Yıl: 2015 Ay: Kasım Sayı: 129
Cenâb-ı Hak, kulunun iffetli ve huzurlu yaşamasını arzu etmektedir. İffeti en güzel temin eden şey, evliliktir. Kendi imkânlarıyla evlenmeye gücü yetenlerin evlenmesi gerektiği gibi, evlenmeye gücü yetmeyenlerin de evlendirilmesi, İslâm toplumuna yüklenmiş ilâhî bir vazifedir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lûtfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lûtfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (en-Nûr, 32)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, bu ictimâî ibadetin kıymetini ifâde sadedinde şöyle buyurmuşlardır:
“En fazîletli şefaatlerden (ve teşvik edilen amellerden) biri, evlilik husûsunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 49)
***
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, nikâha teşvik edip evlenenlere yardımcı olmanın fazîleti hakkında şöyle buyurur:
“En üstün sadaka-i câriye, evliliğe vesîle olmaktır. Zira onların neslinden gelen kimselerin yaptıkları her iyilikten, vesîle olana da bir ecir vardır.”
***
Tekliği Yüce Zât’ına münhasır kılarak bütün mahlûkâtı çift yaratmış olan Cenâb-ı Hak, erkek ve kadına ayrı ayrı istidatlar vermiş ve onları âdeta bir bütünü oluşturan iki parça hâlinde halketmiştir. Bu bütünlüğün yegâne meşrû şekli ise, evliliktir.
Evlilik, her ne kadar maddî bir ihtiyaç gibi görünse de, aslında mânevî gelişimin esaslı bir zeminini teşkil eder. Zira nikâh sâyesinde, nefsânî arzular idealize edilerek hayırlı nesillerin yetişmesine vesîle olunur. Cenâb-ı Hak, bu hususla ilgili olarak bizlere şu duâyı telkin buyurmaktadır:
“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” (el-Furkân, 74)
***
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Hazret-i Havvâ Vâlidemizʼle Cennet’te başlayan âile hayatı, Allâh’ın takdîr ettiği izdivaç kanunu ile Âdemoğullarına intikâl etmiş, İslâm dîni ile de ebedîleşmiştir. Gerçekten İslâm dîni, koyduğu kâidelerle âile hayatına cennet huzuru kazandırmış ve dâimî bir baharın rahmet semâsı olmuştur. Bu saâdete nâil olabilmek için, nikâh ve izdivaç kanunu ile birer Âdem ve Havvâ manzarası sergilemek, onlar gibi Allah muhabbeti ve takvâ yolunda kaynaşmak ve âdeta tek can ve tek nabız hâline gelebilmek zarûrîdir.
***
Nikâh; peygamberlerin yolu, Rasûlullâh’ın sünneti, neslin baharı, erkek ve kadının şeref ve edebi, nâmus ve iffetin kalesi, insanın diğer varlıklardan imtiyâzıdır. Zira nikâh, ins ve cinnin dışında diğer mahlûkat için mevzubahis değildir.
***
Söz kesme ve nişan safhaları, iki tarafın evlilik yolunda karar verip anlaşmasından ibarettir. Yani bu safha, nikâh safhası gibi değildir. Aralarındaki haram duvarı devam etmektedir. Dolayısıyla nişan yapılmış olsa bile, nikâh kıyılmadan evvel her iki tarafın da mahremiyetlere dikkat etmesi elzemdir.
***
Huzurlu bir yuva tesis etmek için eş seçerken İslâm’ın koyduğu kâidelere hassâsiyetle riâyet etmek şarttır. Bu kâidelerin özü de şudur:
Evlenecek kimseler, eşlerini; sırf zâhirî güzellik ve zenginlik gibi geçici ve nefse hoş gelen sebeplerle tercih etmemelidirler. Yalnızca aklî ve nefsânî arzu ve heveslerle gerçekleşen bir evlilik -ekseriyetle- muhabbet ve ülfet meyvesini hâsıl etmez. Çünkü böyle evliliklerde insanlar, umûmiyetle nefsânî arzularının kölesi olurlar.
