Gönül Dergâhından Hikmetler 17

Yıl: 2016 Ay: Kasım Sayı: 122

İslâm fıtratı üzere dünyaya gelen çocuklar, anne-babaya Allâh’ın bir emanetidir. Bu ilâhî emanetleri güzel bir karakter ve şahsiyet üzere yetiştirerek müslüman gençler hâline gelmelerine gayret etmek, anne-babanın bir vazifesidir. Bu vazife lâyıkıyla yapıldığında evlâtlar, hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere kendileri için bir sadaka-i câriye olacaktır. Lâkin, “Aman daha yaşı küçük, biraz daha büyüsün de maddî ve mânevî eğitimine o zaman başlarız…” denilerek terbiyesi ihmal edilen yavrular ise maalesef kıyamet günü o anne-babadan dâvâcı olacaklardır.

Bu fânî cihanda dahî hiç kimse, evlâtlarıyla mahkeme kapılarına düşmek istemezken, o ilâhî mahkemede evlâdın anne-babadan veya anne-babanın evlâdından dâvâcı duruma düşmesi ne kadar hazin bir durumdur.

Ayrıca âyet-i kerîmede, mânevî eğitim noksanlığı dolayısıyla evlâtlarının gönül toprağını çorak bırakan, oranın bir gül bahçesi değil de dikenlik olmasına seyirci kalan anne-babaların, kıyâmet gününde yavruları için hazırlamış oldukları kötü istikbal şöyle haber verilmektedir:

“Kim de Ben’im zikrimden (Allâh’ı anmaktan, Kur’ân’dan, ibadet ve takvâ hayatından) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve Biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ, 124)

Kendimizin ve evlâtlarımızın kıyamet günü kör olarak haşr edilmemesi için yapmamız gereken ise yine âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

“Ey îmân edenler; Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)

***

Bugün evlâtlarımıza yapacağımız en mühim hizmet, onların zihin ve gönül dünyalarına bir âhiret şuuru kazandırabilmektir. Zira evlâtlarımızın İslâm ile ihyâ olmasını istemeyenler, her fırsatta onların temiz ve berrak gönül dünyalarını kirletebilmenin telâşındalar.

Günümüzde bunun için kullandıkları vasıtalardan biri de, oyunlar. Neredeyse bütün gençlerimizin elinde ya tablet veya akıllı telefon bulunuyor. Bunlar da daha ziyade oyun oynamak için kullanılıyor. İlk bakışta mâsum gibi görünen bu oyunlarla, aslında yavrularımızın gönüllerinden nice faziletler sökülüp atılmaya çalışılıyor. Hattâ onları kumarbazlığa kadar sürükleyebiliyor.

Meselâ, “öldürülen insan sayısınca puan kazandıran” oyunlar, yavrularımızın gönüllerinden merhamet ve şefkati kazımıyor mudur?

Tek hedefi, “yaptığı koşu esnâsında yoldaki paraları toplamak” olan oyunlar, cömertlik menbaı olması gereken yürekleri kurutmuyor mudur? Var oluş gayesi, her fırsatta daha çok kazanmak olan, bundan başka bir değer tanımayan bencil ve cimri insan tiplerinin yetişmesinde bunların payı yok mudur?

Temel mantığı, hırsızlık yaptıktan sonra polise yakalanmamak olan oyunlar, gönüllere nasıl bir telkin vermektedir acaba?

Yine vurdulu kırdılı oyunlar; nezâket, zarâfet, incelik ve muhabbetle büyümesi gereken vicdanlarda hangi duyguları uyandırmaktadır? Kalplere hangi felsefelerin süflî kâidelerini fısıldamaktadır?

Necip Fâzıl ne güzel der:

“Ne gariptir ki, toplum olarak yüreği kör olana değil de, gözü kör olana acırız.”

Yüreklerin kör olmaması, Allâh’ı ve âhireti unutmamaya bağlı. Allâh’ı ve âhireti unutarak kalpleri kör olanlar, meselâ kul hakkına girmenin ne ağır bir cürüm olduğunu göremezler. Hâlbuki kul hakkı, Allah Teâlâ’nın affetmeyeceği günahlar arasında, ilk sıralarda yer almaktadır.

Ömer bin Abdülazîz -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki:

“Haramlar bir ateştir. Ona ancak kalbi ölüler uzanır. Eğer el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını muhakkak duyarlardı.”

