Îmânımızı Test Edelim

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

ÎMÂNIMIZI TEST EDELİM

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine, ehl-i beytʼin, ashâb-ı kirâmʼın, enbiyâ-i izâmʼın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümlemizin geçmişlerinin rûh-i şerîflerine, bilhassa geçen hafta vefat eden Fahreddin Bey kardeşimizin rûh-i şeriflerine, diğer taraftan, dînimizin, vatanımızın, milletimizin selâmetine, şerirlerin şerlerinden muhafazasına, bu duâ ile, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…

Muhterem Kardeşlerimiz!

Âhir zaman ümmeti olan bizlere Cenâb-ı Hakkʼın en büyük nasîbi, en büyük ikramı, Cenâb-ı Hak:

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ buyuruyor.

“Yemin olsun, Allah müʼminlere bol ihsanda bulundu (buyuruyor. Bol ihsanda bulundu). Onlara kendi nefislerinden (içlerinden) bir Rasûl gönderdi. Onlara Oʼnun âyetlerini okuyor, وَيُزَكِّيهِمْ : onları temizliyor ve onlara Kitabʼı ve hikmeti telâkkî ettiriyor.” (Âl-i İmrân, 164)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak bize olan ikramını bildiriyor. Üsve-i hasene olarak -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi bütün insanlığa Cenâb-ı Hak ikram etti. Bizim de o “üsve-i hasene”den, örnek şahsiyet, örnek karakterden hisseler alarak huzurlu bir ömrümüzün olmasını, kendisiyle dost olmamızı Rabbimiz arzu ediyor.

Tevbe Sûresi okundu, 111-112. âyetler okundu. Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak bizim îmânımızı test etmemizi arzu ediyor. Allâhʼın verdiği nîmetler karşısında bizim îmânî derecemiz nasıl? Îmânımızın seviyesini… Cenâb-ı Hak bizden, devam eden, ikinci okunan âyette bizden bir istiğfâr istiyor, tevbe istiyor. Bu tevbe nasıl olacak?

İbadet istiyor. Nasıl kalp ve beden âhengi içinde olacak?

Cenâb-ı Hak bizden hamd istiyor, şükür istiyor. Nasıl Cenâb-ı Hakkʼa teşekkür edeceğiz? Nasıl ilâhî azamet, kudret akışları karşısında bir duyguya geleceğiz, tefekkürümüz artacak?

السَّائِحُونَ buyuruyor. “Allah için ziyaret edenler, Allah için sefere çıkanlar, oruç tutanlar” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 112)

“…Rükû edenler, secde edenler…” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 112) Rükûlarımız, secdelerimiz ayrı bir vecd hâlinde olacak. Ayrı bir ihtişam sergileyecek. Tabi böyle bir gönül iklimiyle de “…mârufu emreder, münkerlerden nehyeder…” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 112)

“…Hudutları muhafaza ederler…” (Bkz. et-Tevbe, 112) Yani şerʼî ölçülere dikkat ederler. “…Müʼminleri müjdele.” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 112)

Böyle bir kıvamda bizden Cenâb-ı Hak bir kalp istiyor.

Furkan Sûresiʼnden okundu. Orada da Rabbimiz, bir âile hayatına ehemmiyet vermemizi (istiyor). Nasıl bir âile hayatı düzenlenir? Nasıl huzurlu bir âile hayatı meydana gelir? Onu Cenâb-ı Hak bize tebliğ ediyor.

Ondan sonra Rum Sûresiʼnden okundu. Burada, takvâ hâlinde yaşanan bir âile hayatının 3 husûsiyetinden Cenâb-ı Hak bize bahsediyor.

