Toplumların Saâdet ve Felâketi (Kur’ânî Tâlimatlar 50)

Ebedî Fecre

Yüzakı Dergisi, Yıl: 2023 Ay: Şubat, Sayı: 216

KIZ EVLÂTLARA İHTİMAM

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’nın evinde kaldığı bir gün, torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, kendisinden su istemişti.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, önce Hazret-i Hasan’a su verdi. Hazret-i Fâtıma, Peygamber Efendimiz’in Hazret-i Hasan’ı daha çok sevdiği kanaatine vardı. Efendimiz ise;

“–Hayır, ilk önce Hasan su istedi.” buyurdu. (Bkz. Ahmed, I, 101)

Sonra da;

“–İkram ve ihsanlarınızla çocuklarınıza eşit muâmelede bulunun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.” buyurdu. (Heysemî, IV, 153; İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, IV, 69)

Demek ki;

Kız çocuklarının terbiyesine ehemmiyet vermemiz gerekmektedir.

Bir mütefekkir der ki:

Bir erkeği terbiye edin; bir insanı yetiştirmiş olursunuz.

Bir hanımı terbiye edin; bir aileyi, hattâ toplumun büyük bir bölümünü yetiştirmiş olursunuz.”

Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı her varlık iki uçlu bıçak gibidir. Hem hayra hem şerre hizmet edebilir.

Cenâb-ı Hak, kadının fıtratını; hissiyat bakımından yüksek yaratmıştır. Bu sebeple kadının tesiri fazladır.

Hissiyâtın yüksekliğini ifade için;

Bir Hak dostu şöyle der:

“Bir yavru sele düşse, ne kadar tehlikeli olursa olsun anne de kendisini selin içine atar ve yavrusunu kurtarmak için canını ortaya koyarak çırpınır. Ancak baba fıtraten böyle bir davranış sergileyemez. O yavrudan ümit kesilmişse, üzüntü ile sadece sel kenarında ağlar.”

Cenâb-ı Hak, bu yüksek hissiyâtı kadınlara, onların sâliha bir hanım ve sâliha bir anne olarak, ailede üstlenecekleri mühim mevkii için bahşetmiştir.

Nesli yetiştirme mes’ûliyeti, en zor iştir. Evlâtların terbiyesine küçük yaşlardan itibaren başlamak gerekir. Bu vazifede sâliha annenin rolü pek büyüktür.

اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ

“Anne, bir okuldur.” denilmiştir.

Demek ki, ailede ve toplumda annenin vazifesi başka, babanın vazifesi başkadır.

Annenin vazifesi; nice mes’ûliyetiyle annelik, evin düzeni ve kendi alanındaki hizmetlerdir.

Cenâb-ı Hak, bizlere bir duâ tâlim ederek, toplumun saâdeti hakkında pek mühim esaslar bildirmiştir:

“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” (el-Furkān, 74)

Öyle bir toplum olacak ki, bütün fertleri kadınıyla erkeğiyle takvâda önder olacak. Böylece evlâtlar da göz nûru olacak.

  • Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sâliha hanım hakkında şu medh ü senâlarda bulunmuştur:

“Bana dünyanızdan üç şey (Allah tarafından) sevdirildi:

1) Gözümün nûru namaz,

2) Güzel koku,

3) Sâliha hanım.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10)

Kezâ buyurmuştur:

Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı dindar kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Ayrıca bkz. Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

Sevbân -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“…Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allah yolunda sarf etmeyenlere, can yakıcı bir azâbı müjdele!” (et-Tevbe, 34) âyeti nâzil olduğu zaman biz, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte seferde bulunuyorduk. Ashabdan bazısı;

“–Altın ve gümüş hakkında inecek olan indi. (Artık bir daha onları biriktirmeyiz.) Keşke hangi şeyin daha hayırlı olduğunu bilsek de onu biriktirsek?” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi:

