DiNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
ALLÂHʼI KALPTE TANIYABİLMENİN SIRRI
EN KÖTÜ ŞEY, ZAMAN İSRAFIDIR
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, latîf, pâk rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kiram hazarâtının, cümlemizin geçmişlerinin rûh-i şerîflerine; dînimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslâm dünyasının selâmetine; şerirlerin şerlerinden muhafazasına; bu niyaz, bu ilticâ ile, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…
Muhterem Kardeşlerimiz!
Cenâb-ı Hakkʼa sonsuz şükürler olsun, bizi müslüman olarak dünyaya getirdi. Bir İslâm memleketinde dünyaya geldik. En yüce Peygamberʼe ümmet olduk. Kıyâmete kadar mucizesi devam edecek Kurʼân-ı Kerîmʼe muhâtap olduk. Bunlar Cenâb-ı Hakkʼın ayrı ayrı büyük lûtufları.
Fakat Cenâb-ı Hak bizden buna mukâbil kulluk istiyor. Yaratılma, dünyaya geliş sebebimiz, لِيَعْبُدُونِ: Allâhʼa kul olabilmek; لِيَعْرِفُونِ: Cenâb-ı Hakkʼı kalpte tanıyabilmek. Cenâb-ı Hakʼla dost olabilmek…
“Biz insanı mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor. Mükerrem yaratılan insanı, muhteşem olan Cennetʼe, Dâruʼs-selâmʼa, Cenâb-ı Hak dâvet ediyor.
Kur’ân-ı Kerîm, kâinâtın ders kitabı. Rasûlullah Efendimiz üsve-i hasene; örnek şahsiyet, örnek karakter, ilâhî bir rehber. Kurʼân-ı Kerîm bizden kâmil bir insan modeli, şahsiyeti ve karakteri istiyor. Kur’ân-ı Kerîmʼde 90ʼa yakın yerde, veyahut 90 civarında yerde;
“Ey îmân edenler!” diye hitap var. 90ʼa yakın yerde, yahut 90 civarında; “Ey îmân edenler!” diye var. Îmân edenlerin vasıflarını Cenâb-ı Hak bildiriyor.
Bunlardan en mühimi de:
Esteîzü billâh:
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ey îmân edenler! Allahʼtan, Oʼna yaraşır şekilde korkun (takvâ üzere olun, Allah Teâlâʼnın azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ sahibi olun)
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.
Yani müslüman olarak dünyaya geldik. Müslüman olarak ölürsünüz, buyurmuyor Cenâb-ı Hak. Orayı açık bırakıyor.
Demek ki insanın en mühim endişesi hayatta, Allâhʼın verdiği bu nîmetler; Kitap verdi, en yüce Peygamberʼi verdi. Bir müslüman olarak can verebilmek… Bu da bir sefere mahsus, bunun tekrarı da yok.
Yine Cenâb-ı Hak diğer bir âyette, Muhammed Sûresiʼnde:
“…Siz Allâhʼa yardım ederseniz (kulluğu yaşarsanız, kulluğu yaşatırsanız) Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyuruyor.
Demek ki bu dünya hayatı, yoğun bir kalbî mesâi istiyor bizden. Bu kâinat, yaşadığımız bu dünya, bir dershâne. Ve Cenâb-ı Hak bu dershânede bize bir yardım hâlinde.
Bu dershânede ilâhî azamet tecellîleriyle kalbî ufuklarımızı derinleştireceğiz, “aman yâ Rabbi!” diyeceğiz. İlâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışlar karşısında Rabbimizʼi dâimâ hatırlayacağız.
Diğer bir âyet-i kerîme, Âl-i İmrân Sûresiʼnde:
“…Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akl-ı selîm sahipleri için gerçekten ibretler vardır.” (Âl-i İmrân, 190) buyruluyor.
Göklerin yaratılışı, yeryüzünün yaratılışı… Yeryüzü nasıl bir imtihan, nasıl bir ilâhî hikmetler… Semâ bir sonsuzluk… Ay, Güneş, gece oluyor, gündüz oluyor; bir on dakika, bir dakika bir takdim-tehir yok. Bir ârıza yok. Atmosferin azotunda, oksijeninde bir değişiklik yok. Bütün mahlûkâtın yaşadığı bir vasat var. Toprak devamlı besliyor…
Yani şuurlu bir kalp istiyor; dâimâ Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayacak bir kalp…
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
İlk âyet. “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)
Cenâb-ı Hak kulunun kendisiyle beraber olmasını istiyor.
