasıl bir hukuk tevzii…
İrfan Gündüz: Evet…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Şâheser!
Yine şunu da orada zikredelim. Âişe Vâlidemiz buyuruyor ki:
“–Eğer bu Kadir Gecesi’ne vâsıl olursak, yahut anlayabilirsek, ne yapalım yâ Rasûlâllah, nasıl duâ edelim?” Efendimiz:
اَللّٰهُمَّ اِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى
buyurdu. Yani:
“Allâh’ım! Sen çok affedicisin, sonsuz kerem sahibisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!” (Tirmizî, Deavât, 84)
İrfan Gündüz: Şimdi Efendim, Allah râzı olsun, dilinize sağlık. Tabi hem Kadir’in hem gecenin ihyâsı, ama bizde güzel bir söz var. “Her geleni Hızır bil, her geceyi Kadir bil.” Esas Kadir’in kıymetini sadece bir tek Kadir Gecesi’ne değil bütün gecelere tahsis etmek önemli.
O yüzden de zaten şimdi Cenâb-ı Hak, ta üç aylarda başladık, Receb ile başladık, işte Şâban’dı, Mîraç kandiliydi ve Kadir Gecesi. Ramazan’a ulaştık, Kadir Gecesi’ne ulaştık. Ama şimdi bundan sonra; evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da kurtuluş. Bundan sonra bayram geliyor Efendim.
Şimdi esasında bu bayramları nasıl değerlendirmek lâzım? Niye bayram böyle emredilmiş? Bunun hikmeti nedir?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Hocam, bunun cevabına geçmeden evvel, hatırıma şimdi geldi, bu, Abdurrahman Güzelyazıcı bizim hocamızdı İmam Hatip’te. Onun bir vaazında, hatırımda şöyle kaldı: Bu Kadir Gecesi dedi, nâdirat olarak sene içinde de gelebilir dedi. Onun için buyruluyor; her geceyi Kadir bil.
İrfan Gündüz: Evet. Her geleni Hızır…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet. Hattâ bunu Ebû Hanîfe Hazretleri’nin bildirdiğini Abdurrahman Şeref Hocamız anlatmıştı. Onun için buyurduğunuz gibi her geceyi Kadir, her gördüğümüzü Hızır, Allâh’ın sâlih kulu, evet…
İrfan Gündüz: İfade buyurduğunuz var ya, biz Kur’ân-ı Kerîm’in farkında mıyız? Efendimiz’in farkında mıyız? Biz ne kadar bunları gönlümüze, içimize sindirdik? Ne kadar bunlar iliklerimize işledi? Esas bunların hesabını yapmak lâzım. Buna şimdi farkındalık diyorlar ama bizim tasavvuf ıstılâhında bunun adı yakaza demek. Yanlışın farkına varmak… Bundan vazgeçmek. Zararın neresinden dönersek kâr. O yüzden bu bayram, tabi şimdi eğer Cehennem’den kurtuluşu yakalamışsak en büyük bayram.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Hem de nasıl.
İrfan Gündüz: O yüzden bu bayramın, nasıl anlaşılması lâzım? Nasıl sosyal hayatımıza yansıması lâzım? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz Efendim?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Efendim, Cenâb-ı Hak -ibret- bayramı senenin herhangi bir gününde vermiyor. Yani bir maksada mebnî olarak bayram veriliyor. Üç aylık bir takvâ mektebi; Receb, Şâban, Ramazan neticesinde Cenâb-ı Hak bayram ihsan ediyor.
Gerçek bayram saâdetine kavuşmak için, tıpkı Ramazan’daki gibi, ciddî bir kulluk şuuruyla ihyâ etmek gerekir.
Zira; Ramazan bir takvâ mektebi, bayram ise onun bir mânevî şehâdetnâmesi.
Bayramlar, rûhânî bir sürûr içinde, bir ibadet vecdi içinde yaşanmalı ve geçirilmeli.
Nitekim, bayram günü ve gecelerinde yapılan hamd, şükür, zikir, tesbîh, tekbîr, ferdî ve ictimâî bütün kulluk tezâhürlerine, Rabbimiz’in müstesnâ mükâfatları var.
Hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:
“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini, sevâbını Allah’tan umarak ibadetle ihyâ edenlerin kalbi, -bütün kalplerin öldüğü günde- ölmeyecektir.” buyruluyor. (İbn-i Mâce, Sıyâm, 68/1782)
Yine Ramazan, ayrı mükâfat, bayramda da öyle bir mükâfat var.
