İnsan Uyanmalıdır?

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

İNSAN UYANMALIDIR

Âyetler, Cenâb-ı Hakkʼın kullarına gönderdiği mektuplar. Ve bu mektupları kalbî bir râbıtayla okuyabilmek, Cenâb-ı Hakkʼa güzel bir kul olabilmek…

Sûrenin sonunda buyrulduğu gibi, Cenâb-ı Hak, “nefs-i mutmainne” istiyor, yani Cennet vizesi olarak. Ondan sonra “Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 30) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Âyet-i kerîme, sûre, yeminlerle başlıyor. Bu yeminlerle, Cenâb-ı Hak azamet-i ilâhiyye karşısında yoğunlaşmamızı arzu ediyor, kalben yoğunlaşmamızı.

Her şey bir hikmet. Abes yok kâinatta. Zerreden kürreye, mikrodan makroya, makrodan mikroya, hepsi azamet-i ilâhiyye tecellîleri. Yani bu dershanenin laboratuvar malzemeleri.

Kul, gözüyle beraber kalbini açacak. Bu şekilde âyetlerin derinliğine girecek. Dâimâ “Aman yâ Rabbi!” diyecek. Nîmetleri düşünecek…

Sûre, “وَالْفَجْرِ” (el-Fecr, 1) olarak başlıyor. Yemin mâhiyetinde.

Fecr; bütün mahlûkâtın uyandığı zaman. Cenâb-ı Hak kulunun da uyanmasını istiyor. Cenâb-ı Hak bütün mahlûkâtı uyandırıyor, kulun da… Cenâb-ı Hak idrak verdi, izʼan verdi diğer mahlûkattan farklı, kulun da uyanmasını istiyor.

Sabahleyin, seherde kalktığımız zaman, dâimâ bir idrak, bir şuur içinde kalkacağız:

“‒Yâ Rabbi (diyeceğiz), bugün bana hayat defterimden, hayat takviminden bir sayfa daha açtın bana. Ben bu takvim yaprağını nasıl dolduracağım? Kirâmen Kâtibîn neler yazacak dosyama? Ve bu dosyamı ben okuyacağım, bana okutturacaklar. «اِقْرَاْ كِتَابَكَ» (“Kitabını oku…” [el-İsrâ, 14]) buyruluyor. Ben bu dosyamı okuyacağım. Bugün ben neler havâle edeceğim (bu âhiret dosyama)? Ne kadar kendime, nefsim için, ne kadar rûhâniyetim için? Ne kadar kendime, ne kadar kendimin dışındakilere?..”

Cenâb-ı Hak bir kelimeyle bir mesaj veriyor; “وَالْفَجْرِ”…

Ondan sonra;

وَلَيَالٍ عَشْرٍ

Cenâb-ı Hakkʼın lûtfu geniş, sonsuz. “On geceye.” (el-Fecr, 2) buyruluyor.

Her gece fizikî bakımdan her ay aynı, fakat Cenâb-ı Hak bazı gecelere lûtuflarda bulunuyor. Bu; Ramazanʼın son on gecesi. Bu; Zilhicceʼnin on gecesi, Muharremʼin ilk on gecesi. Bunlarda da Cenâb-ı Hak daha çok kendisine yaklaşmamızı arzu ediyor.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak; “Teke ve çifte.” (el-Fecr, 3) buyuruyor.

Her şey çift, yalnız kendisi tek. Cenâb-ı Hak tekliği kendisine münhasır kılmış, bütün kâinat; fizik, kimya, nebâtat, hayvanat, insan, ne kadar şey varsa, çift olarak Cenâb-ı Hak halkediyor. Kendisi tek.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz dahî hicrete Ebû Bekir Efendimizʼle beraber, Mîrâcʼı Cebrâilʼle beraber…

Velhâsıl teklik, Cenâb-ı Hakkʼa âit. Büyük bir azamet-i ilâhiyye tecellîsi…

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“Örttüğü an geceye yemin ederim ki.” (el-Fecr, 4) buyuruyor.

Demek ki gece, çok düşündürücü, bir noktada sanki hayat bitti. Artık uyku faslı gelecek. Sanki bir ölüme giriş gibi. Başka bir âlemde yaşayacağız. Herkes kendine göre birtakım yerlere gidip gelecek, rüyâlar görecek.

Diğer taraftan da geceyi değerlendirmek:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ (“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17]) buyruluyor. Üçte ikisinden sonrasını ihyâ etmeye gayret etmek. Ertesi güne hazırlanma. Yani kalp nasıl ertesi güne hazırlanacak? Seherlerde hazırlanacak. Feyizle dolacak, rûhâniyetle dolacak, ruh gıdâsını alacak seherde. O şekilde yeni bir hayat takviminden bir yaprak daha açılacak, o feyizle güne girecek.

Gecenin ayrı bir ihtişâmı var. Cenâb-ı Hakʼla beraber olabilme mazhariyetine kavuşabilme. Cenâb-ı Hak onu istiyor.

مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ buyuruyor. “Şah damarından daha yakınım.” (Bkz. Kāf, 16) buyuruyor. Tevbe kapılarını, istiğfar kapılarını açıyor. Kula bir davet; istiğfâra davet ediyor. Bir fânî davet etse ne kadar icabet ederiz? Cenâb-ı Hakkʼın dâveti…

Velhâsıl bunlar;

“Akıl sahipleri için, elbette birer yemin değeri vardır bunlarda.” (el-Fecr, 5)

Yani insan düşünecek, idrâk edecek… Burada bunlar. Başka âyet, başka sûrelerde Cenâb-ı Hak, başka ibret, başka hikmetlerle derinleşmemizi arzu ediyor.

İnsanı, Cenâb-ı Hak, yaratılışıyla tefekküre davet ediyor. Semâ âlemiyle, gökyüzü âlemiyle tefekküre davet ediyor. Topraktan çıkanlar, nebatlarla tefekküre davet ediyor.

Velhâsıl, bol, zengin malzemeli bir laboratuvar mahiyetinde bu dünya. Tabi bunu göz okumaz, kalp okur.

Cenâb-ı Hak geçmiş kavimlerden misaller veriyor:

“اَلَمْ تَرَ كَيْفَ” olarak, “Görmedin mi?..” diye başlıyor. Yani zihnen yoğunlaşılacak. Görmedin mi? Âd Kavmiʼni, Semud Kavmiʼni görmedin mi? Onlarda kalbimiz yoğunlaşacak.

“Görmedin mi Rabbin ne yaptı (buyuruyor) Âd Kavmiʼne?” (el-Fecr, 6)

Âd Kavmi, nasıl bir kavimdi? Cenâb-ı Hakkʼın ihsân ettiği, ikram ettiği bir kavimdi. İrem bağları vardı. Cenâb-ı Hakkʼa teşekkür edecekleri yerde nefsânî azgınlığa girdiler.

Cenâb-ı Hak onlara İrem bağları verdi. Taştan yontulmuş ev yapma kabiliyetleri verdi. Onlar, her şeyi nefsi hesabına, “ben” dediler. “…Bizden daha güçlü kim var?..” (Fussilet, 15) dediler. “Bizi kim mağlup edebilir?” dediler. Dâimâ bir, Cenâb-ı Hakkʼın kibriyâ sıfatıyla ortaklığa kalkıştılar.

Firavunʼu bildiriyor. Nasıl bir azgınlık etti? Evtâd/kazıklı Firavun. Zulmederdi. Zulmün en şeyini yapardı. Dört tarafını kazıklara bağlardı, o şekilde bir değirmen taşı çevirtirdi. Zulmün en şeyini yapardı bu kazıklı Firavun.

“Bunlar fesâdı çoğalttılar.” (el-Fecr, 12)

Ahlâksızlığı, edepsizliği, nefsânî arzuları çoğalttılar.

“Cenâb-ı Hak da bunlara bir azap kamçısı indirdi.” (Bkz. el-Fecr, 13)

Diğer âyetlerde, diğer kahrolan kavimlerden Cenâb-ı Hak bahsediyor ki bu kavimlere benzememek… Rûhânî hayatı inkişâf ettirme, îmânımızı güçlendirme, nefsânî hayattan uzaklaşma…

Günümüzde de tefekkür ettiğimiz zaman, Cenâb-ı Hak hakîkaten günümüzde de ibretler veriyor; bu kavimlerden insanlar devam etti, ediyor.

Dâimâ kendimizi bir istintâk edeceğiz, bir muhasebeye tutacağız:

“‒Ben Kurʼânʼa göre ben nasıl bir kulum? Nasıl benim hayatım Kurʼân muhtevâsı içinde? İbadet hayatım nasıl? Ahlâkî hayatım nasıl? Vicdânî hayatım nasıl? Âile hayatım nasıl? Evlâdıma ne verdim? Onu ben nasıl yetiştirdim? Vicdânî durumum nasıl? Ben Kurʼânʼa göre, ben nasıl bir müʼminim?..”

Buyruluyor:

حَاسِبُوا اَنْفُسَكُمْ قَبْلَ اَنْ تُحَاسَبُوا

(Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin.)

Hepsinin hesabını vereceğiz. Bu hesabı vermeden, kendimizi bir muhasebeye tutabilmek, muhâsebe hâlinde olabilmek.

Sonra Cenâb-ı Hak bir nefsânî arzuyu, Cenâb-ı Hakkʼın verdiği nîmeti kendine izâfe etmesi, kendine bir sevinç peydâ etmesi(ni bildiriyor). Âyet-i kerîme şöyle:

“İnsan var ya…”

Cenâb-ı Hak:

“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip ikramda bulunduğunda, bol nîmet verdiğinde, Rabbim bana ikram etti der.” (el-Fecr, 15)

Hatalarını görmez, malını-mülkünü görür. Yahut imkânlarını görür. Yahut apoletlerini görür. “Allah bana ikram etti.” der.

Cenâb-ı Hak niye ona ikram etti? İkram değil, imtihan malzemesi verdi Cenâb-ı Hak. Aklı, zekâyı, idrâki, imtihan malzemesi, vücut gücü imtihan malzemesi… Burada kastedilen mal-mülk, imtihan malzemesi.

“Ben bunu, Allah niye bana verdi, öbürüne niye vermedi?..”

Yani bir tefekküre girmesi lâzım. Cenâb-ı Hak bunu arzu ediyor…