Dostluk Müjdesi

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

DOSTLUK MÜJDESİ

Muhterem Kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hak, okunan âyetlerin muhtevâsında bir ömür nasîb eylesin. İlk okunan, Fussilet Sûresiʼnin 30 ve 36. âyetleri okundu. Burada Cenâb-ı Hak dost olanlara bir dostluk müjdesi veriyor:

“Şüphesiz, Rabbimiz Allahʼtır deyip…” (Fussilet, 30)

Yani istikâmette, Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde bulunanlar için, Allah Rasûlüʼnün rûhânî dokusundan nasîb alanlar için…

ثُمَّ اسْتَقَامُوا (“…Sonra dosdoğru olanlar…” [Fussilet, 30])

O istikâmette hayatlarını devam ettirenler için.

“…Melekler iner, onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

Bunu da müfessirler üç kısımda olacak buyuruyor. İnsanların en zor zamanlarında, üç tane en zor zamanı:

Bir:

Son nefes. Orada melekler bu müjdeyi verecek dost olanlara.

İkincisi:

Dünyaya büyük vedâ, elvedâ, kabre girişte. Yine orada melekler:

“Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler.

Üçüncüsü:

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

(“Kıyamet gününe yemin ederim.” [el-Kıyâme, 1])

Zor zaman, en zor zaman, kıyâmette de yine bu melekler gelecekler:

“Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler.

Yine buyruluyor; dünya hayatında bir zor zamanlar, sabrın zorlandığı zamanlar olduğu zaman da melekler, o Hak dostlarının yüreklerine bir ferahlık ihsân edecek.

Devam eden âyette yine melekler diyorlar ki:

“Biz, dünya hayatında da âhiret hayatında da sizlerle biz dostuz, dostlarınızız sizin…” (Fussilet, 31)

Demek ki Cenâb-ı Hakʼla dost olunduğu zaman, Cenâb-ı Hak meleklerini de o kuluna dost ediyor. Dost oluyor onlar. Yine;

“…Gafûr ve Rahîm olan Allâhʼın ikrâmı olarak orada, sizin için canlarınızın çektiği her şey var. İstediğiniz her şey orada sizin için hazırdır Cennetʼte.” (Fussilet, 31-32)

Öyle bir müjde veriyorlar. Kimler bu, hangi hâlet-i rûhiyede olan müʼminler, hangi karakterde olan müʼminler bu dâvete lâyık olacak?

“İnsanları (Kur’ân ile) Allâhʼa dâvet eden…” (Fussilet, 33)

Yaşayan, Kur’ân ile yaşayacak, Kur’ân ile Allâhʼa davet edecek. Yani hayırlı bir ümmet olacak. Mârufu emredecek, münkerden nehyedecek. Hâliyle, kāliyle İslâmʼı temsil edecek. İslâmʼın güzel tebessümünü aksettirecek. Amel-i sâlihler işleyecek, ibadette, muâmelâtta, ahlâkta, muâşerette amel-i sâlih sahibi olacak. Ve, İslâm karakter ve İslâm şahsiyetini temsil edecek.

“Kimin sözü daha güzeldir…” (Fussilet, 33) buyruluyor.

Demek ki böyle bir karakter, böyle bir şahsiyetle Kur’ânʼı temsil edecek, Kur’ânʼı tebliğ edecek.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak yüksek bir ahlâkî vasfa geçiyor:

“İyilikle kötülük bir olmaz…” (Fussilet, 34) buyuruyor.

Evet; iyiliğe iyilik yapmak güzeldir. Fakat en mühim; kötülüğü iyilikle cevaplandırmak… Yusuf -aleyhisselâm-ʼın kardeşlerine olduğu gibi. Kardeşleri ona her türlü eziyeti, her türlü cefâyı yaptı. O devamlı ikram etti Yusuf -aleyhisselâm-. En sonunda onlar dediler ki:

“‒Sen Yusufʼsun.” dediler. “Allah, seni hakikaten bizden üstün yaratmış.” dediler. (Bkz. Yûsuf, 90-91)

Yusuf -aleyhisselâm- yine bir fazilet gösterdi:

“‒Eskileri başa kakma yok…” dedi. (Bkz. Yûsuf, 92) Ben onları kapattım, üzerine bir örtü örttüm dedi. Kendisi affetti. Fakat Allâhʼın da affetmesi lâzım:

“Allah -celle celâlühû- mağfiret sahibidir.” buyurdu. (Bkz. Yûsuf, 92) Yani Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ edin, buyurdu. Ben affettim, Cenâb-ı Hak da sizi affetsin.

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle…” (Fussilet, 34)

Yirmi küsur sene Rasûlullah Efendimizʼe zulmedildi. Ashâb-ı kirâma zulmedildi. En ağır hakaretler edildi. Tam Mekke fethi bir kısas yapma zamanıydı. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, af ilân etti.

Onlar da dediler ki:

“‒Sen, muhterem kardeş!” dediler. “Sen ne güzel bir kardeşsin!” dediler.

“İyilik, kötülükle bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sana candan bir dost olur.” Cenâb-ı Hak buyuruyor. (Fussilet, 34)

Tabi bu, çok zor iş. İkisi de zor. İslâm şahsiyet, İslâm karakterini tevzî etmek de zor, böyle zirve ahlâkî vasıf da zor.

Cenâb-ı Hak devam eden âyette:

“Bu güzel davranışa, ancak sabredenler kavuşturulur…” (Fussilet, 35)

Demek ki sabır…

وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ

(“…Ve sabrı tavsiye edenler.” [el-Asr, 3])

Sabır, çok zor bir iş. Yani sabrın zor zamanlarında bile sabrı kullanabilmek…

“…Buna ancak hayırdan büyük nasibi olan kimseler kavuşturulur.” (Fussilet, 35) buyruluyor.

Tabi bu, hayır işlerinde devamlı vesveseler gelir. Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmenin devamında:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir duygular seni tahrik edecekse «فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ» Cenâb-ı Hakkʼa sığın…” (Fussilet, 36) buyruluyor.

Ondan sonra okunan Veşşemsi Sûresiʼnde de Cenâb-ı Hak 7 yeminden sonra insanın iç dünyasına geliyor:

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene (yemin ederim ki).” [eş-Şems, 8])

İçimizdeki kavga, içimizdeki problem… Nefsânî arzularla rûhânî arzuların bir mücâdelesi.

Tabi bu nefsânî arzular bertaraf edilecek, rûhânî istîdatlar inkişâf edilecek.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Muhakkak ki nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])

İç âlem temizlenecek. Duygular temizlenecek. Hissiyat temizlenecek. “Lâ ilâhe” (diyerek) Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden kul uzaklaşacak. Kul, Cenâb-ı Hakʼla beraber olmanın gayretinde olacak. Mârifetullahʼtan nasîb alacak. Kul tekâmül edecek.

Cenâb-ı Hak:

“Benî Âdemʼi mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor. Yani kul, mükerrem olacak. O mükerremliğiyle, o keremiyle İslâmʼı temsil edecek. Yaşayacak, yaşatacak. Onun neticesinde Cenâb-ı Hakʼla dost olacak. Muhteşem olan Cennetʼe -o mükerremlik sıfatıyla- Cennetʼe lâyık hâle gelecek. Cenâb-ı Hak bunu arzu ediyor bizden bu imtihan dünyasında.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe altı ay bir inzivâ hayatından sonra Hira Mağarasıʼnda ilk inen âyet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1])

İlk emir; “oku”. Cenâb-ı Hak kulu tefekküre dâvet ediyor. Fakat Rabbimizʼi unutmayarak. Yani şu hayatımızda Rabbimizʼle beraber olabilmek. Ne kadar beraber olmak? Hayatımızın her safhasında, her nefeste…

Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak?

“…Ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken Allâhʼı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını (derinden derine) tefekkür ederler. «–Yâ Rabbi! Sen Sübhanʼsın. Boşuna yaratmadın. Bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Bkz. Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak bizim bu gönül âleminde olmamızı arzu ediyor.

Velhâsıl, kalp, yürek, gafletten kurtularak bir okuma hâline gelecek. Nefs engelleri bertaraf edilecek. Îmânın hakîkatine ulaşılacak.

Dünyaya niçin geldik? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Bu geliş ve gidiş niye? Bu akış nereye?..

Kul, bunların idrâkinde olacak. Uyanacak, gaflet yırtılacak, nefs arzuları bertaraf edilecek.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1)

Rûhî istîdatlar inkişâf ettirilecek. Kendisini her an ilâhî kameranın, ilâhî müşâhedenin altında olduğunu, kul idrak hâlinde olacak. Zira Cenâb-ı Hak onu istiyor:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])

Bu tabi zor iş. Bu, kalbin terakkî etmesi neticesinde olacak. Kalbî hamleler neticesinde olacak.

Yine:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])

Cenâb-ı Hak bize şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor.

“…Ben, kuluma çok yakınım…” (el-Bakara, 186) buyruluyor. Cenâb-ı Hak bizden de bu yakınlığı arzu ediyor.

Velhâsıl göz, kalbe yardımcı olacak. Tâbir câizse göz, kalbe gözlük mesâbesinde olacak. Kalp, yanlış vitrinlerin hevesine kapılmayacak. İlâhî vitrinler, nûrânî vitrinler seyredecek. Şu kâinattaki, şu cihandaki ilâhî azamet, sonsuz kudret akışları ve ilâhî nakışlar, kalpte dâimâ Cenâb-ı Hakʼla beraber olmaya bir tefekkür hâlinde olacak.

İlâhî azamet tecellîleri karşısında dâimâ; “Sen yâ Rabbi! Sen yâ Rabbi!” diyecek. “Ben” demeyi unutacak.

Eskiden dergâhlarda bir levha vardı. Bu levhada “hiç” yazardı. Yani bir tâlimattı.

مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

“Nefsini bilen Rabbini bilir.”

Kul, dâimâ, her an bir acziyetini tadacak, her şeyin Cenâb-ı Hakkʼın lûtfu olduğunun idrâki içinde yaşayacak.

Velhâsıl, tekâmül etmiş olan bir kalp, bu cihanda her ne var, onu okuyacak. Onu okumayı öğrenecek. Tefekkürde derinleşecek.

Bütün kâinâtı ve sonsuzluğu en güzel sûrette okuyan, şüphesiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼdir. O okuma neticesinde Efendimiz buyuruyor ki -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Allâhʼa yemin ederim ki benim bildiğim gerçekleri siz bilseydiniz, az gülerdiniz, çok ağlardınız. Sahralara düşerdiniz, evlerinize dönemezdiniz. Cenâb-ı Hakkʼa çok yüksek sesle bir yakarışta bulunurdunuz.” (Bkz. İbn-i Mâce, Züdh, 19)

Bu kalp; kabalıktan, hantallıktan kurtulacak, okuyacak hâle gelecek. -Allah korusun- kalp hantal hâlde, gaflet hâlinde devam ederse, büyük mahrumiyet!

Nitekim Ebû Cehil, Ebû Leheb ve günümüze kadar gelen onların akranları, hiçbir şey okuyamadan, ömürlerini bir gafletle ziyan ettiler. Neticede helâk oldular. Kendilerine tâbî olanlar da bir insanlık mezbelesi hâline geldiler…