Yine bayram, aslâ ferdî ve nefsânî bir tatil günü değil. Bilâkis, ictimâî ibadet günleri.
Tek başına bir bayram namazı kılamıyoruz. Kendi kendimize bayramı tebrik edemiyoruz.
Bayram, ferdin değil, umûmun sevincidir. Başkalarını sevindirmekle sevinmektir. Rasûlullah Efendimiz öyleydi; başkalarını doyurmakla kendisi doyuyordu, başkalarını sevindirmekle seviniyordu. En büyük Sünnet-i Seniyye. İkram ve ihsân etmenin mânevî hazzıyla rûhumuzu doyurmaktır bayram.
Bu sevinç günlerinin hakîkatine ermek ise, bilhassa muhtaçların, gariplerin gönüllerini hoşnud etmekle -inşâallah- Allâh’ın rızâsına kavuşuruz.
Zira; gerçek bayram saâdetinin seyredilebileceği en berrak ayna, bayram ettirilen kırık gönüllerdir.
Unutmayalım ki;
Merhamet edene merhamet edilir. Hak rızâsı için sevdireni, Cenâb-ı Hak sevdirir.
1960 yıllarında Büyük Doğu çıkardı. Biz de o zaman talebeliğimiz yeni bitmişti, yahut da talebeydik. Orada bir bayram nüshasında Necip Fâzıl rahmetlinin şöyle bir ifadesi vardı. Yani bir, nasıl bir bayram olacak. İfade aynen şöyleydi, senelerce, elli küsur sene hatırımda kaldı:
“Deliyi akıllandıracak, muzdaribi sevindirecek gerçek bayram, hangi rûhî hamleye muhtaçtır?!”
Tabi burada deliyi akıllandıracak, tabi biz deriz bununla; gafleti, gafleti uyandıracak, muzdaribi sevindirecek gerçek bayram hangi rûhî hamleye muhtaçtır?
Bayramlar, belli bir kesimin şımarıkça yaşadığı, rehâvete dalma günleri değil. Bilâkis bayramlar;
- Sıla-i rahimde bulunmak, bu da bir hak oluyor, akrabanın hakkı.
- Geçmişlerin ruhunu hayır ve duâlarla şâd etmek. Hep bizim örfümüzde bayram günü kabirler ziyaret edilir.
- Dargınlık ve kırgınlıkları ortadan kaldırmak. Bu da çok mühim. İstediğin kadar kırıl, fakat “…Allâh’ın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) âyeti indiği zaman, Ebû Bekir -radıyallâhu anh- Âişe Vâlidemiz’e iftirâ atanı affetti. Ona sadaka verdi. Demek ki dargınlık ve kırgınlık, ortadan kaldırmak.
Cenâb-ı Hakk’ın bizi affetmesini istiyoruz, o zaman biz de affedeceğiz.
Yine bu, bayram;
- Dostluk ve kardeşliği artırma gibi,
- Muhtaçların, gariplerin, kimsesizlerin yüzlerini güldürerek onların gönüllerine de bayram huzurunu tattırmak gibi, nice ictimâî ibadetin îfâ edildiği, müşterek sevinç günleridir.
Onun için Behlül Dânâ Hazretleri:
“Bayram, güzel elbise giyenler için değil, ilâhî azaptan emîn olanlar, ebedî hüsrandan kurtuluşa erenler içindir. Yine bayram, güzel güzel binitlere binenler için değil, kusurlarını terk ederek hâlis bir kul hâline gelebilenler içindir bayram…”
İrfan Gündüz: Tabi bu bayramların bir de sosyal hayatımızı, sosyal dokumuzu birbirine halı ilmiği gibi bağlayan bir birleştirici ve bütünleştirici tarafı var. O yüzden bizim kültürümüzde, sevinçlerimizi paylaşarak büyütürüz, bizde sevinçler de paylaşılır, sıkıntılar da paylaşılır. Sıkıntılar da paylaşıldıkça küçülür ve azalır.
Dolayısıyla bizde sosyal güvenlik sisteminin olmadığı bizim geçmişimizde, en büyük sosyal güvenlik, kardeşlik anlayışımız olmuş. En büyük sosyal güvencemiz cami cemaati olmak olmuş, komşuluk olmuş. O yüzden bir de, bir soruyu daha arz edeyim izin verirseniz muhterem Efendim.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Estağfirullah.