“–Sahip olunan şeylerin en kıymetlisi,

  • Zikreden bir dil,
  • Şükreden bir kalp,
  • Kocasının îmânına yardımcı olan sâliha bir zevcedir.” (Tirmizî, Tefsîr, 9/3094)

KUR’ÂN’DA BİLDİRİLEN SÂLİHA HANIMLAR

Ebediyet yolculuğunda müstakîm haritamız olan Kur’ân-ı Kerim; hayra tevcih etmek üzere, sâliha hanımlara dair birçok misaller vermiştir:

  • Hazret-i İsmail’in annesi Hacer Vâlidemiz; çölün ortasında kendilerini azıcık bir gıdâ ve su ile bırakan Hazret-i İbrahim’e;

“–Bunu Allah mı emretti? Öyleyse O bizi zâyî etmez!” diyerek muazzam bir teslîmiyet göstermiş, bu büyük rızâ hâliyle ilâhî yardıma mazhar olmuş ve Zemzem ikrâmıyla taltif edilmişti.

  • Hazret-i Musa’nın annesi; ilâhî ilhâma nâil olarak, öldürülmek üzere olan evlâdını bir sandığa koyup Nil’e bırakmış, Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla evlâdını, Firavun’un sarayında büyütmüştü.

Âsiye Vâlidemiz de Hazret-i Musa’yı şefkatle himaye edip, ona îmân etti. Firavun’un türlü işkencelerine rağmen îmânından dönmeyerek topluma en güzel fiilî irşadda bulundu. Şehîd olarak yüce ikramlara nâil oldu.

  • Hazret-i İsa’nın annesi Meryem ve onun annesi Hanne Hatun; yine;

➢Allah yolunda fedâkârlık, hizmet ve gayret,

➢Evlâtlarının ebedî istikballeriyle dertlenmek,

➢Evlâtlarının âhiretleri için Allâh’a sığınmak,

➢Onları Allah yoluna adamak, ibâdet ve takvâ yoluna sevk etmek,

➢İffet ve hayâ gibi muhteşem hasletlerde zirve oldular. Hem evlâtlarına hem de toplumlarına rahmet vesilesi oldular.

Hazret-i Meryem’in annesi Hanne Hatun, daha hâmileyken evlâdının ebedî istikbâlini düşündü. Bunun için dertlendi. Duâ etti. Onu mâbed hizmetine adadı. Bu samimî niyeti sebebiyle kızı, Beytü’l-Makdis’te ibâdetle yetişti. Kur’ân’da ismi geçen tek hanım olan Hazret-i Meryem oldu. Bir ülü’l-azm peygamberin annesi ve vasîsi oldu. Kur’ân’da bir sûre, Âl-i İmrân / İmrân’ın ailesi ismini aldı. (İmran, Hanne Hatun’un beyi ve Hazret-i Meryem’in babasıdır.)

Nitekim Hazret-i Meryem’in adı, Kur’ân-ı Kerim’de 34 defa geçer. Bu; ümmetin hanımlarına, ona benzemek husûsunda bir teşviktir.

Demek ki her anne evlâtlarının ebedî istikbâlinin derdi içinde olmalıdır.

Sâliha hanımların ve sâliha annelerin en güzîde misallerini, ezvâc-ı tâhirat ve ashâb-ı kirâmın hanımlarında da görmekteyiz:

ASR-I SAÂDETTE SÂLİHA HANIM

Hazret-i Hatice Vâlidemiz; Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’deki fevkalâdeliği, nübüvvetten 15 sene evvel firâsetiyle fark etti. Nübüvvetinde O’na ilk îmân eden bahtiyar oldu ve çileli vazifesinde O’nun maddî-mânevî en mühim destekçisiydi. Öyle ki Hazret-i Hatice Vâlidemiz’in vefât ettiği seneye, Peygamberimiz’in yaşadığı üzüntü ve kederden dolayı ashâb-ı kiram; «Senetü’l-Hüzün / Hüzün Senesi» adını verdiler.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Âişe ile yaptığı bir aile sohbetinde, Hazret-i Hatice Vâlidemiz’i uzun uzun anlatmış ve onun hakkında şu güzel sözleri beyân etmiştir:

“–Yâ Âişe! Seneler geçtiği hâlde Hatice’yi unutmayışım, onun dış güzelliğinden değildir. Herkes beni red ve inkâr ettiği zaman, Hatice bana inandı ve tasdik etti.

