Gönül Dergâhından Hikmetler 14

Yıl: 2016 Ay: Ağustos Sayı: 119

 Âyet-i kerîmede:

(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Sen yüce (en mûtenâ) bir ahlâk üzeresin…” (el-Kalem, 4) buyrulmaktadır ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bundan daha güzel bir târifle anlatmak mümkün değildir. Cenâb-ı Hak, insanlık âleminde tezâhür edecek yüce ahlâk ve fazîletlerin zirvesini, bütün insanlığa O’nun örnek şahsında sergilemiştir.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, okuma yazma bilmiyordu. Cebrâîl -aleyhisselâm- Hira’da O’na; “Oku!” dediği zaman cevâbı, “Ben okuma bilmem!” olmuştu. Lâkin O’nun muallimi Cenâb-ı Hak’tı. O’nu Cenâb-ı Hak bizzat okuttu. Cenâb-ı Hakk’ın terbiyesi altında, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa ve cihâna “eşsiz bir muallim” olarak lûtfedildi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nübüvvet vazifesinden evvel dahî, yediden yetmişe herkes tarafından “el-Emîn” ve “es-Sâdık” vasıflarıyla tavsîf edilmişti. Risâlet vazifesinden sonra Mekke’de sergilediği yüksek ahlâk ve şahsiyet, gönüllerin fethine vesile oldu, herkesi kendisine meftûn etti. Vicdanlar o güzel ahlâk etrafında kenetlendi. Dâvetine icâbetle hidâyete erdi. Terbiyesi altında, fazîletler medeniyeti inşâ eden zirve bir nesil yetişti. Hiç şüphesiz İslâm dîni de, îman, takvâ ve güzel ahlâk ile yoğrulmuş bu genç neslin fedakârâne hizmet ve gayretleriyle gönüllerde neşv ü nemâ buldu.

***

Allah Rasûlü’nün hayatı incelendiğinde, O’nun nübüvvet dâvâsında gençlerin müstesnâ bir mevkîye sahip olduğu görülmektedir. Nitekim;

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in insanlığı kurtaran dâvâsına umûmiyetle gençlerin gönül verdiğini gördüğümüzde…

–Habeşistan kralının karşısında müslümanların genç sözcüsü Câfer bin Ebî Tâlib’in zekâ ve firâset pırıltıları saçan konuşmasını dinlediğimizde…

–Yeni gelen ilâhî bir dîni temsîlen Medîne’ye muallim olarak gönderilen Mus’ab bin Umeyr’in hayatını incelediğimizde…

–Hicret esnâsında Allah Rasûlü’nün uğrunda canını ortaya koyarak müşriklerin hâin plânlarını alt üst eden cengâverin yirmi yaşlarında bir genç olduğunu öğrendiğimizde…

–Âlemlere rahmet olarak gönderilen Kâinâtın Efendisi’nin Medîne-i Münevvere’deki hizmetçisinin on yaşlarında bir yiğit olduğunu okuduğumuzda…

–Efendimiz’in, on dokuz yaşındaki Hazret-i Üsâme’yi büyük bir ordunun başına kumandan tâyin ettiğini öğrendiğimizde…

Dînimizin emir ve yasaklarını İslâm âlimi genç sahâbîlerden öğrendiğimizde; hem Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in dirâyetini, hem de hayatında gençlerin ne kadar yüce bir mevkiinin bulunduğunu anlamış oluruz.

***

Güzel ahlâk, îmânı kemâle erdirir, hayatı tezyîn eder ve sahibini Allâh’ın rızâsına yaklaştırır. Ahlâklı bir insan olmak, Cenâb-ı Hakk’ın güzel sıfatlarıyla bezenmek demek olduğundan, aynı zamanda Allâh’a yakınlığın da bir alâmetidir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Cibrîl -aleyhisselâm- bana Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu söyledi:

«Bu dîn, Zâtım için seçip râzı olduğum bir dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu bu iki hasletle yüceltiniz!»” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenz, VI, 392)

***

İnsanı insan yapan asıl cevher, ahlâktır. Şeyh Sâdî ne güzel söyler:

“Her gözü, kulağı, ağzı olan Âdem değildir. Nice şeytanlar vardır ki; Âdemoğlu kılığında görünürler. Gerçek Âdem, ahlâkı güzel olan kişidir.”

Hattâ sefih insanlar dahî dâimâ yüksek şahsiyet ve karakterlere hayran olmuşlardır. Nitekim Ebû Cehil, Efendimiz’e hitâben;

“−Biz sana yalancısın demiyoruz. Lâkin getirdiğini istemiyoruz.” demişti. Bu hakikat âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

“Onların söylediği sözlerin Sen’i hakîkaten üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar Sen’i yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler açıkça Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” (el-En’âm, 33)

***

Mü’minler; bir Allâh’a inanan, aynı Peygamber’in ümmeti olan, aynı kıbleye yönelen, câmilerde omuz omuza saf tutan, birbirlerini kendisine emânet, kendisine zimmetli gören din kardeşleridir.

Nitekim âyet-i kerîmede mü’minlerin bu hâli: “Üst üste konularak birbirine kenetlenmiş kerpi­çler” (bkz. es-Saff, 4) şeklinde tasvir buyrulmaktadır.

Yani îman kardeşliği; aynı anne-babanın evlâdı olmak demek olan kan bağı kardeşliğinden üstündür. Çünkü biyolojik yakınlık, yani nesep bağı; kalbî yakınlık yoksa bir kıymet ifade etmez.

