Gönül İkliminden İnciler 4

Yıl: 2015 Ay: Ekim Sayı: 128

Tesettür ve onun mânevî sâikı olan edep ve hayâ, insana âit bir keyfiyettir. Diğer mahlûkat için edep, hayâ ve örtünmek mevzubahis değildir. Ayrıca örtünmek, fıtrî bir kulluk edebidir. Nitekim Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havvâ’nın, Cennetʼte başka insanlar olmadığı hâlde hayâ edip telâş içerisinde yapraklarla örtünmeye çalışmaları, bu keyfiyetin, insanoğlunun fıtratında bulunan en köklü vasıflardan biri olduğunun göstergesidir.

***

İslâm’da tesettür farzdır. Zira âyet-i kerîmede hanımların tesettüre riâyet etmesi şöyle emredilmektedir:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (el-Ahzâb, 59)

Âyette zikredilen “celâbîb” kelimesi, “cilbâb” kelimesinin cemî hâli olup lügat­te; ge­niş el­bi­se, göm­lek ve başör­tü­sü gi­bi mânâlara gelmektedir. Yani ka­dı­nı baş­tan aşa­ğı ör­ten bol manto, ferâce ve çar­şaf gi­bi giy­si­ler, cil­bâbın muhtevâsına girmektedir.

Cilbâb, esasında vücut hatlarını belli etmeyen örtüdür. Bugün maalesef sokaklar, bütün vücut hatlarını ortaya döken, dar, süslü ve câzibeli bin bir türlü dış kıyafetle dolu. Lâkin bu aslâ tesettür değildir. Dış kıyafet, bol olmalıdır. Vücut hatlarını belli etmemeli, “Baksana bana!”, dedirtmemelidir.

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz tesettürün ehemmiyeti ile alâkalı olarak bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar Cennetʼe giremedikleri gibi, şu kadar uzak mesafeden hissedilen kokusunu bile alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)

Buradaki “giyinmiş çıplaklar” ifâdesiyle kastedilen, sadece süslenmek için giyinen, dışarı çıkarken daha câzip ve dikkat çekici kıyafetler kullanan ve vücut hatları belli olacak şekilde dar, ince veya şeffaf elbiseler giyen kimselerdir.

***

Tesettür emri, İslâm’da kadına verilmiş olan yüksek mevkî ve kıymetin mühim bir tezâhürüdür. Nitekim değerli hazineler, en güzel şekilde muhâfaza edilir; tutup da hırsızların gözleri önüne serilmez. İşte müslüman kadın, kendisine verilen yüksek kıymet sebebiyle yabancı bakışların yıpratıcı ve incitici tesirinden tesettür sâyesinde muhafaza edilmek istenmiştir. Tesettürün en büyük hikmetlerinden biri de budur.

***

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” (en-Nûr, 31)

Kadının örtünmesiyle kadınlık şahsiyeti korunmaktadır. Kadın, örtüsüyle karşısın­dakine bir zarâfet ve nezâket hissi vermektedir. Aksi hâlde kadın, tesettürden uzaklaşarak kendisini topluma bir nevî deşifre ettiğinde, nezâket ve zarâfeti zedelenir. Böylece nefsânî arzuları tahrik eden bir şehvet vâsıtası hâline getirilmiş olur. Bu ise onun şahsiyet ve haysiyetini ayaklar altına alarak annelik vakârını zaafa uğratır.

***

Kadının câzibesi, tesettür emri ile yalnız kocasına tahsis edilmiştir. Çünkü kadın ve erkek arasında neslin devamı için birbirlerine karşı değişmez bir fıtrî te­mâyül mevcuttur. Tesettür emrine riâyet edilmediği takdirde bu meyil, insanı, ilâhî hudutları çiğnemek gibi felâketlere dûçâr eder. Bu ise toplumda ahlâkî çöküntüye sebep olur.

***

İslâm, zâhiren câzibesi olmayan bir kadına da tesettürü emretmiştir. Yani “Bu kadın, başını, kolunu ve ayaklarını açsa da açmasa da bir şey fark etmez, zâten dikkat çekici değildir.” denilemez. Burada kadının, tesettürle kadınlık vakârının korunması esastır. Nitekim tesettüre riâyetsizliğin neticesini gösteren şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanına, Şamlı kadınlardan bir grup gelmişti. Hazret-i Âişe:

“–Sizler herhâlde, hanımları hamamlara giren (orada tesettüre dikkat etmeyen) bölgedensiniz!” dedi.