Etrafımdaki müşrikler bana; «Yalancısın!» dediği zaman; Hatice bana; «Doğru söylüyorsun, asla çekinme!» dedi.

İnsanlar benden bir pulu esirgediği zaman, Hatice; bütün servetini önüme sererek; «Bunların hepsi emrindedir, istediğin kadar harcayabilirsin.» dedi.

Dünyada yalnız kaldığım günlerde, Hatice benden asla geri kalmadı; «Bunların hepsi geçicidir, üzülme, ileride bu güçlükleri kolaylıklar takip edecektir.» dedi.

İşte ben, Hatice’yi, bu fedâ­kâr­lıkları için unutmuyorum!”

Unutulmamalıdır ki;

Vefâ; hiç solmayan bir güldür. Vefânın sonbaharı yoktur.

Gönüllerini vefâ menbaından nasiplendiren mü’minler, iç âlemlerini gül bahçesi hâline getirenlerdir. Öyle bir gül bahçesi ki; içinde zikir goncaları, tesbih bülbülleri, amel-i sâlih pınarları, îman, irfan ve ilâhî lütuf çiçekleri vardır. Böyle bir gönlün mükâfâtı cennet-i âlâ ve «Cemâlullah»tır. Allah Rasûlü’nün vefâ duygusu bizler için bir fazîlet örneği olmalıdır.

Sâliha bir hanım, kendisine Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’yı da örnek almalıdır.

Hazret-i Âişe; takvâsı ve cömertliği yanında ilim sahibi olmasıyla da temâyüz etmiştir.

Âişe Vâlidemiz’in evlâdı yoktu. Fakat ümmet onun evlâdıydı. Cömert annemiz, hanım hizmetkârlarını yetiştirir, âzâd eder ve evlendirirdi.

Rasûlullah Efendimiz’in hadislerini ümmet-i Muhammed’e intikal ettirmede, çok büyük hizmeti geçmişti. Başta yeğenleri olmak üzere, 300 kadar talebe yetiştirdi. Kendisi sahâbenin müçtehidleri arasında olduğu gibi, İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ-’nın ifadesiyle onun ilminden ve rivâyet ettiği hadislerden istifâde etmeyen hiçbir müçtehid yoktur.

İslâm tarihinde, kahramanlara ve büyük insanlara baktığımız zaman dâimâ arkalarında sâliha bir hanım olduğunu görürüz.

SÂLİHA ANNELER

Huzeyfe -radıyallâhu anh- anlatır:

Annem bir gün bana sordu:

“–Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le en son ne zaman görüştün?”

Ben de;

“–Birkaç günden beri O’nunla görüşemedim.” dedim.

Bana çok kızdı ve fena bir şekilde azarladı. Ben de;

“–Dur kızma! Hemen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına gideyim, O’nunla beraber akşam namazını kılayım, sonra da hem bana hem de sana istiğfâr etmesini O’ndan talep edeyim.” dedim. (Tirmizî, Menâkıb, 30; Ahmed, V, 391-2)

O sahâbî hanımlar, efendilerini sabahleyin duâ ile uğurlarken şöyle derlerdi:

“Allah’tan kork; haram kazanma! (Bize haram lokma getirme!) Zira biz dünyada açlığa sabrederiz, fakat kıyâmet gününde cehennem azâbına sabredemeyiz.” (Abdülhamîd Keşk, Fî Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26)

Onlar hanımlara hitâb eden şu âyet-i kerîmeyi yaşıyorlardı:

“Evlerinizde okunan Allâh’ın âyetlerini ve hikmeti zikredin / hatırlayın!” (el-Ahzâb, 34)

Bu sebeple beyleri, gün içinde öğrendiklerini akşamları evlerinde hanımlarına anlatırlardı. Hanımları akşam kapıda bu iştiyakla;

“–Bugün hangi âyet indi?”