Ondan sonra, Şems Sûresi okundu en son. Burada da Cenâb-ı Hak ilâhî azamet tecellîlerini tefekkür etmemizi, duygulanmamızı… Fücûru, Allahʼtan uzaklaştırıcı bütün duygu, amel, davranışlardan kendimizi korumamız, takvâya mesafe almamız ve iç âlemimizin temizlenmesi, Cenâb-ı Hakʼla dost olabilmek, güzel bir kul olabilmek…

Cenâb-ı Hak vahdâniyeti, yani tekliği kendisine münhasır kıldı. Bütün varlıkları çift olarak, birbirini tamamlayıcı mâhiyette halketti. Kadın-erkek, hayvanatta dişi-erkek, birbirini tamamlayıcı mâhiyette. Hattâ maddelerde de öyle; artı-eksi…

Cennetʼte Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Havvâ ile başlayan âile hayatı, Allâhʼın kurduğu bu izdivaç kânunu altında biz Âdemoğullarına intikal etmiş; İslâm dîniyle ebedîleşmiş; izdivaç, toplumun en huzurlu bir hâli olmuştur.

İslâm, insan ömrünü en güzel şekilde tanzim eder. Huzurlu bir hayat olacak. Kul, Cenâb-ı Hakkʼa yakın olacak. Cenâb-ı Hakʼla dost olacak. Cenâb-ı Hak da o mükerrem yarattığı, mükerremlik istîdâdı verdiği insan, o muhteşem olan Cennetʼe lâyık hâle gelecek.

Velhâsıl İslâm, insanın hayatının bir “hayat haritası”dır. Cenâb-ı Hak bize hayat haritası ihsan ediyor. Kurʼân-ı Kerîmʼde:

هُدًى لِلْمُتَّقِينَ

“…Takvâ sahiplerine bir rehber.” (el-Bakara, 2) olacağını Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Cenâb-ı Hak, Efendimizʼe de:

“Sen, elbette yüce, muhteşem bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4) buyuruyor.

Yani Cenâb-ı Hak, Efendimizʼi terbiye etti. “Yüce ve muhteşem bir ahlâk üzeresin.” buyruluyor. Ve bizim de o ahlâktan nasip almamızı Rabbimiz arzu ediyor.

Milletler, âile yapısının sağlamlığıyla büyür. Âile çürürse toplum da mevcudiyetini kaybeder.

Erkek ve hanım fıtratları, birbirini tamamlayan boyutlardır. İki tarafın da hak ve hukuklarını iyi muhafaza etmesi zarûrîdir. İlâhî tâlimat dışı yaşanan hâllerde yuvalar zedelenir, toplum da zedelenir.

Cenâb-ı Hak bütün mahlûkâtı bir nesil yetiştirmek üzere tanzim etmiştir. Bir müʼminin de asıl vazifesi, Cenâb-ı Hakkʼa kul olacak, örnek bir nesil, rûhânî bir nesil yetiştirecek.

En büyük servet, en büyük zenginlik, Cenâb-ı Hakkʼa kul olabilmektir. Mîraçta Cenâb-ı Hak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe sordu:

“–Ey Rasûlüm! dedi. “Senʼi neyle şereflendireyim, neyle taltif edeyim?”

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Yâ Rabbi! Sana kul olma nisbetiyle, Sana kul olma şerefiyle beni şereflendir Rabbim.” buyurdu.

Zaten;

“اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلهَ اِلَّا اللهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدً عَبْدُهُ”

(Şâhitlik ederim ki Allahʼtan başka ilâh yoktur ve yine şâhitlik ederim ki Muhammed Oʼnun kuludur.)

“Rasûl” de kulluk içinde büyük bir zirve bir seviye olmuş oluyor.

