En Büyük Nimet Efendimiz (s.a.v)’in İzinden Gidebilmektir

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

EN BÜYÜK NÎMET, EFENDİMİZ (S.A.V.)ʼİN İZİNDEN GİDEBİLMEKTİR

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, latîf, mübârek, mücellâ, musaffâ, pâk rûh-i tayyibelerine, ehl-i beytʼin, ashâb-ı kirâmʼın, enbiyâ-i izâmʼın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümlemizin geçmişlerinin rûh-i şerîflerine, Rebîulevvel ayının ümmet-i Muhammedʼe, bütün İslâm dünyasına bereket, rahmet, huzur Cenâb-ı Hak nasîb eylemesi duâ ve niyâzıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…

Muhterem Kardeşlerimiz!

Bir hadîs-i şerîf ile başlayacağım. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“…Ben (buyuruyor) kıyâmete kadar, İsrâfilʼin Sûrʼu üfürünceye kadar «ümmetim, ümmetim» diyeceğim kabrimde…” buyuruyor. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)

Yani ümmetine duâ edecek.

“…Bana güzel amelleriniz arz olunur, ben sevinirim. Menfî amelleriniz bana bildirilir, üzülürüm, istiğfâr ederim sizin için.” buyuruyor. (Heysemî, IX, 24)

İnşâallah Cenâb-ı Hak şu meclisimizden Rasûlullah Efendimizʼi haberdar eder -inşâallah- lûtfuyla, keremiyle.

Okunan âyet-i kerîmeler… Cenâb-ı Hak bize:

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ

(“Yemin olsun, Allah müʼminlere bol ihsanda bulundu…” [Âl-i İmrân, 164]) En büyük nîmetini bildiriyor. En büyük nîmeti; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe bizi ümmet kılması.

Biz, meccânen ümmet kılındık. Bir bedel ödeyip ümmet olmadık. Cenâb-ı Hakkʼın büyük bir lûtfu. Cenâb-ı Hak okunan âyet-i kerîmelerde, Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimizʼin seviyesini bildiriyor. Bizim idrâkimizin çok ötesinde.

Fakat:

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…O gün, verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

En büyük nîmet; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin izinden gidebilmek.

Yine Efendimiz, bize bir vasiyet bıraktı; “Kitap ve Sünnetimdir.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Yine bize bir, Efendimizʼin yine bizden bir arzusu:

“Sakın (diyor), günah işleyerek benim yüzümü kara çıkartmayın.” diyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Okunan âyetlere geldiğimiz zaman:

İlk âyet, Tevbe Sûresiʼnin 100. âyeti okundu. Cenâb-ı Hak bizim, o asr-ı saâdet insanına benzememizi arzu ediyor:

“İslâmʼa giren ilk muhâcirler…” Her türlü cefaya katlandı, kalplerini koruyabilmek, kalplerinde îmânı muhafaza edebilmek için.

“…Ensâr…” Ondan sonra, Muhâcirlerden sonra Ensar. Ensar da Medîneliler. O da her türlü cefaya katlandı. Ahkâm âyetleri indi. İnen her âyete “سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا” (“…işittik ve itaat ettik…” [el-Bakara, 285]) dediler.

Rasûlullah Efendimizʼe:

“Yâ Rasûlâllah! Canım, malım Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Sen emret!” dediler. Ve on sene bir taraftan münâfıklar, bir taraftan müşrikler, bir taraftan Benî İsrâil, üç kıskaç arasında güzel bir îman yaşadılar.

Cenâb-ı Hak bize de onlara tâbî olmamızı, onlar gibi olmamızı arzu ediyor. “…Allah onlardan râzı olmuştur…” buyruluyor. O Muhâcirlerden, Ensarlardan Allah râzı olmuştur. Bizim de onlar gibi olmamızı istiyor ki Allah bizden de râzı olsun. Ve onların karşılaşacağı mükâfatları Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Ondan sonra okunan Tevbe Sûresiʼnin 128. âyetinde Cenâb-ı Hak:

“Andolsun size kendi içinden (tanıyorsunuz, biliyorsunuz) öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız, Oʼnu çok üzer…” buyuruyor.

Yani Cenâb-ı Hak bizi öyle bir Peygamberʼe ümmet kıldı ki, bir ananın, bir babanın muhabbetinden, şefkatinden çok çok daha ötede. Onun için “Ümmetî, ümmetî” diyeceğim buyuruyor tâ İsrâfil Sûrʼu üfürünceye kadar. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)

“…O çok raûf ve rahimdir.” (et-Tevbe, 128)

Çok merhametli, çok şefkatli. Yani merhametin ve şefkatin zirvesinde olduğunu Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Demek ki:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Bizim de Hâlıkʼın nazarıyla bakıp Allâhʼın bütün mahlûkâtına çok şefkatli ve çok merhametli olmamız îcâb ediyor ki Oʼnunla beraber olalım.