Yine ancak kalp gözü kör olanlar, haksızlığın mânevî ağırlığını hissetmezler. Hâlbuki haksızlık, münâfıklığın bir işaretidir. Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:

“Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:

Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verince sözünden döner. Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” (Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17)

Yine Allah’ı ve âhireti unutmak sebebiyle gönül gözü kör olanlar, hırsızlığın, haksızlığın, cimrilik ve zulmün ne büyük günahlar olduğunu da göremezler. Hâlbuki hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:

“Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helâk etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helâl saymaya sevk etmiştir.” (Müslim, Birr, 56)

Bu listeyi uzatmak mümkün… Hülâsa gençlerimizin Allâh’ı ve âhireti hiçbir zaman unutmamaları ve bilhassa Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in faziletler meşheri olan nezih hayatını öğrenip anlamaları ve O’nun yolunda yürümeye çalışmaları elzemdir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1400 küsur sene evvel yaşadı. Lâkin üzerinden geçen bunca asra rağmen, O’nun tevzî etmiş olduğu güzel ahlâka en ufak bir leke bulaşmadı. Kimse O’nun nezâketine, merhametine, şefkatine, tevâzuuna kem söz söyleyemedi ve ebediyen söyleyemeyecektir. Kimin bir fazilete ihtiyacı varsa, kalbini Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e çevirmelidir. Bu hakikati Alman mütefekkir Goethe de, şu ifadeleriyle dile getirmektedir:

“Sen bir dağ pınarısın. Herkesi nîmetlendirdin!”

Dolayısıyla bugün;

Gökyüzünden bomba yağdırmak sûretiyle insanı ve tabiatı katleden zâlim yüreklere, gördüğü yanık bir karınca yuvası karşısında rakik gönlü mağmum olan Efendimiz’in yüce ahlâkı tekrar tekrar anlatılmalı…

İnsanlara insan olduğu için değil de, servet, şöhret ve menfaat penceresinden değer biçen gâfillere, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’in, insana verdiği değer îzah edilmeli. Bir insanın kurtuluşunun O’nu ne kadar sevindirdiği, bunun için âdeta insanüstü bir gayretle çırpındığı tekrar tekrar hatırlatılmalı. Hattâ O’nun bu gayreti üzerine Cenâb-ı Hak Efendimiz’e şöyle hitab ediyor:

(Rasûlüm!) Onlar îmân etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (eş-Şuarâ, 3)

Efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyuruyorlar:

“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezâil, 19)

Unutmayalım ki; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

İnsanlar arası münâsebetlerde bir zirvedir.

Evlâtlarına muhabbette bir zirvedir.

Mahlûkâta şefkatte bir zirvedir.

Tevâzûda bir zirvedir.

Kırık gönülleri tamir etmede bir zirvedir.

Ve bir gönül, ancak O zirveye yaklaşabildiği ölçüde Hak indinde değer kazanmaktadır.

***

İnsanoğlu, elinde bol bol mevcut olduğunu zannettiği hazine değerindeki nice nîmetlerin çoğu kere farkında olmaz; onları gâfilce ziyan eder. Bu hazinelerin başında da hiç şüphesiz ki nefes nefes ömürleri eriten “zaman” gelmektedir. Ne hikmettir ki, elden kaçınca bir daha geri gelmeyeceğini bildiği hâlde, insanın en çok israf ettiği nîmet, zamandır. Tıpkı hadîs-i şerîfte buyurulduğu gibi:

“İki şey vardır ki onlar hakkında insanların çoğu aldanış içerisindedir. Bunlar; sıhhat ve boş vakittir.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Günümüzde oyunlar da bu zaman isrâfının temel sebepleri arasına girmiş bulunmaktadır. Hattâ yavrularımız vaktin nasıl geçtiğini anlamadan saatlerce bilgisayar veya tablet karşısında zaman kaybetmektedirler.

Hâlbuki zaman öyle bir kıymettir ki onun değerine dikkat çekmek üzere Cenâb-ı Hak Asr Sûresi’nde; “Zamana yemin olsun!” buyurmaktadır. Nitekim her şeyi satın almak, değiştirmek, borç alıp, borç vermek mümkündür. Fakat zamanı asla!.. Çünkü zaman, herkes için mahduttur. Ömür, insana Allâh’ın bir defalığına lûtfettiği son derece kıymetli bir imtihan saatidir. O saat, eldeyken fırsattır. Elden çıkınca ise, ancak nedâmettir. İnsan, bütün yapacaklarını ancak o saatin içinde yapabilir. O saat kaçınca en mâhir ustaların bile elleri tutulur artık. Gözler, sadece o saat içinde görür. O saat geçince, her yan kapkara kesilir. Kalpler, o saat içinde çalışır. O saat bitince elektriği kesilmiş bir makine gibi donup kalır. Vücutta bütün âzâ donar, insan sanki etten bir kalıba döner. Dolayısıyla imtihan saatini faydasız meşgalelerle ziyan etmekten sakınmak zarurîdir.

***

Velhâsıl insan, oyun ve eğlence için değil; mânen yücelerek Hakk’a vâsıl olmak için yaratılmıştır. O hâlde bereketli bir ibadet ömrü yaşayıp eldeki en kıymetli sermâye olan ömrü ebedî saâdete vesîle kılmak gerekir.

Cenâb-ı Hak bizlere, vaktin kıymetini bilenlerden ve ömür nîmetini rızâsı istikâmetinde kullananlardan olabilmeyi lûtf u keremiyle ihsân eylesin…

Âmîn!..