Yavrularımıza bırakacağımız en büyük mîras, âhiret mîrâsı olmalı. İslâmʼın karakter ve şahsiyetini yaşayarak evlâtlarımıza bir mîras bırakabilme…

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Abdullah bin Ömerʼin şahsında kıyâmete kadar gelecek müʼminlere şu kıymetli nasihatte bulundu:

“–Ey Ömerʼin oğlu! (Dedi.) Dînine dikkat et (dedi). Dînin senin etindir, dînin senin kanındır. (Yani dînin senin her şeyindir.) Dînini kimden aldığına iyi dikkat et. Dînini istikâmet üzere olan müttakî, takvâ sahibi olan âlimlerden öğren. Sakın istikâmetten sapmış olanlardan öğrenme.” buyurdu. (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmiʼr-Rivâye, sf. 121)

Kıyâmete kadar devam edecek, Efendimizʼin tâlimâtı.

Kâinat, umûmî bir dershâne. İbret, hikmet, sır ve kudret akışlarıyla dolu. İnsanın evlilik hayatı ayrı bir ilâhî kudret sergisi.

Evlilik, nefsânî arzuları idealize etme ve nefsânî arzulara rûhâniyet kazandırma. Rûhânî bir evlilik, dünyada bir cennet hayatı olduğu buyrulmuştur.

Nikâh, Allah adına akitleşmeyle başlar. Toplumun düzeni, fertlerin iffetli yaşamasına bağlıdır. Ve iffet, insana ait bir keyfiyettir. Hayvanatta iffet anlayışı yoktur.

İffet, Cenâb-ı Hakkʼın insanoğluna verdiği en büyük bir lûtuftur. Kur’ân-ı Kerîmʼde Cenâb-ı Hak Meryem Vâlidemizʼin ismini 34 yerde zikreder. Hattâ Îsâ -aleyhisselâm-ʼdan bahsederken, Meryem oğlu Îsâ olarak bahseder. “…İffetini koruyan (Meryem)…” buyurur. (el-Enbiyâ, 91)

Demek ki Cenâb-ı Hak bu, müʼminlerin iffeti üzerinde çok ehemmiyet vermektedir.

Hanım, iffetini korursa toplumun en kıymetli varlığı olur. Lâkin hanımlık haysiyetini yitirirse, o zaman toplumun bir eğlencesi hâline gelir. En sefil bir varlık olur. Toplum da cam kırıklarıyla dolar. Onun için denilmiştir:

“Bir erkeği terbiye edin, bir insanı yetiştirmiş olursunuz; bir kadını terbiye edin, bir âileyi, çocukları, hattâ toplumun büyük bir bölümünü yetiştirmiş olursunuz.”

Yine daha da öteye gider darb-ı meselde:

“Adamı deli eden bir kadına karşılık, deliyi adam eden de bir kadın vardır.”

Cenâb-ı Hak, kadınları bir şefkat -sâliha hanımları tabi bu, hepsini değil- bir şefkat tevzî eden bir kahramanlardır. En korkağı bile kadının, kahramanca rûhunu yavrusuna fedâ eder. Cenâb-ı Hak “terâib” (bkz. et-Târık, 7) kelimesi geçiyor âyette.

İsmail Hakkı Hazretleri;

“Eğer diyor, bir sele diyor, bir çocuk düşse diyor; baba kendini sele atmaz diyor. Anne kendisini sele atar, yavrusunu kurtarmak için.”

Demek ki Cenâb-ı Hak hanımlara çok ayrı bir istîdat vermiş. Babalara da annelere de ayrı bir mesʼûliyet yüklemiş; onların müttakiyye olarak onların yetişmesi için.

Yine muhtelif, bu hususta darb-ı meseller var.

Velhâsıl evliliğin esas gayesi, insanlığın iffetini zâyî etmemesi, hayatın her safhasında huzur bulmasıdır.

Cenâb-ı Hakkʼın bir ismi de Vedûdʼdur. Yani muhabbetin merkezi Cenâb-ı Hakʼtır. Bütün fânî muhabbetlerin Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmek için bir merhale olması zarûrîdir.

Bu, tasavvufî kitaplarda çok, Mecnun ve Leylâ hikâyesi geçer. Leylâʼnın sevgisi Cenâb-ı Hakkʼa yükselen bir merdiven mesâbesindedir. Bunun için bütün dünyevî muhabbetleri bir Leylâ olarak görmek, onlara takılmamak (gerekir).

