Genç Dergisi, Yıl: 2022 Ay: Ocak Sayı: 184
Muhterem Efendim, İslâm’ın intişârında gençler nasıl bir rol üstlenmişler? Bu hususta neler buyurursunuz?
Bu mübarek din, gençlerin gönül iklîminde inkişâf etti. Müslüman olduklarında ashâb-ı kirâmın pek çoğu henüz yirmi yaşında bile değildi. Genç yaşta dinleri uğrunda nice meşakkatlere katlandılar. Onların aşk ve fedakârlıkla îfâ ettiği hizmetler sâyesinde, nice beldeler hidâyetle nurlandı ve İslâm ahlâkıyla huzura kavuştu.
Meselâ Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- İslâm’ı büyük bir dirâyetle kabul ettiğinde henüz 10 yaşında bir çocuktu!
Efendimiz’in âzâd ettiği kölesi Zeyd bin Hârise -radıyallâhu anh- îman ettiğinde 15 yaşındaydı. Peygamberimiz’i Tâiflilerin taşlarına karşı vücûdunu siper ederek korumaya çalıştığı esnâda genç ve yiğit bir delikanlıydı. Bugün 15 yaşında bir genç, acaba hangi sevdâların peşinde koşmaktadır?!
Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah -radıyallâhu anhumâ-, İslâm ile şereflendiği zaman 10 yaşlarındaydı. 13 yaşlarında iken Uhud Savaşı’na katılmak istemiş, ancak çok genç olduğu için Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- izin vermemişti. Daha sonra büyük âlimler safının en başına geçerek en çok hadis rivâyet eden ikinci sahâbî olma şerefini elde etti. Günümüzde bu yaşlardaki bir gencin fikir dünyası hangi seviyededir acaba?!
Abdullah bin Zübeyr -radıyallâhu anhumâ- 7 veya 8 yaşına geldiğinde babası onu Efendimiz’e bey’at etmeye gönderdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Abdullâh’ı görünce tebessüm ederek ona yöneldi ve ondan bey’at aldı.
Câfer bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anh- Mûte’de şehîd edildiğinde otuz üç yaşındaydı.[1] Demek ki Habeşistan’a hicret edip Necâşî’nin huzûrunda müslümanları temsîlen ilim, hikmet ve cesaretle konuştuğunda 17 yaşlarında bir delikanlı idi.
Abdullah bin Mes’ûd ve Zübeyr bin Avvâm -radıyallâhu anhumâ- 16 yaşlarında müslüman olmuşlardır. Abdurrahman bin Avf ve Sa’d bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anhumâ- ise 17 yaşlarında îmanla müşerref olmuşlardır. Yani onlar günümüzdeki bir lise talebesinin yaşındaydılar. Ancak hayatları ve ölümden sonrası için son derece mühim bir karar verip o uğurda her türlü fedakârlığa katlanabilecek bir azim, kararlılık ve cesaret gösterdiler.
Tarihimizde de bilhassa 1. Ahmed Hân’a kadar gelen bütün sultanlar, genç padişahlardan oluşmaktadır. Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettiği zaman 21 yaşında idi. Bosna’yı da 31 yaşında fethetmişti.
En hayâtî kararlar gençlikte verilir. Çünkü gençler farklılıklara ve yeni gelişmelere intibak etme hususunda yaşlılara kıyasla daha elverişlidirler. İslâm’ın ilk yıllarında gençler, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e tâbî olup İslâm uğrunda türlü cefâlara katlandılar. Buna mukâbil Ebû Leheb, Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef, Velid bin Muğîre ve As bin Vâil gibi kalpleri zindana dönmüş olan sabit fikirli bazı yaşlılar, İslâm’a şiddetle karşı çıktılar.
Son zamanlarda yapılan tespitler de bu fikri desteklemektedir. Buna göre gençler, yaşlılardan daha çok dîne ilgi göstermekte, Allâh’a, âhirete ve yeniden dirilişe dâir merak ve heyecan içinde takvâ hayatına rağbet etmektedirler. Bugün Avrupa’da gençler, İslâm’ı daha kolay kabul ederken yaşı ilerlemiş olanlar bunda zorlanmaktadırlar.
Mekke’nin en zengin ve en yakışıklı gençlerinden Mus’ab bin Umeyr müslüman olup âilesi tarafından hapsedildiğinde 18 yaşlarındaydı. O Mus’ab ki, daha sonra Medîne’ye giderek orayı Kur’ân’la, firâseti ve tatlı diliyle fethetti. Zamanımızda 18 yaşında bir genç, böylesine mühim bir tercihte bulunup bu denli büyük bir vazifeyi îfâ edebilir mi acaba?!
Allah Rasûlü’nün damadı Osman bin Affân, yaşadığı takvâ hayatıyla “ümmetin emîni” diye yâd edilme şerefine nâil olan Ebû Ubeyde bin Cerrah ve adâletiyle çağları aydınlatan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anhum- , îmân ettiklerinde 25 ile 31 yaş civârındaydılar.
En çok hadis rivâyet eden sahâbîlerden Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anhumâ-, İkinci Akabe Beyʼatiʼne katıldığında 15 yaşlarındaydı.