Ondan sonra okunan Ahzâb Sûresiʼnin 21. âyetinde Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Andolsun Rasûlullah sizin için, Allâhʼa ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâhʼı çok çok zikredenler için üsve-i hasene (en güzel bir örnektir).” buyuruyor.

Demek ki biz ne kadar, ne tahsil yapacağız ki Allah Rasûlüʼnden biz örnek alacağız. Allah Rasûlüʼnün o şahsiyet ve karakterinden bir nasîb alacağız.

Demek ki birincisi, “Allâhʼa kavuşmayı umanlar.”

Demek ki ibadetler, muâmelât, ahlâk, muâşerete çok dikkat edeceğiz. Kurʼân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakkʼın bize gönderdiği bir mektup. Rasûlullah Efendimiz de onun en mûtenâ bir tatbikatçısı.

“Âhiret kavuşmayı umanlar.”

Âhiret unutulmayacak. Âhiret nedir, Dünya nedir? Deryada bir damla. Dünya bir damla, âhiret bir derya, sonsuz.

Demek ki Cenâb-ı Hak, o bilenler kimlerdir? Üç vasıf bildiriyor: Bunlardan birincisi; seherlerde “سَاجِدًا وَقَائِمًا” o havanın loş karanlığında Cenâb-ı Hakʼla beraber olanlar.

İkincisi, “يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ ” âhireti unutmayanlar. (Bkz. ez-Zümer, 9)

Âhiret için geldik dünyaya. İstikbâlimizi unutmayanlar. Ve Cenâb-ı Hakkʼa dâimâ bir istiğfar hâlinde, duâ hâlinde bulunanlar. Allâhʼı çok çok zikredenlere yani Cenâb-ı Hakkʼı unutmayanlara Allah Rasûlü en güzel bir örnektir, buyruluyor. (Bkz. el-Ahzâb, 21)

Ondan sonra gelen âyette Cenâb-ı Hak:

“Ey Peygamber! Biz Senʼi hakîkaten bir şâhit…” (el-Ahzâb, 45) Yani İslâmʼı temsil etme, yani hayatımızın her safhasını, her nefesimizi, her ânımızı, İslâmʼı temsil edebilmek.

“…Bir müjdeleyici…” (el-Ahzâb, 45) İslâmʼın o güzel yüzünü tebessümünü aksettirebilmek. Ne güzel bir huy, ne kadar bir huzur…

“…Ve bir uyarıcı…” (el-Ahzâb, 45) Îkaz edici. Bize bir emr biʼl-mâruf ve nehy aniʼl-münkerde bulunucu. Biz de o şekilde olacağız, hâlimizle-kālimizle.

Yine ondan sonra gelen, Ahzâb Sûresiʼnin 56. âyetinde Cenâb-ı Hak:

“Allah ve melekler, Peygamberʼe çok salât eder…” buyuruyor. Allah salât eder diyor.

Cenâb-ı Hak Oʼnu “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet) olarak lûtfetti. Bütün mahlûkâta lûtfetti kıyâmete kadar.

Melekler… Onlar da Efendimizʼe duâ hâlinde.

“…Çok çok salât eder. Ey müʼminler! Siz de Oʼna salevat getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56)

Cenâb-ı Hak bizi Rasûlullah Efendimizʼe itaat, bu vesîleyle Cennetʼe dâvet ediyor.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak bizden nasıl bir karakter, bir şahsiyet istiyor? Nasıl bir müslüman olacağız? Onu bildiriyor:

“İnsanları (Kurʼân ile) Allâhʼa çağıran…” (Fussilet, 33)

Gönül âlemimiz dolacak, rûhâniyetle dolacak. İslâmʼın vecd, şevk, istiğrâkıyla gönlümüz dolacak. O şekilde Allâhʼa dâvet edeceğiz, Allâhʼın dînine dâvet edeceğiz. Allâhʼın dînini güzelce temsil edeceğiz. Amel-i sâlihler işleyeceğiz. Güzel ameller işleyeceğiz. Bu amellerle İslâmʼı temsil edeceğiz.

“…Ben müslümanlardanım diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet, 33) diyor. Böyle bir şahsiyet, böyle bir karakterle İslâmʼı yaşayacağız, İslâmʼı yaşatacağız. Cenâb-ı Hak bizim bu kıvamda olmamızı arzu ediyor.

Diğer bir âyette de:

“Muhakkak ki Sana bîat edenler, Allâhʼa bîat etmektedir.” buyruluyor. Demek ki o bîatımız da nasıl olacak? İnşâallah onu da sohbetin devamında îzah etmeye çalışırız.

Fetih Sûresiʼnin son âyeti okundu. Orada Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Muhammed, Allâhʼın elçisidir. Beraberinde bulunanlar…” (el-Feth, 29)

Kim beraberinde bulunanlar? Oʼna tâbî olan ümmet. Tâ asr-ı saâdetten kıyâmete kadar olan ümmet. O karaktere girmemizi bildiriyor.

