Hayrın Biri Bitince Diğerine Koşmalı

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

HAYRIN BİRİ BİTİNCE DİĞERİNE KOŞMALI

İnsan boş şeylerden çekilecek… Ne yapacak?

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ

(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [el-İnşirah, 7-8])

Bir hayırlı işi bitirecek, diğer hayırlı işe koşacak.

Efendimiz sık sık sorardı:

“Bugün bir hasta ziyaret eden (ivazsız-garezsiz, hattâ tanımadığın bir hastayı), bir yalnızı, bir garibi, bir kimsesizi ziyaret ettin mi? Bir cenâze teşyiinde bulundun mu? (Hep (kalbi) kırıklar…) Bir yetimi(n başını) okşadın mı?” (Bkz. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)

Ondan sonra gelen âyette Cenâb-ı Hak zekâttan bahsediyor:

وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ

(“Onlar ki zekâtlarını verirler.” [el-Müʼminûn, 4]) Faaliyet gösterirler.

O senin kendi malın değil. Sana Allah emânet olarak verdi. Onun için faaliyet göstereceksin. Yerini bulacaksın. Hâlini arz edene vereceksin. Hâlini arz edemeyeni de, Cenâb-ı Hak yine âyet-i kerîmede:

“Sadakalarınızı kendisini Allâhʼa adayanlara verin. Onlar teaffüf/iffet sebebiyle kendilerini ortaya atmazlar.” (Bkz. el-Bakara, 273) Kendilerini saklarlar. Teaffüf/iffet sebebiyle.

Fakat sen onu bulacaksın buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bulduğun zaman onları sen ne şekilde tanıyacaksın o zaman? Onların bir muhtaç olduğunu, teaffüf/iffet sebebiyle istemediğini nasıl tespit edeceksin?

Âyet-i kerîmede:

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyruluyor. Demek ki kalp rakik hâle gelecek, incelecek, zarifleşecek.

Yusuf -aleyhisselâm- hazine veziri olduğu zaman aç olarak dağıtırdı ki; “Ben onun hâlet-i rûhiyesini bileyim, anlayayım.” diye.

Cenâb-ı Hak da:

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyuruyor.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak, her ihsân ettiğinin mukâbilini istiyor. Aşağıda gelen bir âyette de Cenâb-ı Hak:

وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ

“Onlar ki iffetlerini korurlar.” (el-Müʼminûn, 5)

Sırf bu, kadına âit değil, erkek de iffetini koruyacak. Gözünün iffetini koruyacaksın. Kulağının iffetini koruyacaksın. Hâlinin, tavrının iffetini koruyacaksın.

İffet, insana âit bir keyfiyet. Diğer mahlûkatta yok. Öyle iffetini koruyacaksın ki, yarın senin gözün konuşacak. Daha evvelki, üç-dört yukarıdaki âyette “gözler konuşacak” buyruluyor.

Allah sana bu gözü niye verdi, bu gözü nerede kullandın? Kulağı niye verdi, kulağı nerede kullandın? Deriyi, vücut gücünü niye verdi, sen nerede kullandın?

“Kitabını oku! Bugün (hesap sorucu olarak sana) nefsin kâfidir.” (el-İsrâ, 14) denilecek.

Nasıl bugün beşerin, bir fânînin yaptığı bir kompüterde bile bir kelime yazıyorsun, o kelime ne kadar varsa, bir bastığında hepsi arka arkaya çıkıyor. Bir de ilâhî kompüterleri düşünelim… Nasıl o kompüterler gelecek?

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

(“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” [ez-Zilzâl, 7-8])

Zerreler dökülecek önümüze. Birçoklarının farkına varmadık, dikkat etmedik. Dikkat etmeden geçtik, o da bizden alındı. O da ortaya gelecek.

Ne bileyim; bir hayvanı keserken, kurban ederken onu merhametsizce kurban ettik; o hayvan da gelecek.

Bir hayvan önünde bıçak bileniyordu. Efendimiz: “Kaç sefer o hayvanı öldürüyorsun?!..” buyurdu. (Bkz. Hâkim, IV, 257)

وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا

(“…İnkârcı kişi: «Keşke toprak olsaydım!» diyecek.” [en-Nebe’, 40])

O hayvanlar hakkını aldıktan sonra o hayvanlara toprak olun denilecek. Kâfir de diyecek ki:

وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا

Keşke ben de bunlar gibi bir toprak olsaydım diyecek kâfir de, bu hayvanlar gibi… Ne kadar zor anlar gelecek!..

Bir tarlayı yaktın, altında bir sürü karınca yandı. Onlar da gelecek. Gelişigüzel bir ateş yaktın, içinde bir sürü hayvan yandı. Onlar da gelecek.

