DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
İNSAN ÂCİZDİR, DÂİMÂ RABBİNE MUHTAÇTIR
Muhterem kardeşlerimiz!
Cenâb-ı Hak;
“Biz insanı (bütün mahlûkat içinde insanı) mükerrem/üstün yarattık…” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 70)
Tabi bu, insan mükerrem olacak. Hayatını mükerrem olarak devam ettirecek. Muhteşem olan Cennetʼe lâyık hâle gelecek.
Çünkü Cenâb-ı Hak “Dâruʼs-Selâm”a davet ediyor, Cennetʼe davet ediyor.
Yine kolaylık, Cenâb-ı Hak:
وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي
(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor. Kendinden istîdatlar veriyor. Kul bu istîdatlarla müzeyyen olacak. Cenâb-ı Hakkʼın cemâlî sıfatlarıyla bir müştereklik meydana gelecek. Bu şekilde Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.
Cenâb-ı Hak, diğer âyetlerde dâimâ dostun dostunu unutmadığını bildiriyor. Onlara büyük ikramlarda bulunacağını bildiriyor. İşte okunan Yûnus Sûresiʼndeki ilk âyet, 62. âyette de:
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Biliniz ki Allah dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.”
Nerede üzülmeyeceklerdir? O zor zamanlarda. Son nefeste üzülmeyeceklerdir. En zor an.
O kabrin şiddetinde üzülmeyeceklerdir.
O kıyâmet çok büyük bir infilâk. Orada üzülmeyeceklerdir. Çünkü Cenâb-ı Hakʼla bir dostluğu temin ettiler bu dünyada.
Yine Cenâb-ı Hak:
“Biz insanı en güzel bir sûrette yarattık.” (et-Tîn, 4) buyuruyor. “Ahsen-i takvîm” buyuruyor. Yani o güzel sıfatlarla müzeyyen olacak vasıflar veriyor kuluna ve kulunu Cennetʼe davet ediyor. Neyle davet ediyor?
“Onlar îmân edip takvâya ermiş olanlardır.” (Yûnus, 63)
Îman… Güçlü bir îman istiyor. Mukâvemetli bir îman. Herhangi bir menfaat karşısında yahut zorluklar karşısında bükülmeyecek, eğilmeyecek, yamulmayacak. Böyle bir îman istiyor. Cenâb-ı Hak Kurʼân-ı Kerîmʼde misallerini veriyor bunun.
Tabi o îman nereye götürecek? “Takvâ”ya götürecek. Nefsânî arzulardan, Allahʼtan uzaklaştırıcı arzulardan “lâ ilâhe” (diyerek) onlardan uzaklaşacak, rûhânî istîdatları inkişâf ettirecek, kendisinin ilâhî müşâhedede olduğunun idrâki içinde yaşayacak. O şekilde Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.
Tabi bu dostluğa erişenlere de Cenâb-ı Hak yine 64. âyette:
“Dünya hayatında da âhirette de onlara müjdeler vardır (buyuruyor.) Allâhʼın sözlerinde aslâ değişiklik yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Yûnus, 64)
Okunan, diğer, Fussilet Sûresiʼnde de Allah dostlarına, Allâhʼın Kurʼânʼdaki müjdeleri bildiriliyor:
“«Rabbim Allahʼtır.» deyip « ثُمَّ اسْتَقَامُوا» (Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin izinde gidenler) için, onlara melekler iner: «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)
İşte bu, son nefeste olacak, kıyâmet kalkışında olacak, hep bu zor anlarda Allâhʼın yardımı gelecek.
Yine peygamberlerin verdiği müjdeler var. Kudsî bir hadîs-i şerîfte; “Kul farzlara devam eder. Sünnetlerle nâfilelerle yaklaşır. Cenâb-ı Hak; «Ben onun gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi olurum.»” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)
Yani mükemmellik meydana geliyor.
Sâdık rüyâlarla Cenâb-ı Hak yardım ediyor. Tabi, mâlûm, rüyâlar 3 çeşittir. Sâdık rüyalar, işte Cenâb-ı Hak sevdiği kullara zaman zaman o sâdık rüyâlarla bir tebşiratta bulunuyor.