İrfan Gündüz: O da şu; âlimler ve ârifler nezdinde bayram sadece kurban, sadece Ramazan bayramına mı has? Yoksa, onlara göre, bize göre de, başka bayramlar var mı? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Efendim, tabi, çok bayramlar var. Fakat o bayramlara hazırlık da bu dünyada oluyor.
Hak âşıkları nazarında esas bayram;
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])
–Selîm bir kalbe sahip olmak. En büyük bayram bu. Çünkü Cenâb-ı Hak bu selim bir kalple, yani rafine olmuş, tertemiz bir kalple Cenâb-ı Hak davet ediyor.
İkincisi:
–Müsterih bir vicdana sahip olmak.
Üçüncüsü:
–Yüz akıyla Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna varıldığında en mühim bayramdır.
Cenâb-ı Hak:
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“…Ancak müslüman olarak can verin.” (Bkz. Âl-i İmrân, 102) Sakın ha, başka türlü can vermeyin, diyor. Bunun için de Cenâb-ı Hakk’ın azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ sahibi olun buyruluyor.
Dünyada Cenâb-ı Hakk’ın lûtfettiği Ramazan ve Kurban bayramlarımız var. Lâkin bunları lâyıkıyla ihyâ eden sâlih kullara, esas hayat olan âhirette ebedî bayramlar var:
- “Son nefes” bayramı var. O da, son nefes, bir sefere mahsus, tekrarı da yok.
Cenâb-ı Hak yine Fussilet Sûresi’nde, melekler iner;
“…Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennet’le sevinin (derler).” (Fussilet, 30) Meleklerin bir müjdesi var.
Bu müjde, üç yerde buyruluyor tefsirlerde:
Bir, son nefeste.
İkincisi, kabre, o gurbet âlemine vardığımız zaman yine melekler karşılayacak:
“…Korkmayın, üzülmeyin, size Allâh’ın vaad ettiği Cennet’le sevinin (diyecekler).” (Fussilet, 30)
Üçüncüsü ise; ba‘sü ba‘de’l-mevt, kıyamette, o zor gün, çetin gün. “عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا Musîbetli bir gün.” (Bkz. el-İnsân, 9-10) Orada melekler:
“…Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği Cennet’le sevinin (diyecekler).” (Fussilet, 30)
- Kabrin Cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu müşâhede edince yaşanan bir bayram var. En güzel bayram o.
Yine bir sevinç bildiriliyor bize:
- Amel defterini sağından alanlara bir bayram var. el-Hâkka Sûresi’nin 19. âyetinde:
“İşte o vakit, kitabı sağdan verilen kimse der ki: «Gelin, kitabımı okuyun!»”
Nasıl çocuklar sevinçten bir karne gösterirler; demek ki bir mü’min de öyle bir sevinç içinde olacak. Allah cümlemize nasîb eylesin.
İrfan Gündüz: Âmîn.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi:
- Rasûlullah Efendimiz’in şefaat bayramı var.
- Sırat köprüsünden geçiş var, o Cehennem’den âzâd olma var. O da zor bir an hepimize. Hattâ Âişe Vâlidemiz soruyor:
“–Yâ Rasûlâllah, bizi diyor, hatırlar mısınız?”
“–Üç yerde, (onlardan biri de bu) Sırat üzerinde, yani Cehennem üzerinden geçerken. Orada kancalar var yâ Âişe.” diyor. Kimi ağır ağır geçecek, düşme korkusu. (Bkz. Hâkim, IV, 622/8722. Krş. Ahmed, VI, 101, 110)
“Mücrimleri, içine atarız.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. Meryem, 86; Zuhruf, 74; Kehf, 53; Rahmân, 43)
Bir de hızlı geçenler var. Cenâb-ı Hak, inşaallah… Fakat herkes mutlaka o Cehennem üzerinde geçecek. Allâh’ın o azamet-i ilâhiyyesini görecek orada.
Bir bayram daha var. O da ru’yetullah bayramı.
İrfan Gündüz: Evet.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Ru’yetullah bayramı. Bayram içinde en mühim ikinci bayram olmuş oluyor.
İrfan Gündüz:
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ . اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
(“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rab’lerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir).” [el-Kıyâme, 22-23])
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet.
İrfan Gündüz:
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ . تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ
(“Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır. Kendilerinin, bel kemiklerini kıran bir felâkete uğratılacağını sezeceklerdir.” [el-Kıyâme, 24-25])
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet.
İrfan Gündüz: Öyle yüzler var ki Allâh’ın yüzünü seyrederek pırıl pırıl… O yüzler. İşte Cenâb-ı Hak o yüzlere ulaşırsak, en büyük bayram, o bayram.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet.
İrfan Gündüz: Efendim, biz bir başka soruya geçebilir miyiz?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Hay hay, buyrun.
İrfan Gündüz: Şimdi tabi Ramazan esasında, ta üç aylardan başlayıp işte mübârek gün ve geceler, onun ayak sesleri, Ramazan’ın kokusu, Kadir’in kokusu, Kadir Gecesi’nin kokusu duyuluyor. Şimdi Ramazan ayının, işte biz “evveli rahmet”ini geçtik, “ortası mağfiret”ini geçtik. Şimdi Allah nasîb ederse, en büyük bayram, “Cehennem azâbından kurtuluş”a nâil olmak.
Şimdi böyle bir nâiliyet ve böyle bir bayramı yakalamak için nasıl bir muhâsebe ikliminde olmamız lâzım? Ya da kendi kendimizi nasıl muhâsebe edelim, nasıl murâkabe edelim? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Efendim. Burada tabi düşüneceğimiz; bütün seneyi Ramazan hâline getirebilmek îcâb eder ki, inşaallah son nefesimiz bir bayram sabahı olsun.
Nasıl Ramazan’da bir ay oruç tutuluyor, mümkün olan zaman zaman da Ramazân’ı hatırlayarak, eğer güç kuvvet varsa, yine Ramazan dışında da oruç tutabilmek. Nasıl her gece teravih kılıyoruz, inşaallah teheccüdlere de ehemmiyet vermemiz. Çünkü Rasûlullah Efendimiz teheccüdde vaadi var. Yani bu, kabir azâbına karşı bilhassa teheccüd namazı tavsiye ediliyor. (Ebû Nuaym, Hilye, I, 165)
Tabi sürekli îtikâf hâlinde yaşamak zor, kolay değil. Yani belki matluba muvâfık olan zamanlarda kendimizi biraz tefekküre, murâkabeye çekmemiz.
Velhâsıl Ramazan’ın rûhunu bütün seneye ve hayata yaygınlaştırmamız. Bu vesîleyle orucun sabrını, yani riyâzâtı bütün zamanlara taşımamız. Nefsimizi oburluktan, israftan, ihtirastan, öfkeden, kötü hâllerden koruyarak, Ramazan’ı devam ettirelim. Riyâzat hâlinde yaşamaya gayret edeceğiz? Çünkü israf, oburluk, sahâbenin tanımadığı bir hayat tarzıydı.
Teravihlerde daima camiye koşma azmi vardı. Demek ki, -inşâallah bu virüsler de kalkar- mümkün mertebe namazlarımızı cemaatle kılmanın gayreti içinde olmak.
Ashâb-ı kirâmı Efendimiz mescide gelince şöyle bir süzerdi. Kimler namazda var, kimler yok? Sorardı. Hastaysa ziyarete giderdi. Seyahatteyse duâ ederdi. Eğer mâzeretsiz gelmemişse onu îkaz ederdi. (Bkz. Heysemî, II, 295)
Çünkü cemaatle kılmak hem ictimâîleşme, hem Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin tecellî ettiği bir mekân olmuş oluyor.
Sahurlardaki gönül uyanıklığını bütün seherlere yayabilmek; Kadir Gecesi’ni aradığımız gibi, her gecenin kadrini bilebilmek; bu şekilde bütün Ramazân-ı Şerîf seherleri gibi, diğer seherleri de değerlendirebilmek.
İşte demin buyurduğunuz gibi; her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil.
Ramazan’da nasıl zekât, fıtır, infak vazifesini yerine getirme heyecanı var, fazla fazla verme heyecanı var. Bunu bütün aylara genişletebilirsek; daima cömertlik, merhamet, fedakârlık içinde yaşayabilirsek, Ramazân’ı zâyî etmemiş oluruz.
İrfan Gündüz: Efendim tabi burada, bir de bu salgın hastalık pençesinde kıvranan bir toplum hayatımız var bugünlerde.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet.
İrfan Gündüz: Dolayısıyla esas, bu hem bayram anlayışımız, yardımlaşma ve dayanışma anlayışımızın özellikle bu salgın döneminde. Toplumdaki çevremize bakarak, onları gözlemlemek, gözetlemek, ihtiyaçları varsa ellerinden tutup onların, kaldırmak, düşeni kaldırmak, ihtiyacı varsa gidermek. Bu anlamda esas bu son günlerde ya da bayramda da infak anlayışımız nasıl olmalıdır ve sadaka-i fıtrı bu anlamda nasıl değerlendirirsiniz Efendim?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Efendim, bu sadaka-i fıtır için Efendimiz buyurdu ki; “Sakın diyor, kardeşleriniz aç kalmasın.” diyor. (Bkz. İbn-i Sa’d, I, 248) Buyurduğunuz gibi.
Hakîkaten bugün bir mazlum bir şey var, mazlum bir Suriyeliler var. Yani ülkeleri bir matem ülkesi oldu. Merhamet kazındı. Küresel güçler hiç şey yapmıyor, ırgalanmıyor, yani…
İrfan Gündüz: Acımıyorlar Efendim.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Hiç acımıyor. Yani merhamet kazındı. Onun için bu iş müslümanlara düşüyor.
Rasûlullah Efendimiz, ganimetler gelirdi, dağıtırdı. Onu dağıtmanın sevinciyle yaşardı. Sonra bir kişi daha gelirdi. Rasûlullah Efendimiz’in önünde mahzun mahzun dururdu. Efendimiz’in evinde hiçbir şey yok, kalmadı, hepsini verdi. Utancından diğer tarafa doğru hafifçe bir dönerdi. Âyette “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. Eğer hiçbir şey veremiyorsan birkaç tane “tatlı söz” söyle. (Bkz. el-İsrâ, 28)
Yani bir müslümanın bir müslümana çıkmaz sokak göstermesi… Hattâ bazı gafillerde vardır; sâil gelir:
“–Yâhu daha dün verdim, hadi!” denir. “Allah versin!” denir.
Hattâ şöyle bir hâtıra oldu:
Bir gün bizim ticaretle uğraşırken rahmetli babam gelirdi bazen. Yine tezgâhtarların biri, gelen bir sâile:
“–Daha dün geldin, haydi Allah versin, Allah versin!” dedi.
Çağırdı:
“–Oğlum dedi, bize kim veriyor?” dedi. “Bak sabah yiyoruz dedi, akşam yiyoruz, bize kim veriyor?” dedi. “–Bak o, senden iki günde bir istedi dedi. Biz her gün istiyoruz, her an istiyoruz.” dedi.
Velhâsıl bu bir merhamet hocam.
Sadece ben burada bir misal vermek istiyorum hocam, Muhammed İkbal’den. O, hacdan gelenlere bir nasihatte bulunurdu:
“Sizin getirdiğiniz şeyler eskiyecek derdi, seccadeler eskiyecek, tespihler de takkeler, hepsi eskiyecek. Fakat siz Medîne’nin eskimeyen hediyelerini getirdiniz mi?” derdi.
Benim hatırıma şu, biz de Ramazan’ın, Ramazan’ın eskimeyen hediyeleri gönlümüzde ne kadar var?
Muhammed İkbal şunu sorardı:
“Ebû Bekir’in sıdkı ve teslimiyetini getirdiniz mi?” derdi.
İrfan Gündüz: Allah Allah…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: “Ömer’in adâletini getirdiniz mi?” derdi.
“Osman’ın hayâsını, cömertliğini getirdiniz mi?” derdi.
“Ali’nin heyecan ve cihâdı var mı içinizde?” derdi.
Biz de Ramazan’dan ne kaldı? Bu hakîkaten bana Muhammed İkbal’in bu şeyi, düşündürdü.
İrfan Gündüz: Tabi Efendim.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Hakîkaten kendimize sormalıyız: Tabi bu, -radıyallâhu anhüm- onlardan bize Ebû Bekir’in sıdkını hakîkaten ne kadar düşünüyoruz? Ne kadar derinleşebiliyoruz? Hazret-i Ömer’in adâletini, en yakınımızdan başlayarak nasıl adâleti, hakkı, hukuku tevzî ediyoruz? Osman -radıyallâhu anh-’ın Kur’ân-ı Kerîm’le hemhâl olması, Kur’ân-ı Kerîm üzerine canını vermesi, kanını akıtması… Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın irfânı…
Cenâb-ı Hak -inşâallah- bu Ramazân-ı Şerîf’te bunlardan da, bu hâllerden de bize Cenâb-ı Hak hisseler nasîb eylesin.