“…Kâfirlere karşı…” (el-Feth, 29)

Yani dîne küfredenlere karşı, zulmedenlere karşı bir mukâvemet hâlinde. Bir taviz vermeyecek. Bütün gücüyle mukâvemet gösterecek.

“…Kendi aralarında da çok merhametli…” (el-Feth, 29)

Müʼmin müʼmine zimmetli. O merhametle yaşayarak İslâmʼı temsil edecek. En fârik vasıflarından biri de;

“…Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün…” (el-Feth, 29)

Bir müʼminin rükûsu, secdesi bir rûhâniyet tevzî edecek. Bir huzur. Cenâb-ı Hak; “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor. Rasûlullah Efendimiz, müʼminin namazının bir mîraç olmasını istiyor.

Duâlarımız nasıl olacak Cenâb-ı Hakkʼa? Ne isteyeceğiz? Sahâbi ne istedi? Biz ne isteyeceğiz? Buyruluyor:

“…Allahʼtan lûtuf ve rızâ isterler…” (el-Feth, 29)

Cenâb-ı Hakkʼın lûtfunu isteyeceğiz. Lûtfu nedir? İslâmʼı yaşamak, İslâmʼı temsil edebilmek. Öyle bir yaşayacağız ki Allah bizden râzı olacak.

“…Onların nişanları, مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ onların yüzlerinde (nûrâniyet) bir secde izi vardır…” (el-Feth, 29) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Dâimâ sîret sûrete akseder.

“…Bu, onların Tevratʼtaki vasıflarıdır. İncilʼdeki vasıfları da, onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçilerin de hoşuna gider. (Ziraat yapanların çok hoşuna gider o fidanın çıkması, kalınlaşması ziraatçilerin, bahçıvanların çok hoşuna gider.) Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirdikçe (burada bir temsil var. Yani müslümanları Cenâb-ı Hak güçlendirdikçe) o da kâfirleri çok öfkelendirir. (Tahammül edemezler müslümanların yücelmesine. Bugünkü dünyadaki durum.) Allah onlardan îman edip amel-i sâlihler işleyenlere, mağfiret ve büyük mükâfat vaad etmiştir.” (el-Feth, 29)

Son okunan âyet, Hucurât Sûresiʼnde. Burada da Rabbimiz buyuruyor:

“Ey îman edenler! Allah ve Rasûlüʼnün önüne geçmeyin…” (el-Hucurât, 1)

Yani her hâlimizi Allah ve Rasûlüʼyle mîzan etme durumundayız. Ne öteye, ne beriye. Korkun!

“…Allahʼtan korkun. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.” (el-Hucurât, 1)

Ondan sonra Efendimizʼe saygıya geçiyor:

“Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamberʼin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinizi çağırdığınız gibi (yüksek sesle) Peygamberʼe yüksek sesle bağırmayın…” (el-Hucurât, 2)

Bir nezâket, zarâfet, incelik Allah Rasûlüʼnün karşısında. O kadar bir muhabbet olacak ki, böyle bir zarâfet o müʼminlerin kalbinde olacak ki, Efendimizʼe karşı saygı, sevgi, muhabbet ziyadeleşecek.

“…Yoksa siz farkına varmadan (eğer Oʼnu herhangi biriniz gibi zannederseniz, farkına varmadan) amelleriniz boşa çıkar.” (el-Hucurât, 2) diyor. Bütün ibadetleriniz sıfırlanır buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bir îkaz.

Bir kıssa anlatacağım burada. İmam Mâlik var, Mâlikî mezhebinin imamı. O Medîneʼnin imamı. Halîfe Ebû Câfer Mansur geliyor. Birkaç soru soruyor. İlmî bir münâkaşa başlıyor. Ebû Câfer Mansur sesini yükseltiyor. İmam Mâlik diyor ki:

“‒Ey Halîfe (diyor), sesini kıs (diyor). تَاَدَّبْ; burada edeplen (diyor). Aksi hâlde amellerin boşa çıkıverir.” diyor.

Hattâ Osmanlı, bu Ravzaʼda bir tamirat yaparken, bandaj altından, o şekilde çekici vururlarmış ki, Allah Rasûlüʼnü rahatsız edici bir ses çıkmasın diye…

Bizlere düşen nedir?

İnşâallah, haclarda, umrelerde, inşâallah Ravzaʼya girdiğimiz zaman bir sükûn, bir kalp huzuru içinde, mümkünse dünya kelâmı konuşmadan zarûret olmadan, o şekilde bir huzur içinde Efendimizʼin huzurunda bulunabilmek.

Cenâb-ı Hak şehidler için “لَا تَشْعُرُون” buyuruyor. “…Onlar canlıdır, diridir, siz onlara akıl erdirmezsiniz.” (Bkz. el-Bakara, 154) buyuruyor. Efendimiz ise şehidlerle bir kıyasa bile gelmez.