Rakik bir kalp istiyor Cenâb-ı Hak. Kalb-i selîm istiyor. Kalb-i münîb istiyor. Nefs-i mutmainne istiyor. Hassas bir müʼmin olmamızı arzu ediyor.

Ebû Zer… Dünyaya âit hiçbir şeyi yoktu. Ebû Zerrʼe bile “bollukta ve darlıkta verirler” âyet-i kerîme. (Bkz. Âl-i İmrân, 134)

(Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:)

“‒Ebû Zer! Çorbana su kat.” dedi. “Komşunu gözet.” dedi, kimler var kimler yok. (Bkz. Müslim, Birr, 142)

Verirken de bir nezâketle ver, dedi. Bir İslâm şahsiyetini temsil ederek ver, buyurdu.

Yine burada Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“İki şey var ki hangisine daha çok sevineceğimi bilemiyorum, diyor. Biri gelip durumunu bana anlattığı zaman, diyor. Beni tercih ettiği zaman, diyor. Ben de onu ya kendim vermem veyahut da bir sebep olmam.”

(“Hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir.” [Tirmizî, İlim, 14])

كَفَاعِلِهِ(Yapan gibidir.) Zâten aynı ecir geliyor.

Yani din kardeşi, birbirini yıkayan iki el gibi olacak. Her din kardeşimiz bize zimmetli.

Cenâb-ı Hak ondan dolayı “er-Rahmân” sıfatıyla hep bize merhamet telkin ediyor.

Merhamet nedir o zaman? Merhamet; sende olanı onda olmayana (vermen), senin onun eksikliğini telâfi etmendir, imkânın kadar.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“İffetlerini muhâfaza edenler.” (el-Müʼminûn, 5) buyuruyor.

Hep bunlar, cennet müjdesinde bulunulanlar. İşte burada Cenâb-ı Hak 34 yerde “iffetini koruyan Meryem” buyuruyor. Îsâ -aleyhisselâm-ʼdan bahsederken “Meryem oğlu Îsâ” olarak geçiyor çok yerde.

Demek ki Cenâb-ı Hak burada hep bize Meryemʼi hatırlatıyor, Meryemʼin iffetini hatırlatıyor.

Bugün maalesef düğünler, bayramlar, vesâire, bir gösteriş, bir sükse, bir defile gibi oluyor. Bu, Allâhʼın arzu etmediği bir şey. Oradan da bir rahmet gelmiyor. Bunlara dikkat etmek lâzım.

Ondan sonra ticârî hayat… Beşerî hayat…

وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ

“Onlar ki (o müʼminler ki) emânetlerine ve ahitlerine dikkat ederler.” (el-Mü’minûn, 8)

Demek ki müʼmin, verdiği söze dikkat edecek. Emânete dikkat edecek. En mühim emânet, Kur’ân ve Sünnetʼimiz.

Yine, namaz geliyor:

“Onlar ki يُحَافِظُونَ; namazlarını muhâfaza ederler.” (el-Mü’minûn, 9)

Cenâb-ı Hak bunun için iki yerde Firdevs Cennetiʼni Cenâb-ı Hak müjdeliyor: Biri Kehf Sûresiʼnin sonunda, biri de bu Müʼminûn Sûresiʼnde.

Demek ki bu Firdevs Cenneti, zor bir Cennet, yani kazanılması zor bir Cennet. Bu sayılanlar yaşanacak ve Firdevs Cennetleriʼne Cenâb-ı Hak dâvet ediyor. Dâvetin şartı da hep bu âyetler.

Sâdî-i Şîrâzî var. Bu da Mevlânâ gibi, büyük, çok derin evliyâullahtan. O, Mevlânâ gibi hikâyelerle, birçok mevzuyu hikâyelerle îzah ediyor. Çünkü mücerredler müşahhas hâle geldiği zaman, zihin daha rahat kavrıyor. O, Gülistan adlı eserinde bir hikâye naklediyor:

Bir kişi hamama gider, diyor. Hamamda dostlarından biri kendisine bir kil verir, diyor, temizlenmesi için. O zaman sabun olarak kil kullanılıyordu. Adam, o kilden rûhunu okşayan bir râyiha duyuyor, güzel bir koku. Kille konuşuyor:

“‒A mübârek! Senin güzel kokunla mest oldum.” diyor. “Sen misk misin, amber misin?” diyor.

Kil de ona cevap veriyor:

“‒Ben misk de değilim, amber de değilim.” diyor. “Ben, bildiğiniz alelâlede bir kilim, toprağım.” diyor. “Lâkin ben, bir gül fidanının altındaydım.” diyor. “O seher şebnemlerinden, o gül yapraklarından akan şebnemlerle dâimâ ıslandım, hamur oldum.” diyor. “Bu koku bana ait değildir; o gülden gelen şebnemlere âittir.” diyor.