İrfan Gündüz: Âmîn, inşaallah.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yani daima şu Ramazan geldi geçti, geçtiği zaman bayramda, gönlümüzde neler kaldı? Bu mübârek günler bize ne bıraktı? İşte bu Hulefâ-i Râşidîn’in dünyası gibi, dünyadan bir hisse aldık mı?
Bizi hangi kötü huylardan kurtardı Ramazan?
Enâniyet, haksızlık, merhamet-şefkat yoksulluğu, fitne, gıybet, dedikodu, gurur, kibir, yalan, ihtiras, haset, pintilik, iftira, edep noksanlığı vs…
Bunun yanında hangi güzellikler daha çok, bize inşaallah mesafe katettik?
Merhamet, şefkat, hizmet, tevâzû, es-Sâdık el-Emîn olabilmek, ikram, infak, cömertlik, nezâket, zarâfet, affedicilik, vakar, tevâzû, incelik, sabır, edep, hayâ, ümmetin derdiyle dertlenmek…
Bir muhâsebe hâlinde olmamız îcâb eder.
İrfan Gündüz: Attığımız her adımın, aldığımız her nefesin, söylediğimiz her sözün, önce hesabını kendi içimizde yapmamız lâzım. Hele bu Ramazan Ayı’nda, buyurduğunuz gibi Efendim, yani bize Ramazan ne getirdi? Hazret-i Ebû Bekir’den hangi nefesler bize uzandı? İşte Hazret-i Ömer’den ne geldi hediye? Hazret-i Osman’dan/Zinnûreyn’den bize ne gölge düştü? Hazret-i Ali Efendimiz’den ne hediye geldi? Bunların hep hesabını yaparak ona göre attığımız her adımın, söylediğimiz her sözün ve her nefesin Hakk’ın huzûrunda olduğu inancını hep korumak…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet hocam. Yani en mühimi, af için helâlleşmek. Yani ne kadar bir bilerek, bilmeyerek şey yapsak, helâlleşmek. Daima, eskiden bu helâlleşme ifadesini çok kullanırlardı birbirine karşı cemaat.
İrfan Gündüz: Ama zaten bizim vakıflarımızda çok enteresan vakıflar var. Meselâ kişi, üzerinde hakkı olduğuna inandığı herkese gitmiş, parasını iade etmiş ama bulamadıklarına vakıf kurmuş adam. Bir vakıf kuruyor, hayrı, benim üzerimde borcum olduğu hâlde ödeyemediğim insanlara olmak üzere diye onlar adına vakıf kuruyorlar Efendim.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yaa… Yani hocam ben şunu da düşünüyorum:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bizi ziyarete gelmiş olsa, öyle düşünsek, aile hayatımızdan memnun olur mu?
Evlâtlarımızı yetiştirmemizden, onları Kur’ân-ı Kerîm üzere bir tahsil yaptırmamızı görür, bir tebessüm eder mi?
Yahut da üzülür mü; evlâtlarımızın bu, sokakların insafına bırakılması?..
Ticârî hayatımızı acaba görse, tebessüm mü eder, üzülür mü?
İçtimâî münasebetlerimizi, kardeşliğimizi gördüğü zaman hakîkaten bir Muhâcir-Ensar kardeşliğine benziyor mu?
Hizmet hayatımızdan memnun olur mu?
Yine bunları da bir muhâsebe etme durumundayız?
İrfan Gündüz: Âmennâ, Efendim.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Yani şu anki takvâ ve ihlâsımızdan,
Şefkat ve merhametimizden,
İnfak ve diğergamlığımızdan,
Sabır ve sebâtımızdan,
Basîret ve firâsetimizden,
Muhabbet ve kardeşliğimizden ne kadar memnun olurdu?
Bunları düşünmemiz lâzım ki, zira ashâb-ı kirâmı en çok sevindiren, yüz binlerce hadis içinde;
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)
Hakîkaten biz bu hâlet-i rûhiyeyi yaşıyorsak; acaba biz Rasûlullah Efendimiz’le kıyamet günü beraber olabilir miyiz?
Yani sahâbî, hayran oldu. İnsanlıkta bir âbide gördü. “Canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” dedi. Yeter ki Allah Rasûlü’nün gönlünde bir izi olsun.