Leylâ, zaman zaman mal-mülktür. Mala-mülke takılır insan. Rabbini unutur, âhireti unutur.

Zaman zaman makam-mevkîdir Leylâ, ona takılır.

Zaman zaman karşı bir hemcinstir, ona takılır kalır.

Bunlar, fânî muhabbetler, Cenâb-ı Hakkʼın emrettiği istikâmette kullanılacak, ilâhî muhabbete bir merdiven teşkil edecek.

Hazret-i Âdem ile Havvâ Annemiz, yasak meyveye yaklaşınca, cezâ olarak çıplak kaldılar. Hemen yapraklarla örtünmeye başladılar. Zira çıplaklık, insanlık haysiyetini zedeler ve onu diğer mahlûkâtın seviyesine düşürür. İnsan dışındaki bütün mahlûkat da çıplaktır.

Cenâb-ı Hak kalbin korunması için âyet-i kerîmede “takvâ elbisesi” buyurmaktadır. (Bkz. el-A‘râf, 26)

Yine evlilik hâdisesi, bizi derin bir tefekküre dâvet etmeli. Milyonlarca kişi içinden iki kişinin kaderi birleşecek, bir hayat arkadaşlığı başlayacak. Birbirini tanımayan iki kişi, en yakın bir arkadaş olacaklar. Geldikleri baba evinden, anne evinden, kurdukları yuva daha sıcak gelecek. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Kaynaşmanız için kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi, Oʼnun (Allâhʼın varlığının, azametinin) delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen kavimler için ibretler vardır.” (er-Rûm, 21) buyuruyor.

Âyette üç husûsiyet belirtiliyor:

Bu, sâlihâne yaşanan bir âile hayatında Cenâb-ı Hak “لِتَسْكُنُوا: (“…Huzur bulmanız için…” [er-Rûm, 21]) buyuruyor. Bir huzur olacak o âilede, sükûnet olacak. Ve bu, âiledeki huzur, hayatın her safhasına sirâyet edecek.

İkincisi; Cenâb-ı Hak “مَوَدَّةً” buyuruyor. (er-Rûm, 21) Sevgi olacak, muhabbet olacak, bu ulvî muhabbete doğru mesafe alınacak.

İşte, Hatîce Vâlidemiz misaldir; Efendimizʼin her şeyi oldu. Gerçek muhabbeti, sözün ifadeden âciz kaldığı bir güzelliği beraber tattılar.

Muhyiddîn Arabî Hazretleri, Hazret-i Âdem ile Havvâ Vâlidemiz arasındaki sevgiyi şöyle ifade eder:

“Cennetʼte her şey vardı. Âdem -aleyhisselâm- Cennetʼte yaratıldı. Fakat:

«–Yâ Rabbi! (o güzelliklere rağmen) bir eş.» dedi.

Uyku hâlindeyken Âdem -aleyhisselâm-ʼın sol tarafından Havvâ yaratıldı.”

Burada ne başladı? Bir sevgi başladı, akım başladı. Yani Âdem küll, Havvâ cüz. Küllden cüzʼe, cüzden de külle karşı bir akım başladı. Ve bu şekilde ilk muhabbet, insanoğlunda başlamış oldu.

Bu, sevgi, muhabbet, meşrû dâireler içinde olursa, sevginin hakîkî lezzeti tadılmış olur. Rûhun rûha muhabbet duyması, insanı mânevî seviyelere götürür. Bu vesîleyle ahlâk kemâle erer. Peygamberimizʼin ahlâkından gönle katreler ihsân olur.

Üçüncü şey; Cenâb-ı Hak “وَرَحْمَةً” buyruluyor. (er-Rûm, 21) Birbirlerine rahmet ve şefkat melcei olurlar…