Kadınlar;

“‒Evet!” diye cevap verdiler.

Hazret-i Âişe:

“–Ama ben, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; «Elbisesini evinin hâricinde bir yerde çıkaran (yani tesettüre dikkat etmeyen) her kadın, mutlakâ Allah ile kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur.» buyurduğunu işittim.” dedi. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4010; Tirmizî, Edeb, 43/2804)

***

Kadın ve erkeğin tesettürünün birbirinden farklı bulunması, kadın vücûdunun erkeğe göre daha câzibeli yaratılmış olmasından kaynaklanmaktadır.

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın ablası Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve:

“–Esmâ! Bülûğa erdikten sonra kadınların, -yüzüne ve eline işaret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz!” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 31/4104)

Günümüzde küçük yaşlardaki kızlarımızın da giyim kuşamlarına dikkat etmek büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Zira darb-ı meselde ifâde edildiği gibi; “Ağaç yaşken eğilir.” Bu sebeple “Henüz yaşı küçüktür” denilerek âdâba uygun olmayan giyim-kuşam ve davranışlar, aslâ göz ardı edilmemelidir. Zira bunlar zaman içinde alışkanlık hâlini alır. Daha sonra o yanlışlardan kurtulmak da çok zor olur.

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün zekât olarak toplanan koyunların yanına gitmişti. Koyunların yanında, onlara bakmak üzere ücret mukâbili tutulmuş olan bir çoban bulunuyordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çobanın orada yarı çıplak vaziyette dolaştığını görünce hemen yanına çağırdı ve:

“‒Bizim için kaç gün çalıştın, bizde ne kadar alacağın var?!” diye sordu.

(Peygamber Efendimiz’in bu suâli üzerine) işten uzaklaştırılacağını anlayan çoban, büyük bir endişe içerisinde:

“‒Niçin yâ Rasûlâllah? Yoksa hayvanların bakımını ve gözetimini güzel yapamıyor muyum?” diye sordu.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, (îmandan bir şûbe olan hayâ hakkındaki hassâsiyetini şu sözleriyle ifâde etti):

“‒Hayır, ondan değil! Lâkin ben, aramızda çalışan insanların yalnız kaldıklarında bile, Allah Teâlâ’dan hayâ eden kişiler olmasını arzu ediyorum! Yalnız kaldığında Allah Teâlâ’dan hayâ etmeyen kişinin yaptığı işi istemiyorum! (Bkz. Beyhakî, Şuab, X, 196/7370; Mervezî, Tâzîmü Kadri’s-Salâh, II, 836)

 ***

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde hayâ eksikliğinin kulu nasıl helâke sürüklediğini şöyle beyan etmişlerdir:

“Azîz ve Celîl olan Allah, bir kuldan nefret edince ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı ondan çekip alınca da onunla sadece nefret edilen kişiler karşılaşır. Sonra ondan emanet vasfını çekip alır. Ondan emanet vasfını çekip alınca rahmetini de çekip alır. Rahmetini ondan çekip aldığı zaman, İslâm bağını da ondan söküp almış olur. İslâm bağını ondan aldığı zaman, artık onunla azgın şeytandan başkası karşılaşmaz.” (Süyûtî, el-Câmiu’l-Kebîr, 1/31; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 7734)

***

Mâlik bin Dinar Hazretleri’nin şu sözleri ne kadar dikkat çekicidir:

“Allah Teâlâ bir kalbi, kendisinden hayâyı gidermekle cezalandırdığı kadar hiçbir şeyle cezalandırmamıştır.”

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ ederdi:

“Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim!” (Müslim, Zikir, 72)

Sâliha kadının alâmetleri; güzelliğinin Allah korkusu, zenginliğinin kanaat, süs ve ziynetinin iffet olmasıdır.

***

Hayâ ve iffet, insanı ahlâka aykırı her türlü fenâlıktan koruyan ve onu kötülüklerden ayıran bir perdedir. O perdeyi yırtan bir kimse, günah bataklığında boğularak perişan olmayı peşinen kabûl etmiş demektir. Zira Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın buyurduğu gibi; “Hayâsı gidenin kalbi ölür.” Zâhiren canlı, lâkin mânen ölmüş bir kalp ile de Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak aslâ mümkün değildir.