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“…Nereye gitseniz O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4) buyuruyor.
Cenâb-ı Hak zamandan-mekândan münezzeh. Her an bütün yarattıklarının maddî-mânevî, hayvan, insan, bitki hepsinin yanıbaşında. Çünkü zaman-mekân yok Cenâb-ı Hakʼta. Münezzeh. Beşerî vasıflar yok. Onun için;
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“…Nereye gitseniz O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)
Demek ki kendimizin, ilâhî kamera altında olduğumuzun idrâki içinde olabilmek…
Duygularımız öyle…
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Cenâb-ı Hak “şah damarından daha yakın” (Kāf, 16) olduğunu bildiriyor.
Yani duygularımız, hissiyâtımız, amellerdeki niyetlerimiz Cenâb-ı Hakkʼa mâlûm.
Yine Rabbimiz buyuruyor. Dünyada mal veriyor, evlâtlar veriyor. Fakat bunları, malı nasıl kullanacağız, evlâtlarımızı ne şekilde yetiştireceğiz, nasıl mallarımızla Allah yolunda seviye kazanacağız ve evlâtlarımızı Allah yolunda yetiştireceğiz?
Cenâb-ı Hak:
“Ey îmân edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi, Allâh’ı anmaktan alıkoymasın (gaflete düşürmesin)!..” (el-Münâfikûn, 9) buyuruyor.
Demek ki malı kullanmayı bilecek bir müʼmin, evlâtlarını yetiştirmeyi bilecek Allah yolunda…
“Kim bunu yapmazsa, (malını ilâhî bir emânet olduğunun idrâki içinde, yavrularının ilâhî bir emânet olduğu idrâki içinde olmazsa, demek ki) bunlar ziyân edenlerdir.” (el-Münâfikûn, 9) Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Âhiret için dünyaya geldik. Âhiret için yaşıyoruz. Bir sefere mahsus imtihan, tekrarı yok. Kabirde kazanma-kaybetme yok. Kıyâmette kazanma-kaybetme yok. Dünyada…
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, öyle de haşrolunursuz.” buyuruyor Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz. (Münâvî, Feyzü’l-Kadir, V, 663)
Kurʼân-ı Kerîm bize en çok istikbâlimizi bildiriyor. Ölümden sonra nasıl bir istikbâlimiz olacak? Oralardan manzaralar bildiriyor. Sâlih kulların veyahut da fâsık kulların hâllerini bildiriyor. Başımızdan geçecek hâdiseleri bildiriyor. Ve onun için yoğunlaşmamızı Cenâb-ı Hak arzu ediyor.
Son nefesimizi bildiriyor. Son nefesimizde ne gibi duygularla dolu olacağız? Ona bir misal:
Cenâb-ı Hak Münâfikûn Sûresiʼnde:
“Herhangi birinize ölüm gelip de (hepimizin başına gelecek iş) Rabbim benim yakın bir süreye kadar ölümümü geciktirsen de sadaka verip sâlihlerden olsam!» demezden önce size verdiğimiz rızıklardan harcayın.” (el-Münâfikûn, 10) buyuruyor.
Yani herkesin bir pişmanlıkla öleceğini…
Dünyada vakit çok kıymetli, zaman çok kıymetli. Herkes dünyaya ilâhî bir takvimle geliyor. Hepimizin boynunda ilâhî bir takvim var. Her gün o takvimden gözükmeyen bir el, bir yaprak koparıyor. Daha kaç sayfa var bilmiyoruz arkada. Her an hazırlıklı olabilmek…
En mühim şey de zaman. En kötü şey de zamanın israfı.
Burada bir pişmanlık bildiriliyor zamana karşı:
“Rabbim, bir süreye kadar geciktirsen de (herkes ölüm ânında bir pişmanlık [duyacak]) daha öteye Allâhʼın güzel bir kulu olsam, demeden evvel infak edin.” buyuruyor Cenâb-ı Hak.