Bütün dünya emelleri bitti, söndü. Dünyevî mal-mülk vs. bir çakıl taşına döndü. Efendimiz’e olan muhabbet, hepsini bertaraf etti.
Ne oldu? Efendimiz’i yakından tanıdı. Bilgiyle mi? Değil. Kalple.
Onun için Mevlânâ Hazretleri, o, bilginin zirvesindeyken, zihni bir arşiv durumunda, o hâle “hamdım” dedi.
مَنْ بَنْدَهءِ قُرْآنَمْ اَكَرْ جَانْ دَارَمْ
“Ben Muhammed Mustafâ’nın toprağının…” dediği zaman,
İrfan Gündüz: مَـنْ خَــاكِ رَهِ مُحَـمَّدْ مُخْـتَـارَمْ
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: “Piştim” ve “yandım” dedi o zaman.
Cenâb-ı Hak yine aynı şeyi bize -inşâallah- bu bayram, Ramazan bayramı, bir nefes-i Rahmânî’den bir zerre nasîb eder -inşâallah-.
İrfan Gündüz: Âmîn, inşâallah! Efendim, zaten Şemseddin Sivâsî’nin güzel bir ilâhîsi var:
Vâsıl olmaz kimse Hakk’a, cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak
Pâdişah konmaz saraya, hâne mâmûr olmadan
İfade buyurduğunuz gibi, Peygamber Efendimiz, gönlümüze misafir olacak, evimize misafir olacak, Cenâb-ı Hak yüreğimize inecek, O’nunla hemhâl olacağız, beraber olacağız. Dolayısıyla hem yüreğimizi, hem amelimizi, hem sosyal hayatımızı bu mizanda tartarak onlarla beraber olma şuurunu yakalamak…
Ama burada, ben son bir soru olarak Efendim; yani bir insan, hani Peygamber Efendimiz buyuruyor:
“Kim inanarak, (istiğfar ederek, tevbe ederek) Ramazan’ı (güzelce idrâk eder) ihyâ ederse, «غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ» bütün günahları affolur.” (Bkz. Buhârî, Terâvîh, 46)
Şimdi dolayısıyla acaba, Ramazan’ı, geceyi kāim gündüzü sâim geçirenler, acaba Ramazân-ı Şerîf’lerinin nezd-i ilâhîde makbul olup olmadığını anlayabilirler mi Efendim, ne söyleyebilirsiniz, bu da bir müjdeniz olsun…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Efendim, Tâbiîn’den bir zât, şöyle bir ifadesi var:
“Biz diyor Ramazan gelmeden altı ay evvel, Ramazan’a mülâkî olmak için duâ ederdik, Ramazan’dan çıktıktan sonra altı ay da Ramazan’ın kabul olması için duâ ederdik.”
Burada en, bizim Ramazan’ımızın kabul olup olmaması, bizim en büyük şehâdeti, hâlimizin Ramazân-ı Şerîf’teki hâle benzer olması. Âile hayatı, ticârî hayat, ibadet hayatı, muâmelât, beşerî münâsebetler, nezâket, zarâfet, hakk-ı ibâd vs… Bunların Ramazan’dan sonra aynı hâlet-i rûhiye içinde devam etmesi ki, son nefesimiz bir bayram olsun -inşâallah-.
İrfan Gündüz: İnşâallah.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Burada tabi, Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki:
“İbadetin kabul edilişinin alâmeti, o ibadetten sonra hemen başka ibadete girişmek, birbiri ardınca durmadan hayırlara koşmaktır.” buyuruyor Mevlânâ.
Âyet de:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾
(“Boş kaldın mı hemen işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [el-İnşirah, 7-8])
Kur’ân-ı Kerîm’de bir misal vardır, Nahl Sûresi’nde:
“…İpliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan kimse gibi olmayın!..” (en-Nahl, 92)
Yani o Ramazan’daki o güzel vecd, istiğrâkı kaybetmemek. Yani bu ilâhî tâlimâta bilhassa ibadet hayatımızda dikkat edeceğiz, yaptığımız amellerin kabul edilmemesinden ve boşa gitmesinden korkacağız.
Yani bir müslüman, bir hayırlı işi bitirdikten sonra boşluk vermeden, diğer hayırlı işe koşacak.
Onun için Efendimiz sorardı:
“Bir yetim başı okşadınız mı? (Boşluk istemezdi Efendimiz.) Bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu?..” (Bkz. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)
“Bir garibi tesellî ettiniz mi?”