İşte ölüm ânında meleklerin bir tebşirâtı var.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak, bir dosta bir dostluk ikramı içinde.
Yine bu Fussilet Sûresiʼnin diğer âyetinde, diyorlar ki melekler;
“Biz (diyorlar) dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız…” (Fussilet, 31) diyorlar.
Yani takvâ sahiplerinin melekler daima dostu.
“Gafûr ve Rahîm olan Allâhʼın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey (Cennetʼte vardır. Sizin için) hazırdır.” (Fussilet, 31-32) buyruluyor.
Fakat nasıl bir karakter istiyor bizden Cenâb-ı Hak? 33. âyette de:
“İnsanları (Kurʼân ile) Allâhʼa çağıran…” (Fussilet, 33)
Kurʼân ile yaşayacak, Kurʼân ile istikâmetlenecek, Kurʼân ile hayat bulacak.
“…Amel-i sâlih…” (Fussilet, 33) işleyecek. Amelleri sâlih olacak. Namazı sâlih olacak. Muâmelâtı sâlih olacak. Ahlâkı sâlih olacak.
“…Ve ben müslümanlardanım…” (Fussilet, 33)
Yani İslâm karakter, İslâm şahsiyeti, İslâmʼın tebessümünü naklettirecek.
“…Diyenlerden kimin sözü daha doğrudur.” (Fussilet, 33) buyruluyor.
Yine Cenâb-ı Hak:
“Sizi insanlar arasından çıkarılmış hayırlı bir ümmet olarak yarattık. Mârufu emreder, münkerden nehyedersiniz…” (Âl-i İmrân, 110) buyruluyor.
Ondan sonra okunan, devam eden âyette de, Cenâb-ı Hak büyük bir ahlâkî vasfı bize bildiriyor. Bu, Rasûlullah Efendimizʼin ahlâkı, evliyâullâhın ahlâkı:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. (Yani sana kötülük yapana sen iyilik yap.) O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sana candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)
Rasûlullah Efendimizʼin hayatı, bunun en güzel bir misali. Fakat tabi bunlar zor. Yani rûhun, iç dünyanın zorlandığı hâller.
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Bu (güzel davranış)a ancak sabredenler kavuşturulur…” (Fussilet, 35)
Hayatın her safhasında sabır: İbadette sabır, varlıkta sabır, yoklukta sabır, hastalıkta sabır, sıhhatte sabır.
“…Buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.” (Fussilet, 35) buyruluyor.
Tabi şeytan da peşimizde.
اَلْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ
(“…Sinsi vesveseci.” [en-Nâs, 4])
Hemen bir çimdik atıyor gidiyor bize. Onun için Cenâb-ı Hak:
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni tahrik ederse, o zaman «فَاسْتَعِذْ بِاللّٰه» Allâhʼa sığın…” (Fussilet, 36) buyruluyor.
Yani şeytan taşlama yalnız hacda değil. Hayatın her safhasında şeytan taşlanacak. Neyle? Amel-i sâlihlerle şeytan taşlanacak.
Efendim, bugünkü sohbet mevzuumuz, velîlerin, Rasûlullah Efendimizʼden başlayarak velîlerin, hikmetli nasihatleridir.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:
“Nükteli ve hikmetli sözlerle ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu ve zayıfladığı gibi ruhlar da yorulur.
İnsanları, düşündürücü hikmetli sözlerle îkaz edin ki kalpleri huzur bulsun.
Kalbini öğütle yaşat ve hikmetle aydınlat.” buyuruyor Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-.
Cenâb-ı Hak bizi -elhamdülillah- kullarını Cennetʼe davet ediyor, Dâruʼs-Selâmʼa davet ediyor. Nelerle davet ediyor? En başta, gönderdiği kitaplarla, bilhassa Kurʼân-ı Kerîm zirve, gelen kitaplar arasında. Onunla yardım ediyor. Âhiretine yardımcı oluyor. Yani Hâlıkʼın mahlûkuna gönderdiği mektup Kurʼân-ı Kerîm. Bir fânîden gelen mektup değil. Cenâb-ı Hakʼtan gelen bir mektup. Ebedî bir saâdetin mektubu. Hidâyet rehberi:
هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
(“…O, müttakîler (günahlardan sakınanlar) için bir yol göstericidir.” [el-Bakara, 2])
Peygamberleriyle yardım ediyor. Peygamberler ilâhî rehber. Üsve-i hasene; örnek şahsiyet. Herkese örnek şahsiyet. Yani asr-ı saâdete gönlümüzü çevirdiğimiz zaman, bütün problemler, asr-ı saâdet, o câhiliye insanının, İslâm teşrif ettikten sonra bütün problemleri hâlloldu. Zirve fazîlet sahibi insanlar hâline geldi.