Efendimiz buyuruyor ki:
“…Sâlih kimseler de pişmanlık içinde vefat edecek…” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59) Onlar da keşke daha öteye gitseydim. Cenâb-ı Hakkʼa daha yakın olsaydım. ..
Velhâsıl, zaman çok kıymetli. Zaman, maalesef kıymeti bilinmeyen en büyük servet.
Cenâb-ı Hak, yine nasıl bir âhiret hazırlığı içinde bulunacağız, onu Kur’ân-ı Kerîmʼde bize tebliğ ediyor.
Ticâretlerimiz var, muhtelif ticâretlerimiz var. Fakat Rabbimiz, en güzel ticâreti bize bildiriyor. Dünya fânî, öbür âlem ebedî… O ticâreti bildiriyor. تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ (“…asla zarar etmeyecek bir ticaret…”[Fâtır, 29])buyuruyor Fâtır Sûresiʼnde. Ümit edilir ki, umulur ki kurtuluştadır bu ticâreti yapan. Kimler bunlar? Kur’ân-ı Kerîmʼi tilâvet edenler, okuyanlar, yaşayanlar, yaşatanlar Kur’ân-ı Kerîmʼi. Kur’ân-ı Kerîmʼle hemhâl olanlar. Birinci vasıf bu.
İkinci vasıf; namazı ikâme edenler. Yani kalp ve beden âhengi içinde namazı îfâ edenler.
Üçüncüsü, Allâhʼın verdiği nîmetlerden gizli ve açık (gizli, makbulü; açık, zaruret varsa kalbimizi koruyarak) Allah yolunda infak edenler.
Umulur ki bunlar تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ en hayırlı bir ticâretin içinde olduğu umulur, buyruluyor. (Bkz. Fâtır, 29)
Cenâb-ı Hak nîmetlerini bildiriyor Câsiye Sûresiʼnde:
“O göklerde ve yerde ne varsa âmâde kıldı…” (el-Câsiye, 13) buyuruyor.
Güneş âmâde, Ay âmâde, toprak âmâde, atmosfer âmâde, birçok mahlûkat, hayvanlar âmâde. Hepsi insan için.
“O göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından bir lûtuf olarak insana âmâde olarak yarattı. Elbette bunu düşünen bir toplum için.” (el-Câsiye, 13)
Bir koyunu gördüğümüz zaman, Cenâb-ı Hak bizim için yarattı. İnsan olmasa yaratılmayacaktı. İnsan onu kesecek, yiyecek, sütünden istifâde edecek.
Tavuk, günde bir yumurta yapıyor binbir müşkülle, insana veriyor. Arı balını yapıyor, insana veriyor. Hayvan sütünü yapıyor, azını yavrusuna, çoğunu insana veriyor. Hep devamlı insana ikram.
Demek ki bunun bir idrâki içinde, kime teşekkür edeceğiz? Bir bardak su ikram edene bir teşekkür etmek mecburiyetindeyiz vicdânen. Cenâb-ı Hakkʼın bu kadar ikramına karşı… Cenâb-ı Hak mukâbilini istiyor:
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…O gün verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız!” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor.
Yani kul devamlı Cenâb-ı Hakkʼa bir hamd, teşekkür hâlinde yaşayacak. Amel-i sâlih hâlinde yaşayacak. Her rekâtta biz:
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
(“Hamd (övme ve övülme), Âlemlerin Rabbi Allâhʼa mahsustur.” [el-Fâtiha, 1]) diyoruz. Bu hamdi fiile geçirmek… Yani sözde ifade ettiğimiz bu hamdi fiile (geçirmek)…
Cenâb-ı Hakkʼa dâimâ bir hamd, senâ hâlinde, şükür hâlinde, teşekkür hâlinde bulunabilmek Cenâb-ı Hakkʼa. Bu ne ile? Sözle mi? Değil. Hem sözle hem fiilimizle olacak. Amel-i sâlihler işleyerek teşekkür hâlinde olacağız.
Cenâb-ı Hak:
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
(“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” [et-Tîn, 4])
En güzel bir yaratık olma istîdâdında yaratıyor. Bunun için nefsânî arzuları bertaraf edecek. Rûhânî istîdatlarını inkişâf ettirecek. Bu şekilde ahsen-i takvîm olacak: en güzel bir yaratık hâline gelecek ki Cennetʼe lâyık hâle gelecek…