“Bir irşad bekleyeni, bir müsterşidi irşâd ettiniz mi?”
Efendimiz’in hep derdi, ümmetin derdiydi. Aman ümmette bir lâubâlîlik olmasın, boşluk olmasın! Şu ömür “وَالْعَصْرِ : zamana yemin olsun” (el-Asr, 1) buyruluyor. Ömrün en sonu bir pişmanlıktır. Cenâb-ı Hak Münâfikûn Sûresi’nin sonunda:
“Ölüm ânı gelir de «Yâ Rabbi, biraz daha mesafe versen de, yaşasam, sadaka versem, sâlihlerden olsam» demeden evvel infak edin!” Cenâb-ı Hak buyuruyor. (Bkz. el-Münâfikûn, 10)
Rasûlullah Efendimiz:
“Herkes, sâlihler de pişmanlıkla gidecek, keşke daha öteye gitseydik diye…” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59/2403)
Velhâsıl Muâz bin Cebel oğluna şu nasihatte bulunuyor:
“Oğlum diyor, mü’min olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında ölmesi lâzım. (Çok mühim. İki hayırlı iş arasında ölmesi lâzım.)
Yani mü’min bir hayırlı iş yaptığı zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalı, araya kötü bir amel karıştırmamalı.”
Bir tembellik, bir lâubâlîlik vs. olmamalı.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:
“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabûlü için gösterin.” buyuruyor.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle buyuruyor:
“Sâdık ve sâlih insanlarla beraber olsun. Onlarla oturup kalkın ki onların karakter ve şahsiyetleri sizlere sirâyet etsin. İnsanlar hayatteyken sizleri özlesinler. Vefât ettiğinizde de sizlere hasret duysunlar.”
İşte Allâh’ın velî kulları… Bak; insanlık Mevlânâ’ya hasret, Aziz Mahmud Hüdâyî’ye hasret, Bahâüddîn Nakşibend’e hasret…
Sâdî-i Şîrâzî’nin de benzer bir ifadesi var:
“Öyle bir hayat yaşa ki öldüğün zaman insanlar, «bir güneş battı, bir yıldız kaydı» diye seni rahmetle ansınlar.”
Velhâsıl şu gök kubbede -elhamdülillâh- bir hayırla anılabilmek. Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin.
İrfan Gündüz: Âmîn. Efendim, burada Abdurrahman Şeref Hoca ile başladınız, Abdurrahman Şeref Hoca ile bitirelim. O da şu:
“Doğarken sen ağlardın, gülerdi âlem.
Öyle bir ömür sür ki, metvin,
Olsun sana hande, halka mâtem” diyor.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Evet…
İrfan Gündüz: Bunu o tercüme, böyle Türkçeleştirmiş Abdurrahman Şeref Hoca.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Efendim, bize bunu yazdırdı, biz talebeyken. Tefsir dersine geliyordu. Bu şeyi bize yazdırdı, bu dörtlüğü, evet. Hakîkaten böyle yani “Annen seni doğurup dünyaya attığı gün…”
İrfan Gündüz: Sen ağlardın…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: “Sen ağlardın, etrafındakiler gülerdi. Öyle bir hayat/ömür sür ki…”
İrfan Gündüz: Mevtin olsun sana hande, halke mâtem…
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: “Arkandan gözyaşı gelsin, sen ise gülerek git.”
İrfan Gündüz: İnşâallah Efendim. Gerçek bayram -inşâallah- Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna böyle gülerek gitmek herhâlde.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: İnşâallah.
İrfan Gündüz: Cenâb-ı Hak bu Kadir Gecesi’nde bize, bu bayramda bu vuslatı nasîb eylesin diyor ve sohbetimizi burada, sözünüzü balla keserek noktalıyoruz Efendim.
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi: Allah râzı olsun Hocam…
İrfan Gündüz: Erkam Radyomuzun ve Erkam Televizyonumuzun değerli dinleyicileri ve izleyicileri! Muhterem üstâdımız Osman Nûri Topbaş Hocamız ile Kadir Gecesi sohbeti burada noktalandı. Bir başka sohbette buluşmak üzere hepinize hayırlı Ramazanlar, hayırlı Kadir Geceleri, hayırlı bayramlar diliyor, gününüzün hep hayırla geçmesini Cenâb-ı Hak’tan temennî ediyoruz. Kalın sağlıcakla…