“–Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in fem-i muhsininden (mübârek ağzından) hangi hadîs-i şerif buyuruldu?” diye sorarlardı.

Onlar ehl-i dünya kadınlar gibi;

“–Bugün şehre hangi kervan geldi? Ne kumaş getirdi, falanca ipekliden getirdi mi?” diye sormuyorlardı.

Sahâbe nesli; isrâfı, lüksü ve modayı asla tanımazdı, bilmezdi.

Sahâbe ailesinin dünyaya ve âhirete bakışını hulâsa eden şu kıssa ne kadar güzeldir:

CENNET MÜJDESİ

“Kim Allâh’a güzel bir ödünç takdiminde bulunur ki Allah da ona kat kat karşılık versin.” (el-Bakara, 245) âyeti nâzil olmuştu.

Ensardan Ebu’d-Dahdâh -radıyallâhu anh-, Efendimiz’e koşarak şu suâli sordu:

“–Yâ Rasûlâllah! Allâh’ın kimseden ödünç almaya ihtiyacı olmadığı hâlde; bize verdiği maldan, bizim adımıza borç mu istiyor?”

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şu cevabı verdi:

“–Evet, O, vereceğiniz bu ödünç şey ile sizi cennete koymak istiyor.”

Ebu’d-Dahdâh -radıyallâhu anh- müjdenin sevinciyle tekrar sordu:

“–Hanımım da dâhil mi?”

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Evet!” buyurdular.

Bu sefer;

“–Küçük kızım da dâhil mi?” diye sordu.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yine;

“–Evet!” dedi.

Ebu’d-Dahdâh;

“–Öyleyse elini uzat yâ Rasûlâllah!” dedi.

Efendimiz elini uzattığında Ebu’d-Dahdâh, şöyle dedi:

“–Benim iki hurma bahçem var… Vallâhi bunlardan başka bir malım da yok. Bu iki bahçeyi Allah için veriyorum.”

Bunun üzerine Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şu teklifte bulundu:

“–Onlardan birisini Allah için tasadduk et, diğerini de kendinin ve çocuklarının geçimi için ayır.”

Ebu’d-Dahdâh ise şunları söyledi:

“–Yâ Rasûlâllah! Sen’i şâhit tutuyorum. Ben içinde altı yüz tane hurma ağacı bulunan bahçelerimin en iyisini Allah için ayırdım.”

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de ona şu müjdeyi verdi:

“–Bu yaptığına karşılık olarak Ebu’d-Dahdâh’a cennette dalları meyve yüklü nice ağaçlar verilecektir.”

Bu cömert ve fedâkâr sahâbî; en çok sevdiği bahçesini tasadduk ettikten sonra, o sırada hanımı ile çocuklarının bulunduğu o bahçeye koştu ve hanımına şiir hâlinde şöyle seslendi:

“–Ey Hatun; kendin ve çocukların iyiliği için çocukları al ve sevgiyle hemen bahçeden çık. Ben bu bahçeyi kıyâmet günü karşılığını vermesi için gönül hoşnutluğu ile Rabbime ödünç verdim. Hiç şüphesiz insanın en hayırlı azığı âhirete gönderdikleridir.”

Bunu işiten hanımı Ümmü’d-Dahdâh -radıyallâhu anhâ-, bu infâka çok sevindi ve şöyle dedi:

“Müjde sana! Alışverişin hayırlı olsun. Allah satın aldığın şeyi sana mübârek kılsın.”

