14 Mart 2020

Her hâdisenin zâhirî sebeplerine bakılır. Hâlbuki arka plânında muhakkak bir de bâtınî sebep vardır.

Cenâb-ı Hak; kâinatta bazı şeyleri muayyen bir periyoda bağlamıştır. Güneş’in doğup batması gibi. Belli bir takvim içinde tekrarlanıp bildiğimiz bir kaideye uyduğu için, onları tabiî karşılıyoruz.

Fakat Cenâb-ı Hak bazı hâdiseleri de belli bir periyoda bağlamadan, bir îkaz mâhiyetinde gerçekleştiriyor. Depremler, tsunamiler, seller, kuraklıklar, önü alınamayan yangınlar vs…

Bununla Cenâb-ı Hak hem Yüce Zât’ının kudret ve azametini, hem de insanın hiçlik ve acziyetini hatırlatıyor. Kullarını; ibret almaya, tefekküre, tevbe ve istiğfâra davet ediyor.

Ecdâdımızın nasihat kabîlinden meşhur bir sözü vardır:

Hak sillesinin sadâsı yoktur,

Bir vurdu mu hiç devâsı yoktur!

Meselâ bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

“Bir milletin içinde zinâ, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlakâ içlerinde vebâ hastalığı ve onlardan önce yaşamış milletlerde görülmemiş başka hastalıklar yayılır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)

Bir zamanlar HIV virüsü ortaya çıktı, bugüne kadar 30 küsur milyon insan bu virüsün sebep olduğu AIDS hastalığından öldü. İffet hassasiyetinin yüksek olduğu toplumlarda ise, bu hastalık neredeyse görülmedi.

Tıp buna çareler arayıp tedaviler geliştirmeye çalışırken diğer taraftan bir başka virüs ortaya çıkıyor.

Nitekim bugün de yeni bir virüs çıktı. Ne kadar ibretlidir ki gözle görülmeyen, küçücük bir virüs, koskoca bir vücudu yere seriyor. Hattâ saldığı korku ve endişe sebebiyle, “bizi kimse yenemez” edâsıyla büyüklük taslayan ülke ve ekonomileri dahî altüst ediyor. Ulaşımdan ticarete, sağlıktan eğitime, hayatın her sahasında insanlığı tedirgin ediyor, çok sıkı tedbirler almaya mecbur bırakıyor.

Elbette temizlik/hijyen başta olmak üzere her türlü zâhirî tedbiri alacağız. Nitekim Peygamber Efendimiz de; bulaşıcı hastalık görüldüğünde karantina uygulanmasını emretmiştir. Fert ve toplum olarak maddî bakımdan son derece tedbirli olacağız.

Fakat telâşa kapılmadan, panik yapmadan, bir mü’mine yakışan tevekkül ve teslîmiyetle Rabbimiz’e sığınacağız. O’nun takdîrine râzı olacağız. Mânevî bir tedbir olarak da tevbe-istiğfâr, duâ, zikir ve sadakayı ihmâl etmeyeceğiz.

Lâkin ne ibretlidir ki bize bulaşıp bulaşmayacağı meçhul olan bir hastalık için bu kadar endişe edip günlük yaşantımızı değiştirirken, bir gün muhakkak bize ulaşacak olan ecelimiz için ne kadar endişe ediyoruz? Kabir hayatımız ve esas hayat olan âhiret, gündemimizi ne kadar meşgul ediyor? Orada müşkül duruma düşüp pişman olmamak için bugün hangi tedbirleri alıyoruz? Kendimizi, âilemizi ve neslimizi, zamanın şerlerinden, bâtıllardan, haramlardan korumak için ne kadar gayret gösteriyoruz?..

Unutmayalım ki maddî virüslerin zararı sadece bu dünyaya aittir. Fakat ruhları târumâr eden inançsızlık ve ahlâksızlık virüslerine karşı gerekli tedbirleri almamak, -Allah korusun- ebedî hayatı mahveder.