Efendimiz, en büyük rehber. Bir ferdin başından geçen hâdiselerin bir benzeri asr-ı saâdette geçti ve tedâvi buldu.
Bu cihan, bu dünya, bir ilâhî azamet dershânesi olarak sergilendi. İnsanın endam aynası. İnsana ait ne ihtiyaç varsa, fazlasıyla Cenâb-ı Hak lûtfetti.
Velhâsıl gözü ile gören, zâhirî âlemi görür. Mârifetullahʼtan nasîb alıp kalbi ile gören de hikmet ve şu kâinattaki sırları temâşâ eder, mikrodan makroya.
Peygamberler üç vazifeyle gönderildi:
Birincisi; Allâhʼın âyetlerini tebliğ etmesi.
İkincisi; وَيُزَكِّيهِمْ : insanların iç âlemi temizlenecek, gönüller temizlenecek. Berrak olacak, Allahʼtan uzaklaştıran hiçbir şey kalmayacak. Şeffaflaşacak.
Çünkü Cenâb-ı Hak kalb-i selîmle davet ediyor Cennetʼe. Hantal bir kalple davet etmiyor. Nasıl gelirsen gel, buyurmuyor Cenâb-ı Hak.
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor.
İşte peygamberler, kalpleri tezkiye ediyor. En büyük insan terbiyecileri.
Üçüncüsü de; bu, tezkiye olan, temizlenmiş kalplerde kitap ve hikmeti idrâk ettiriyor.
Yani Kurʼân bir derinlik veriyor, kâinat bir derinlik veriyor. Ve kâinattaki bütün hikmetler, insana ayân hâle geliyor.
İlk (nâzil olan) âyet de:
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1) olarak başlıyor. Hikmet ve hâl sahibi bir kimse, kâinatta her zerreyi, her vukuâtı kalbinde tahlil eder.
Hikmet, aklın ötesine geçirir. Akılla kavranamayan sırlar, hikmetle çözülür. Hikmet olmasaydı sırlar kapalı kalırdı. Lâkin insan sır ve hikmete nâil olunca da aklın ötesine doğru geçiyor. Akılla keşfedemediği şeyler, kalben keşfedilmeye başlanıyor.
İnsan âcizdir, dâimâ Rabbine muhtaçtır. Nasıl bedenin hayâtiyetini devam ettirmek için yemeğe ihtiyaç var. Rûhun da huzur bulabilmesi için hikmete ihtiyaç var.
Rasûlullah Efendimiz buyuruyor:
“…Hikmetin başı Allah korkusudur…” (Vâkıdî, III, 1016-1017; Ahmed, III, 37; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, V, 13-14)
Cenâb-ı Hak:
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
“…Siz Allahʼtan korkun ki (takvâ üzere olun ki) bilin ki Allah size bilmediklerinizi öğretir…” (el-Bakara, 282)
Akılla keşfedilemeyen hâdiseler, kalp ile keşfedilir. Kişi, iç âlemini temizlediğinde sırrın hakîkati zuhûr eder. Kâinatla derinleşir, Kurʼânʼla derinleşir, Rasûlullah Efendimizʼin gönül dokusundan hisseler almaya başlar.
Cenâb-ı Hak, kulunun kendisiyle dost olmasını arzu ediyor.
Rasûlullah Efendimiz de ümmetiyle beraber olmak istiyor.
Demek ki bizim gayretlerimiz ne kadar olacak? Yani damla nedir, derya nedir? Deryanın yanında damla nedir? İşte dünya bir damla, derya ise bir sonsuzluk âlemi.
Cenâb-ı Hak dostluğa davet ediyor:
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyuruyor.