Cenab-ı Hak Bizden Takva Hayatı İstiyor

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

CENÂB-I HAK BİZDEN TAKVÂ HAYATI İSTİYOR

Fazilete ermek için de iki şeyi unut, fazilete erebilmek için.

Bir fâninin sana yaptığı şeyleri unut, yanlışlıkları. (Çünkü Cenâb-ı Hak ne buyuruyor Nûr Sûresiʼnde:

“…Allâhʼın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) buyuruyor.)

İkincisi de; yaptığın hayır-hasenâtı unut. O da senin nefsine bir prim vermesin.”

Okunan sûre-i şerîfe, el-Ğâşiye Sûresi. “El-Ğâşiye” olarak başlıyor. Yani her şeyi, her taraftan sarıp bürüyen, salgın ve kaplayıcı şey demek. Salgın belâya “ğâşiye” deniyor. Bütün kâinâtı kuşatan büyük bir felâket. Büyük bir salgın bir belâ, “ğâşiye”. Yani kıyâmet.

Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerîmede:

“عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا” buyuruyor.

“…Sert ve belâlı gün.” (el-İnsân, 10) buyuruyor. Çetin gün buyuruyor, musibetli gün buyuruyor. Mukassî/sıkıcı bir gün olarak bildiriyor.

Cenâb-ı Hak misaller veriyor. Bu misâli veren Cenâb-ı Hak, Kurʼân-ı Kerîmʼde. Meâric Sûresiʼnde Cenâb-ı Hak:

“…O günün azâbından (kurtulmak için, mümkün olsa) oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm âilesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin ki o tek kendini kurtarsın.” (el-Meâric, 11-14)

Bu Cenâb-ı Hakkʼın îkâzı.

“Fakat ne mümkün!..” (el-Meâric, 15) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Yine Cenâb-ı Hak kıyâmetten manzaralar bildiriyor Tekvir Sûresiʼnde; günahlarımıza dikkat etmek:

بِاَىِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ buyuruyor.

“Diri diri gömülen kıza (hangi sebepten) hangi günah sebebiyle öldürüldüğü (sorulduğu) zaman.” (et-Tekvîr, 8-9) buyuruyor.

Yani Cenâb-ı Hak; câhiliye devrinde -mâlum- kız çocuğu sevimsiz gelirdi. Onu diri diri, vahşet, ananın ciğerinden sökülürdü kız çocuğu, diri diri gömülmeye götürülürdü.

Cenâb-ı Hak:

بِاَىِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ buyuruyor.

“Hangi sebeple öldürüldüğü sorulduğu zaman.” (et-Tekvîr, 9)

Bugün de aynı, aynı vahşet daha dehşetli şekilde yaşıyor. Bir kürtaj kasapları önünde ziyan ediliyor. Belki yarın o sana baston olacak. Belki seni o koruyacak, seni o yarın muhafaza edecek.

Daha Cenâb-ı Hak o günkü, kıyâmette olan o şeyleri, dehşetleri bildiriyor. En nihâyet Cenâb-ı Hak; Kirâmen Kâtibîn neler kaydediyor bize? Nasıl dosyalarımız dolduruluyor? Kıyâmette nasıl bir hesaba çekileceğiz?

اِقْرَاْ كِتَابَكَ buyruluyor.

“Kitabını oku!..” (el-İsrâ, 14)

كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا buyruluyor.

“Kitabını oku! Bugün hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (el-İsrâ, 14)

Ne var kendine orada şahitler olarak? Dışarıdan insanlar mı çağrılacak? Melekler mi gelecek şâhit olarak? Değil!..

“Nihâyet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri, derileri, işledikleri her şeye, onların aleyhine şâhitlik edecektir.” (Fussilet, 21)

Bu gözler neler gördü, neler seyretti? Allah bu gözleri sana niye verdi, bu gözü sen nerede kullanıyorsun?

İki uçlu bıçak gibi demek ki göz. Âmâlar kurtuluyor bundan. Belki âmâlar diyecek; “Yâ Rabbi! Dünya bir fasıldı. İyi ki âmâ olduk. Geldi geçti…” diyecek. O gözlerin işlediği günahları görecek orada.

Devamı; kulaklar konuşacak. Allah bu kulağı niye verdi? Neye bu kulaklar muhâtap oldu?

Deriler konuşacak. Bu vücudu Cenâb-ı Hak niye güç-kuvveti verdi? Biz nerede harcadık bunu? İlâhî ekranda önümüze gelecek.

Âyet-i kerîmede, Yâsîn Sûresiʼnde:

“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Yaptıklarını bize elleri anlatır. (Ayakları anlatır.) Ayakları şahitlik eder.” (Yâsîn, 65)

Cenâb-ı Hak o öbür taraftan bize karşılaşacağımız vâkıaları bize dünyadayken bildiriyor. Yani Cenâb-ı Hak bize bu uzuvları niye verdi? Biz bu uzuvları nerede kullandık? Sonra:

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا. بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا

(“İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.” [ez-Zilzâl, 4-5])

Yeryüzü, üzerinde işlediklerinden anlatacak, haber verecek:

“Burada namaz kıldı, burada secde etti, burada çelme taktı, burada bir kalbe diken batırdı…”

Yahut:

“Burada bir gönlü ihyâ etti…” Yeryüzünden manzaralar gelecek.

Yani Cenâb-ı Hak bir teyakkuz hâlinde ömrümüzü tamamına erdirmemizi arzu ediyor.

Yine hep şiddet ifade eden, kıyâmete âit ifadeler var Kurʼânʼda:

الطَّامَّةُ الْكُبْرٰى

Cenâb-ı Hak “kıyamette” buyurmuyor, “الطَّامَّةُ الْكُبْرٰى” buyuruyor. Yani “Her şeyi alt üst eden o felâket geldiği zaman.” (en-Nâziât, 34)

Yine;

“İnsanın yapıp ettiklerini hatırlayacağı gün.” (en-Nâziât, 35)

“Ve görene Cehennem açıkça gösterildiği gün.” (en-Nâziât, 36)

Yani “الطَّامَّةُ” dayanılmayacak derecede ağır olan, her şeyi bastıran. Bütün belâ ve musibetleri unutturan, o kadar büyük bir musibet “الطَّامَّةُ الْكُبْرٰى”.

الصَّاخَّةُ buyuruyor Abese Sûresiʼnde. (Bkz. Abese, 33) “Çarpınca kulakları patlatan, sağır eden kuvvetli bir çığlık.”

Ayrı ayrı manzaralar, o kıyâmetin şiddetinden. İşte o;

“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve evlâtlarından kaçar.” (Abese, 33-34)

اَلْقَارِعَةُ buyuruyor. Şiddetle çarpan, çarpıp kulakları patlatan. Yani bir odada olduğumuz zaman kapıya “güm, güm, güm” tekmelerle vurulsa, demek ki büyük bir hâdise, tekmelerle vuruluyor, içeri girilecek, büyük bir hâdise olacak.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak muhtelif kıyâmetin tezâhürlerini bildiriyor. Ondan sonra günahkârların, mücrimlerin durumunu bildiriyor Cenâb-ı Hak:

“Yüzler var ki o gün korku ve zillet içindelerdir.” (el-Ğâşiye, 2) Kimler onlar, korku ve zillet içinde olanlar? Dünyada seraplara aldananlar, yani gölgeleri gerçek zannedenler. Nefislerinin esiri olanlar.

İnsanlar iki gruba ayrılıyor kıyâmet günü. “Bazı yüzler” olarak ifade kullanılıyor. Çünkü insanın en mühim âzâsı yüz olduğu için Cenâb-ı Hak da yüz olarak bildiriyor. Yani burada bütün vücudu.

Birinci grup, âyet-i kerîmede; geçecek kısacık ömrünü… Sonsuzluk karşısında ömrün nedir? Derya karşısında damla nedir? Geçecek kısacık ömrünü gaflet, günah ve haksızlıklarla heba eden, küfür ile sonlandıran bedbahtlar. Bunların büyük bir azâbın içinde oldukları…

Yine

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ

(“Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır.” [el-Ğâşiye, 3])

Sadece dünya için çalışmış, o gün eli boş kalmış olmaktan ötürü yorgun ve bitkin düşmüş. İhtirâsın içinde kavrulmuş. Hiç ölmeyecekmiş gibi kendisini nefsânî arzuları içinde helâk etmiş.

Her şey iki uçlu bıçak gibi. İnsan kazanacak. Her şeyin bir maksadı var. Eğer nefsi için kazanırsan, iki uçlu bıçak gibi, israf ve güç gösterisi için, bir felâket! Yok; “Ben Allah için infak edeyim, mülk Allâhʼa âittir, ben bir riyâzat hâli yaşayarak infak edeyim…” Bu ne güzel bir Cennet yolculuğudur.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak neyi halketmişse hâdise, vâkıa olarak, iki uçlu bıçak gibi…

Kâtil ile gâzi, aynı fonksiyonu görüyor. Biri Allah için, gâzî oluyor, şerefli. Öbürü nefsi için yapıyor; berbat.

Nikâh. Allah için oluyor. Allâhʼa söz, Cenâb-ı Hakkʼa söz vermek. Çok mübârek. Güzel bir nesil yetiştirecek. (Zinâ eden ise) nefsi için yapıyor, bir felâket. Topluma zehir serpiyor.

Velhâsıl “yorulmuştur dünyada”. Birçok insanda var:

“‒Efendim, ben şöyle olsun, şöyle yapayım da sonra bunları yaparım…” Var mı teminâtın? Dünyaya geliş tarihini sen mi verdin, gidişini sen mi veriyorsun?..

“Yarın diyenler helâk oldu.” buyruluyor.

Buyruluyor:

“Niyet ettiğin zaman hemen yerine getir.”

Çünkü geciktikçe o inkıtâya uğruyor ve zayıflıyor.

Allâhʼın verdiği nîmetleri, Cenâb-ı Hakkʼın (rızâsı) istikâmeti üzere kullanmak. Yani eşyanın kölesi olmamak, şöhretin kölesi olmamak, nefsânî arzuların kölesi olmamak.

Câfer-i Sâdık Hazretleri buyuruyor -ki Allah dostu, bütün tasavvufun da merkez noktası- o buyuruyor ki:

“Allah Teâlâ dünyaya vahyetti. «Ey dünya! Hakkʼa hizmet edene sen de hizmet et. Hakkʼa hizmet edene sen de hizmet et. Sana hizmet edeni, yani nefsânî arzularına râm olanları da, onları da kendi işlerinde çalıştır, yor ve yıprat.»” buyuruyor.

Hadîs-i şerîfte amellerimiz, birincisi Allah yolunda ölmek. Efendimiz buyuruyor ki:

“Kıyâmet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehid düşmüş bir kimse olarak huzûra getirilir. Şehid huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nîmetleri hatırlatır. O da hatırlar. Ve bunlara kavuştuğunu bu nîmetlere, îtiraf eder. Cenâb-ı Hak:

«‒Peki bunlar karşılığında ne yaptın?» der. «‒Benʼim verdiğim bu nîmetlerim karşısında sen ne yaptın?» der.

O da der ki:

«‒Yâ Rabbi! Şehid düşünceye kadar Senʼin uğrunda cihad ettim.» diye cevap verir.

Cenâb-ı Hak:

«‒Yalan söyledin!» buyurur. «Sen, babayiğit adam desinler, güçlü-kuvvetli desinler diye, gösteriş için kendini helâk ettin!» denir. Sonra yüzüstü Cehennemʼe…

(Yorulur, fakat bir işe yaramaz, âyet-i kerîmede buyruldu. Yorgunluğu boşa çıkar, havaya gider.)

Bu sefer ilim ehli getirilir. (Tabi bunlar hepsi takvâdan uzak olanlar.)

Âlim getirilir. Âlime sorar:

«‒Ne yaptın?» der.

«‒Yâ Rabbi (der), Kurʼân okudum, Kurʼân okuttum vs…»

Cenâb-ı Hak da verdiği nîmetleri hatırlatır. O da îtiraf eder Allâhʼın verdiği nîmetleri. Cenâb-ı Hak sorar o ilim adamına:

(Yani ilimden maksat Kurʼân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye.)

«‒Peki bu nîmetler karşısında ne yaptın?» diye sorar. O da:

«‒İlim öğrendim, öğrettim, Allah rızâsı için Kurʼân okudum.» cevabını verir. (Kalp âlemi Cenâb-ı Hakkʼa hazır durumda. Cenâb-ı Hak:

مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ buyuruyor. “Şah damarından daha yakınım.” buyuruyor. (Bkz. Kāf, 16))

Der ki o ilim öğrenen, Kurʼân okudum, öğrettim diyene:

«‒Sen yalan söyledin! Sana âlim desinler diye ilim öğrendin ve güzel okuyor desinler diye Kurʼân okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.»

(Nefsânî hayatın için bir şöhret yaptın, palazlandırdın (nefsini).)

Sonra; «‒Onu yüzüstü Cehennemʼe sürün!» buyrulur.

Daha sonra, Allâhʼın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği kişi getirilir. Allah verdiği nîmetleri ona hatırlatır. Ve hatırlatılan da îtiraf eder.

«‒Peki ya sen bu nîmetlere karşı ne yaptın?» der.

«‒Verilmesini emrettiğin her yere verdim (der). Senʼin rızâsını kazanmak için verdim.» der.

(Cenâb-ı Hak kalplere âşinâ.)

«‒Yalan söylüyorsun (der)! Halbuki sen bütün yaptıklarını, ne cömert adam desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi.» buyurur. «Onu yüzüstü Cehennemʼe sürün!» buyrulur.” (Müslim, İmâre, 152)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak bizden “takvâ” istiyor. Herşey “lillâh (Allah için)” olacak. Kalp Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak. Kehf Sûresiʼnde de Cenâb-ı Hak; “dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşa giden kimseler” buyuruyor. (Bkz. el-Kehf, 103)

Velhâsıl demek ki 258 yerde Kurʼân-ı Kerîmʼde “takvâ” geçiyor. Takvâ hayatı zarûrî. Takvâ nedir? Nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatları inkişâf ettirme, ilâhî kameranın altında olduğumuzun kalpte idrak ve şuur hâline gelebilmesi…