Peygamber Efendimiz’e hizmet eden Enes -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye geldi. Oʼnun ashâbı içinde Hazret-i Ebû Bekir’den başka saç ve sakalında beyazlıklar olan kimse yoktu.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45)
“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz Medîne’ye geldi. Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, hicret eden sahâbîlerinin en yaşlısı idi…” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45)
Medîne-i Münevvere’de İslâm’a ve müslümanlara kol kanat gerenler, yine gençler olmuştu.
Medîne’nin ileri gelenlerinden fâsık Ebû Âmir, İslâm’dan yüz çevirirken oğlu Hanzala müslüman olmuş ve Uhud’da şehid düşmüştü. Münâfıkların reisi Abdullah bin Übey’in oğlu Abdullah samimî bir müslüman idi. Es’ad bin Zürâre, Ukbe bin Âmir ve Avf bin Hâris de İslâm’a en büyük hizmeti yapan genç müslümanlardandı.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye hicret ettiğinde, Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh- 11 yaşında bir yetimdi. Kendisi şöyle anlatır:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye geldiğinde beni huzûruna götürdüler. Efendimiz beni sevdi ve beğendi. Oradakiler:
«–Yâ Rasûlâllah! Bu, Neccâroğulları’ndan bir gençtir. Allâh’ın Sana inzâl buyurduğu sûrelerden on yedi tanesini ezbere biliyor!» dediler. Bu durum Peygamber Efendimiz’in çok hoşuna gitti…” (Ahmed, V, 186)
Zeyd -radıyallâhu anh-:
“‒Ben de Bedir Gazvesi’ne katılacağım.” diyerek Efendimiz’in huzûruna çıktı. Ancak Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 13 yaşındaki bu çocuğun savaşa katılmasına izin vermedi.
Yine büyük İslâm âlimi ve en çok hadis rivâyet eden sahâbîlerden Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anhumâ-, Peygamber Efendimiz’in vefâtında henüz 13 yaşında idi.
Genç yaşta müslüman olarak İslâm semâsında yıldızlaşan ashâb-ı kirâm, elbette ki bu sayılanlardan ibâret değildir. Bunların dışında pek çok genç sahâbî mevcuttur. Bilhassa ilk müslümanların safları arasında genç hanımların da olması, çok dikkat çekicidir. Peygamber Efendimiz’in kızları Hazret-i Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’nın yanı sıra Hazret-i Ömer’in kız kardeşi Fâtıma, Hazret-i Ebû Bekir’in kızları Esmâ ile Âişe, Nehdiye Hâtun ve kızı, Hicret esnâsında Peygamber Efendimiz’i ilâhilerle karşılayan Neccâroğulları’nın kızları, bunlardan sadece birkaç misaldir.
Peygamber Efendimiz onun odasında vefat ettiğinde Hazret-i Âişe Vâlidemiz çok gençti. Buna rağmen o, en çok hadis rivâyet eden ve âlimlerin mürâcaat ettiği bir ilim menbaı hâline geldi. Sahâbe arasında temâyüz etmiş yedi fakihten biri olduğu için, bilhassa kadınlar arasında fıkıh ilmi daha çok onunla yaygınlaşmıştır.
Velhâsıl Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, İslâm’ın yayılması ve öğretilmesinde gençlere büyük vazifeler vermiştir. Zira Cenâb-ı Hakk’ın insana bahşettiği gençlik devresi, böyle ehemmiyetli hizmetlerin îfâsında en büyük sermâyedir. İnsan gençlikte daha fazla enerjiye sahiptir. Vazifesini yerine getirirken muhtaç olduğu kuvvet, cesaret ve gözüpekliği en fazla gençlikte bulabilir.
Meselâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, 21 yaşındaki Muaz bin Cebel’i Yemen’e kadı ve muallim olarak tâyin etmiştir.
Attâb bin Esîd, Mekke Fethi sonrası 20 yaşında oraya vâli tâyin edilmiştir.
Üsâme bin Zeyd’e de yirmi yaşlarında İslâm ordularının kumandanlığı vazifesi verilmiştir.
İşte Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- genç sahâbîlerini en güzel şekilde yetiştirmiş, onlara îtimâd etmiş ve İslâm’ın kaderinde mühim roller yüklemiştir. Onlar da kendilerine tevdî edilen vazifeleri büyük bir îman aşk ve heyecanıyla îfâ etmişler, İslâm davetini kıtalara ve çağlara taşımışlardır.
Unutmayalım ki, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in dünyevî bir mirası yoktu. O’nun mirası, İslâm karakter ve şahsiyetini en güzel bir sûrette telkin eden, yetişmiş insan mirasıydı. Bizim de ardımızdan gelecek olanlara bırakabileceğimiz en güzel miras; ihlâs ve takvâ üzere sağlam bir karakter, yüksek bir seciye ve güzel bir şahsiyet tevzî eden yetişmiş insan mirasıdır. Rabbimiz lûtfeylesin…
Dipnot:
[1] İbn-i Hişâm, III, 434.