Hanımı, çocuklarını hemen bahçeden çıkardı ve ellerinde bulunan hurmaları alıp yere bıraktı. Sonra bahçeden çıkıp, bahçeyi teslim ettiler. Daha sonra bu sahâbî, Uhud Harbi’nde şehâdete nâil oldu. (İsâbe, VII, 100-102 ; Müslim, Cenâiz, 89; Ahmed, III, 146)

Onların gönlündeki iştiyak uhrevî idi. Bu dert ve iştiyak; nesilden nesile, anneden evlâda, nineden toruna aktarıldı.

Mezhep imamlarından Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh- şöyle anlatıyor:

“On yaşımdayken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiştim. Sabah namazından önce annem beni kaldırır, soğuk Bağdat günlerinde abdest suyumu ısıtırdı. Sonra elbiselerimi giydirirdi. Evimiz uzak ve yol karanlık olduğu için, kendisi de başörtüsünü takıp tesettüre bürünerek benimle birlikte camiye kadar gelirdi.” (Ali el-Karnî, Durûs, XXVI, 4, XLIII, 21)

“On altı yaşıma geldiğimde ise beni ilim yolculuğuna teşvik etti. (Fakirdik.) Yanıma yolluk olarak on arpa ekmeği ve azık olarak bir kese tuz verdi ve şöyle dedi:

«–Allah kendisine emânet edileni asla zâyî etmez. Ben seni emânetleri zâyî etmeyen Allâh’a emânet ediyorum.»”

İmâm-ı Mâlik de annesinin kendisini güzel ahlâk ve ilim tahsiline nasıl teşvik ettiğini şöyle anlatır:

“Annem başıma sarığımı güzelce sarar ve;

«–Haydi! (Hocan) Rebîa’ya git; onun ilminden önce edebini öğren!» derdi.”

Abdülkādir Geylânî -rahmetullâhi aleyh- de çocuk yaşta evinden ayrılıp ilim tahsiline çıkıyordu. Annesi, babasından kalan 40 altını elbisesinin altına dikip;

“–Bunlar babandan kaldı, ilim için harca. Aman evlâdım asla yalan söyleme!” dedi ve onu uğurladı.

Kervanlarının yolunu kesen eşkıyâ, herkese parası olup olmadığını soruyordu. Abdülkādir, çocuk olduğu için üzerinde pek durmayacakları tabiî idi. Buna rağmen ona sorduklarında doğruyu söyledi ve annesine verdiği sözden dolayı hakikatten ayrılmadığını belirtti.

Bu samimî ve sâfiyâne dürüstlük, eşkıyâ reisine tesir etti ve tevbesine vesile oldu.

Sâliha hanımın hayra tevcih edilmiş hissiyâtının en güzel tezâhürlerinden biri de;

HAYRAT SAHİBİ ANNELER

Allâh’ın nasîb ettiği imkânları, âhireti kazanma malzemesi olarak gören sâliha hanımlar, gönüllerindeki derin merhamet ve şefkatle dâimâ mahrumların eksikliklerini telâfiye koştular.

Harun Reşîd’in hanımı Zübeyde Hatun, çok büyük hayırlar işledi. Büyük bedeller ödeyerek Arafat’a su yolları yaptırdı. Onun hayrâtından hâlâ huccac istifâde hâlindedir. Aynı yolları Mihrimah Sultan tamir ettirdi. Osmanlı’nın son döneminde de yine sâliha hanımların gayretleriyle yenilendi.

Padişahların hanım ve kızları olan sultan hanımlar, büyük vakıflar inşâ ederek dâimâ halka ikramda bulunmuş ve nümûne-i imtisâl olmuşlardır.

Meselâ;

Hatice Turhan Sultan, Ramazanlarda Yeni Cami çeşmelerinden bal şerbeti akıtılmasını vakfiyesine koymuştu. Hem de zamanın en iyi balıyla hazırlanması şartıyla… Bu ikram; saray çevresine değil, cami cemaati olan herkese takdim ediliyordu.

Bezmiâlem Vâlide Sultan; kaba ve görgüsüz kimselerin yanında çalışan hizmetkârların kırdıkları veya zarar verdikleri eşya yüzünden azarlanıp haysiyetlerinin rencide edilmemesi için, onların zararını tazmin eden bir vakıf kurmuştur.

Osmanlı’da kayıt altına alınmış olanlardan 1.400 vakıf, hanımlara ait idi.

ZAFERLERE İMZA ATAN ANNELER

Hissî yapısı kuvvetli olan kadın, evlâtlara en kuvvetli mânevî teşviki yapabilecek yegâne kişidir. Günümüz tabiriyle, en iyi şekilde o motive eder.

Asr-ı saâdette ve devamında İslâm ordularının büyük muzafferiyetlerinin ardında, evlâtlarını teşcî eden, cesaretlendiren mübârek sâliha anneler vardır.

  • Ensardan Afrâ Hatun -radıyallâhu anhâ- üç evlâdını birer İslâm kahramanı mücâhid olarak yetiştirmişti. Onlar Bedir Harbi’nde cengâverce harp ettiler. Allah ve Rasûlü’nün düşmanı Ebû Cehil’in bertaraf edilmesinde büyük hizmet verdiler.

Bu üç şecaat sahibi bahâdır evlâttan ikisi; Bedir’de, şehidlik mertebesine kavuştu.

Afrâ Hatun -radıyallâhu anhâ- iki oğlunun şehîd olduğunu haber alınca Allâh’a hamd etti. Diğer oğlunun onlarla birlikte şehîd olamayışına üzüldü. Onun, kardeşlerinden geri kaldığı endişesini hissetti. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise onu tesellî etti. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, V, 507)

  • Hansâ Hatun dört oğlu ile birlikte Kādisiye Muharebesi’ne iştirâk etti. Onları yiğitçe cihâd etmeye teşvik etti. Savaşta dördü birden şehîd oldu. Evlâtlarının şehîd olduğu haberi kendisine ulaşınca, Hansâ Hatun;

“Beni evlâtlarımın şehâdeti ile şereflendiren Allâh’a hamdolsun! (Ne mutlu ki mahşer günü, dört şehîd annesi olarak haşredileceğim!) Yüce Rabbimden beni onlarla, nihayetsiz olan rahmetinde birleştirmesini niyâz ediyorum.” diye şükür ve duâ etti. (İbn-i Abdi’l-Berr, el-İstîâb, IV, 1827-29)

Çanakkale’de elde edilen muazzam zaferin görünmeyen kahramanları da, Allah yoluna kurban ettiklerinin bir nişânesi olarak, evlâtlarını cepheye kınalayıp da gönderen annelerdir.

Ne mutlu Ömer bin Abdülazizler, Alparslanlar, Fatihler yetiştiren mübârek vâlidelere!

Ne mutlu Çanakkale Zaferi’nde, Millî Mücadele’de, 15 Temmuz’da dîni, vatanı ve nâmusu için şehâdete koşan aslanları teşvik eden mukaddes annelere!

SÂLİHA ANNEYE VEFÂ

Sâliha annelerin bu mübârek ve kudsî hizmetlerine, elbette ömürlük bir teşekkür ve vefâ göstermek îcâb eder.

Bir şahıs, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir?” diye sorduğunda Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevabı vermişlerdir:

“–Annen, sonra annen, daha sonra yine annen, sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban.” (Müslim, Birr, 2)

Yine hadîs-i şerifte buyurulur:

“Cennet annelerin ayakları altındadır!” (Ahmed, III, 429)

Bu şeref, babalara değil, annelere ikrâm edilmiştir. Sâliha anneler, ömürlük bir teşekküre lâyıktır…

Bu vefâya birkaç örnek:

Zamanın halîfesi Ebû Câfer Mansur, Ebû Hanîfe -rahmetullâhi aleyh-’i Bağdat Kadısı olarak vazifelendirmek istedi. Fakat maksadı onun ilimdeki otoritesini istismâr etmekti. Ebû Hanîfe bu makamı reddetti. Reddedilmeyi hazmedemeyen halîfe bu sefer onu zindana attırdı.