***

Dertli, garip, yalnız ve kimsesize merhamet ve infakla sahip çıkılan bir toplumda; hiçbir siyasetçinin, sosyoloğun, psikoloğun temin edemeyeceği bir kardeşlik iklimi oluşur. Gönüllerden rahmet taşar. Yürekler, bîçârelerin sığınak ve barınağı olan bir rahmet dergâhı hâline gelir…

***

 Yeryüzünün neresinde olursa olsun insanlar arasında hüküm süren bir adâlet gözünüze çarparsa, insanların kalplerini birbirine bağlayan bir rahmet ve şefkat varsa, veyahut bir toplumda zenginler şefkatle muâmele ederek yoksulların yardımına koşuyor, kuvvetliler mazlumları koruyorsa, sıhhatte olanlar bîçârelere imdâd ediyor, servet sahipleri öksüzleri gözetip dulları doyuruyorsa, tereddütsüz bilmiş olun ki bütün bu fazîletler, dâimâ peygamberlerden ve onların izinden giden sâlih kimselerden intikal etmiştir.

***

 Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- buyurur:

“Âsîlere düşman olmak sûretiyle Allâh’a dost olun! Âsîlere uzak olmakla Allâh’a yakın olun ve onlara buğz etmekle Allâh’ın rızâsını alın!..”

Zira gerçek îman; lâyıkına muhabbet, müstehakkına da nefrettir. Nitekim Tebbet Sûresi’nde, Peygamber Efendimiz’in amcası olmasına rağmen azılı bir müşrik olan Ebû Leheb’e buğz etmemiz telkin edilmektedir.

***

İbrahim -aleyhisselâm-, kendisinden nasihat isteyenlere şunları söylemiştir:

“İnsanların dünya işleriyle meşgul olduklarını gördüğünüz zaman siz de âhiret işleriyle meşgul olun. Onlar zâhirlerinin tezyîni ile meşgul olurlarsa siz de kalbinizin tezyîni ile meşgul olun. Onlar bağ, bahçe ve sarayların îmârı ile meşgul olurlarsa siz de kabirlerinizin îmârı ile meşgul olun. İnsanlar birbirlerinin ayıpları ile meşgul olurlarsa siz de kendi ayıplarınızla meşgul olun.”

***

 Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Allâh’a ve Rasûlʼüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Enfâl, 46)

Yüce Rabbimiz, mü’minlerin tek bir yürek gibi birlik ve beraberlik hâlinde olmalarını emretmektedir. Bu husustaki emrini önceki peygamberlere de vahyetmesi[1] hem insanoğlunun dâimâ tefrikaya düşme zaafıyla mâlûl oluşunu hem de tefrikanın toplum hayâtı için ne tehlikeli bir hastalık olduğunu beyân etmektedir.

***

 Hazret-i Mevlânâ, İslâm kardeşliğinin asıl mâhiyetini ne güzel îzah eder:

“Peygamber Efendimiz; «Müslümanlar tek bir can gibidir.» buyurmuştur. Tek bir can oldular ama, Allâh’ın Rasûlü sâyesinde oldular. Yoksa her biri, diğerine mutlak düşmandı. Medîne’de «Evs» ve «Hazrec» adında iki kabîle vardı. Bunlar, birbirlerinin kanını içecek kadar can düşmanı idiler.

Hazret-i Mustafâ’nın feyzi ve İslâm’ın nûru ile onların eski kinleri yok oldu gitti. O düşmanlar, önceleri bağdaki üzümler gibi, üzüm salkımındaki taneler gibi birbirlerine bağlı idiler, birbirlerinin kardeşi idiler. Lâkin «Mü’minler kardeştir.» âyeti indikten sonra onun feyiz ve rûhâniyetiyle, âdeta sıkılmış üzüm taneleri gibi tek bir şıra hâline geldiler. Hakikî mânâda birleşip kardeş oldular.”

***

 Lokman Hakîm şöyle der:

“Evlâdım! Üç şey, üç şeyle bilinir: Hilim, gazap ânında; cesaret, harp meydanında; kardeşlik ise, ihtiyaç ânında.”

***

 Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Şeytan, insanın kurdudur. Tıpkı sürüden ayrılan koyunu kapan kurt gibi. Sakın gruplara bölünmeyin. Cemaatten, toplumdan ve mescidlerden ayrılmayın.” (Ahmed, II, 400; V, 335; Hâkim, I, 73/59)

***

 Şeyh Edebali Hazretleri’nin Osman Gâzî’ye tavsiyelerinden biri şöyledir:

“Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın! Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini iyi bilesin!..”

Bizler, mâzimizi yüreğimizde canlı tutmak zorundayız. Unutmayalım ki, mâzinin bittiği yerde, millet biter, insan biter, iz’an biter. Millet, tarihinden ibârettir. Onu tarihinden sıyırırsanız, geriye insan sürüsü kalır. Yeni eserler ve yeni nesiller, mâzinin devrettiği unsurların zenginliği nisbetinde canlı, güçlü ve devamlı olur. Milletlerin bekāsı; hassas, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, Çanakkale destânını ninni yapan nesil, îmânına, milletine ve bütün maddî-mânevî değerlerine sahip çıkacaktır.

Rabbimiz, bizleri şehîd ve gâzi ecdâdımıza lâyık nesiller eylesin. Mübârek vatanımızı düşman ayakları altında çiğnetmesin! Millî ve mânevî değerlerimizin ayakta tuttuğu kaleleri yıkmak; birlik, beraberlik, kardeşlik ve huzurumuzu bozmak isteyen gizli-açık düşmanlarımıza karşı genç nesillerimize firâset ve basîret ihsân eylesin!

Âmîn…

Dipnot:

[1] Bkz. eş-Şûrâ, 13.