Dolayısıyla evlenirken, îman ve ahlâk gibi temel mânevî vasıflara ağırlık vererek bir tercihte bulunmak gerekir. Bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kadın, dört şeyi, yani malı, güzelliği, soyu-sopu ve dindeki kemâli için nikâhlanır. Siz dindar olanını tercih ediniz ki elleriniz hayır görsün!..” (Buhârî, Nikâh, VI, 123; Müslim, Radâ, 53)
“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sâliha bir kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)
***
Cenâb-ı Hak, engin rahmetinin bir tecellîsi sadedinde Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in evlilik hayatını, iki dünyada da huzur ve saâdete nâil olmak isteyenler için, en mükemmel bir örnek olarak ihsan etmiştir. Bunun dışında huzur aramak, çıkmaz sokaklarda kaybolmak demektir.
Bir misâl olması kabîlinden, bu müstesnâ âilede, vefâ duygusunun nasıl yüksek bir seviyede yaşandığını gösteren şu hâdiseyi nakletmek isteriz:
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Âişe ile yaptığı bir âile sohbetinde, Hazret-i Hatice vâlidemizi uzun uzun anlatmış ve onun hakkında şu güzel sözleri beyân etmiştir:
“–Yâ Âişe! Seneler geçtiği hâlde Hatice’yi unutmayışım, onun dış güzelliğinden değildir. Herkes beni red ve inkâr ettiği zaman, Hatice bana inandı ve tasdik etti.
Etrafımdaki müşrikler bana, «yalancısın» dediği zaman; Hatice bana; «Doğru söylüyorsun, asla çekinme!» dedi.
İnsanlar benden bir pulu esirgediği zaman, Hatice, bütün servetini önüme sererek, «Bunların hepsi emrindedir, istediğin kadar harcayabilirsin.» dedi.
Dünyada yalnız kaldığım günlerde, Hatice benden asla geri kalmadı; «Bunların hepsi geçicidir, üzülme, ileride bu güçlükleri kolaylıklar takip edecektir.» dedi.
İşte ben, Hatice’yi, bu fedâkârlıkları için unutmuyorum!”
Unutulmamalıdır ki vefâ; hiç solmayan bir güldür. Vefânın sonbaharı yoktur. Vefâ pınarından nasiplenemeyen gönüller ise, huzuru aslâ yudumlayamazlar.
***
Evlilikte eşler arası denklik ve uyum, yani küfüv son derece mühimdir. Zira Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:
“Ayakkabının biri ayağına dar gelirse, ikisi de işe yaramaz.”
Bu denklik ise, maddî durum, rûhî olgunluk, görgü ve kültür seviyesi gibi çeşitli unsurlara bakılarak tayin edilmelidir. Bundan sonrası irâde ve olgunluğa bağlıdır. Olgunluk, îman ve amel mükemmelliği; irâde ise, İslâmî emir ve yasaklara sarılmakla gerçekleşir.
***
Kadın, âilenin huzur ve saâdet tavanına asılmış billur bir kandil gibidir. Nikâhın feyz ve nûru ile toplumu aydınlatır. Âilenin iffet ve nâmusunu korur. Ortalığı kasıp kavuran günah fırtınalarına karşı âilenin -tâbir yerindeyse- bir nevî paratoneridir. Fakat -Allah korusun- kadın bu vasfını yitirdiği zaman nesiller zâyî olur, toplumlar insan enkazı hâline gelir. Rezalet ve huzursuzluklar tuğyân eder. Bunlar da bir toplum için batış alâmetleri ve felâket alarmlarıdır.