Yani bir müʼmin, rûhânî dokusunu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼden alacak. O zaman işte insan Allâhʼın, Cenâb-ı Hak:

“Rasûlʼe itaat, Allâhʼa itaattir…” buyuruyor Sûre-i Nisâ, 80. âyette.

Sahâbe, her hâlini Allah Rasûlü ile ölçüye koyuyordu. Cenâb-ı Hak bize muhtelif âyetlerde hep telkin ediyor:

“Allah ve melekleri salât ederler. (Ey îmân edenler!) Siz de (Oʼna) salât edin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56)

Oʼnun bir örnek şahsiyet olduğunu, en alt kademeden en üst kademeye kadar, her asırda örnek. Kimler için? Üç tane, Cenâb-ı Hak şart koyuyor orada:

1. Allâhʼa kavuşmayı umanlar: Nasıl Allâhʼa kavuşacaksın, nasıl beraber olacaksın? İşte muhtelif âyetler:

“Ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken (Allâhʼı zikrederler)…” (Âl-i İmrân, 191)

وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ: (“…Kalpleri titrer…” [el-Enfâl, 2]) Vesâire…

Demek ki bir müʼmin, dâimâ kendini kontrol edecek. Benim ibâdet hayatım, ticârî hayatım, âilevî hayatım, beşerî münâsebetlerim ashâb-ı kirâma ne kadar benziyor? Ayna bize. Ne kadar aramda mesâfe var?

Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak.

Âhiret endişesi içinde olacak: Cenâb-ı Hakkʼın Hâdî sıfatıyla geldik; elhamdülillah müslümanız. Müslüman bir toplumun üzerindeyiz. Huzurlu, rahat bir toplumun üzerindeyiz. Ezan seslerinin içindeyiz. Dünyada bugün muzdarip toplumlar içinde bulunabilirdik. Cenâb-ı Hakkʼın büyük bir lûtfu. Fakat âhiret garantisi yok kimsenin.

Cenâb-ı Hak:

“Ey îmân edenler! Allâhʼın azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ sahibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. O can vermek de bir sefer. Tekrarı da yok.

Cenâb-ı Hak:

“…Eğer siz Allâhʼa yardım ederseniz…” (Muhammed, 7) buyuruyor, bir takvâ yolunda olursanız, yaşarsanız, yaşatırsanız, “…Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyuruyor.

Demek ki kimlere üsve-i hasene?

1. Cenâb-ı Hakʼla beraber olmaya gayret edenler. İlâhî kameranın altında olduğunun idrâki içinde olanlar.

2. Âhiret endişesi içinde olanlar. Âhirete kavuşmayı umanlar. Âhirette -inşâallah- Cenâb-ı Hakkʼın lûtfettiği kullardan olmanın gayreti içinde bulunanlar. Üzülmeyecek, korkmayacaklardan olanlar. Allah Rasûlüʼnün civârında olacaklar.

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ :“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

3. Allâhʼı çok çok zikredenler için, Allah Rasûlüʼnde örnek bir şahsiyet vardır, Cenâb-ı Hak buyuruyor. (Bkz. el-Ahzâb, 21)

Yine Cenâb-ı Hak:

تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ(“…asla zarar etmeyecek bir ticaret…[Fâtır, 29]) buyuruyor. Hangi ticâreti yapsak en hayırlı? Onu bildiriyor Cenâb-ı Hak.

Bütün ticâretler, dünyevî ticâretler, bu fânî âleme âit. Fakat Cenâb-ı Hak gerçek ticareti bildiriyor:

تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ(“…asla zarar etmeyecek bir ticaret…[Fâtır, 29])

يَتْلُونَ: Kur’ân-ı Kerîmʼi tilâvet ederler, yaşarlar, yaşatırlar, Kur’ânʼa emek verirler. Kur’ân, hayatlarında birinci plândadır, ön plândadır.

Namazlarını ikâme ederler. Namazlarını huşû ile kılarlar.

Allâhʼın verdiği nîmetleri açık ve gizli olarak infâk ederler. Tabi burada gizli infak en güzeli. Zarûret varsa (açıktan) infakta, o da kalbini koruyarak Allah yolunda infak etmeli. Bunlar “تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ: umulur ki bunlar hayırlı bir ticaret üzeredir.” (Bkz. Fâtır, 29)

Velhâsıl Rabbimiz, cümlemizi -inşâallah- burada nasıl toplandık, -inşâallah- Allah rızâsı için gelindi. Müslümanlarda sevinçler de müşterek olacak, hüzünler de müşterek olacak. Dâimâ müslüman birbirinin sevinç ortağı olacak. Birbirinin dert ortağı olacak.

Cenâb-ı Hak, burada cem olduğumuz gibi -inşâallah- kıyâmet günü, o zor günde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin civârında olmamızı Cenâb-ı Hak ihsân eyler, ikram eyler -inşâallah-…