***
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Bir mü’min, hanımına buğz etmesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)
Çünkü hakîkatte İslâmî ölçülerle yaşayan kadın, buğza müstahak bir dikenlik değil, muhabbete lâyık bir saâdet gülistanıdır. Ona dâir sevgi de bizzat Allah tarafından bahşedilmiştir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hususta da şöyle buyurmuşlardır:
“Bana dünyanızdan, (sâliha) kadın ve güzel koku sevdirildi; namaz da gözümün nûru kılındı.” (Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199)
***
Kadının iffet ve itaat dâiresinden çıkarak kocasına zulmetmesi, buna mukâbil kocanın da otoritesini nefsânî arzuları uğruna kullanması, âile yuvasını mahveder. Dış dünyada hayatın zorluklarıyla mücâdeleye memur olan erkek, zaman zaman birtakım gerginliklere mâruz kalabilir. Böyle anlarda onun, evinde hanımından kendisini teskin edici şefkatli ve muhabbetli bir itaat görmesi, hem hakkı ve hem de bir ihtiyacıdır. Aynı şekilde akşama kadar evinin tanzimiyle uğraşmanın yanında, yavrularını şefkat ve merhametle bağrına basarak onların terbiyesiyle meşgul olan bir kadının da, kocasından gerekli ilgi ve alâkayı görmesi, en tabiî hakkı ve ihtiyacıdır. Bundan dolayıdır ki, âilede herkes, Allâh’ın tayin etmiş olduğu hak ve mes’ûliyetlerini bilmelidir. Âile içinde erkek merhametli, hakşinas; kadın ise itaatkâr ve saygılı olmalıdır.
***
Evlilik, İslâm’ın, üzerinde çok hassas şekilde durduğu bir yapıdır. Onun hem maddî, hem de mânevî olmak üzere iki yönü vardır. Dolayısıyla âile yuvasını iki yönlü olarak kurabilmek için son derece ciddiyet ve dikkat sahibi olmak şarttır. Aksi hâlde evlilik basit bir beraberlikmiş gibi anlaşılabilir. Böyle sığ anlayışlarla kurulan âile yuvaları da, maalesef yersiz boşanmalarla neticelenmektedir. Gerçekten de dînî ve ahlâkî duygularla birleşmeyen eşlerin sonu ya ayrılıklar veya mezara kadar uzanan ıztıraplar zinciri olmaktadır. Elbette ki bu, hiç de arzu edilen bir netice değildir. Bunun içindir ki boşanmalar, Arş-ı Âlâʼyı titreten bir hâdise olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Evleniniz, boşanmayınız!.. Zira boşanma dolayısıyla Arş titrer…” (Ali el-Müttakî, IX, 1161/27874)
“Allah Teâlâ’nın en sevmediği helâl, eşini boşamaktır.” (Ebû Dâvûd, Talâk, 3; İbn-i Mâce, Talâk, 1)
***
Ne yazık ki günümüzde, tecrübe sahibi âile büyüklerinin birbirlerini görmek ve tanımak sûretiyle gerçekleştirdiği “görücü üsûlü” dikkate alınmamaktadır. Bunun yerine gençlerin televizyon ve internetin menfi telkinleri istikâmetinde geçici hevesler ve boş sevdâlarla başlattığı birliktelikler de kısa zaman içerisinde mahkeme kapılarında son bulmaktadır. Böylece toplumun çekirdeği mevkiindeki âile müessesesi büyük yara almaktadır.Bu boşanmaların en ağır ve kötü yansıması da, öncelikle çocuklar üzerinde meydana gelmektedir. Nitekim evi içerisinde âile sıcaklığı bulamayan, örnek alacağı ana-babasından dâimâ kötü muâmeleye mâruz kalan çocuklar, sokakların insafına terk edilmiş olmaktadır. Böyle olunca da evden kaçarak sokak çocukları arasına katılan bu yavrular; kısa zamanda sigara, alkol, tiner, narkotik, fuhuş ve çeşitli suç örgütlerinin ağına düşmektedirler. Bu da, toplumu çökertecek bir fâciâya zemin hazırlamaktadır.
Rabbimiz, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in örnek âile hayatının rûhânî dokusundan hisseler alabilmeyi, cümle yuva kurmuş ve kuracak olan kardeşlerimize nasîb eylesin.
Âmîn!..