İmâm-ı Âzam demiştir ki:

“‒Bana zindan ağır gelmez. Fakat annemin üzülmesinden mahzun olurum.”

Abdurrahman Câmî Hazretleri demiştir ki:

“Ben annemi nasıl sevmem. O beni bir müddet karnında, cisminde; bir müddet kollarında; hayat boyu da kalbinde taşıdı.”

Bahâüddîn Nakşibend -kuddise sirruhû- Hazretleri de;

“Benim kabrimi ziyaret etmek isteyenler, önce annemin kabrini ziyaret etsin.” buyurarak, annesi için sadaka-i câriye olma gayretinde olmuştur.

Bütün bu güzel vasıflar, güzîde hasletler, kadındaki fıtrî hissiyâtın hayra tevcih edilmesi, İslâm ahlâkıyla müzeyyen şekilde kıymetlendirilmesiyle hâsıl olur.

Fakat o hissî yapı, aile kalesinin dışında istismâr edilirse, ortaya toplumlar için bir musîbet olan fâsıka kadın çıkar.

TOPLUMU HELÂKE SÜRÜKLEYEN BİR MUSÎBET

Sâlih -aleyhisselâm-’ın mûcize devesinin katline azmettirerek Semûd Kavmi’ni helâke sürükleyen iki fâsıka kadındır.

Demek ki;

Sâliha hanımlar bir toplumu âbâd eder,

Fâsıka kadınlar ise bir toplumu berbâd eder.

Sâliha hanımlar ve sâliha anneler hakkında, zikrettiğimiz o büyük müjdeleri ifade buyuran Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; mîracda kendisine gösterilen hakikatleri ifade meyânında;

Cehennemde en çok kadınları gördüm.” buyurmuştur.

Kıyâmetin ayak sesleri hükmündeki kıyâmet alâmetlerinden bazıları da, fâsıka kadınların toplumu ifsâd etmeleri merkezindedir.

  • Tesettürün ihlâli, âdetâ giyinik çıplaklık,
  • Zinânın ve hayâsızlığın yayılması vb.

İslâm’ın ilk yıllarında Ebû Leheb’in Kur’ân’da cehennemlik olduğu bildirilen karısı gibi birtakım kadınlar İslâm düşmanlığında başı çektiler.

Kastilya Kraliçesi İzabellâ, tarihe Kirli İzabellâ diye geçmiştir. Çünkü muharref Hıristiyanlığın bozuk telâkkîsine göre, yıkanmak ve temizlenmek dünyaya değer vermek demekti. Koyu Katolik olan İzabellâ hiç yıkanmadığı için yanına yaklaşılmayacak derecede rezil kokardı. Ömrü boyunca sadece 2 kez yıkanmıştı.

Bu ahmakça anlayış sebebiyle, halk; Hıristiyanlık taassubu yüzünden pis kokan hanımlarını bırakmış, sırf yıkanmaları sebebiyle hayat kadınlarına meyletmiş, yani toplumun uru olan fâhişelik Avrupa’da bu sebeple revaç bulmuştur. Böylece aileyi çökerten zinâ hastalığı, ruhları ve nesilleri perişan etmiştir. Tahrif edilmiş, insan mahsûlü bir dînin zavallı hâli!..

Bu kraliçenin vücudu gibi vicdanı da kirliydi. Dindaşı olan Katoliklerin dışındaki herkese, -başta müslümanlara- büyük katliâmlar yaptı.

Fıtratındaki güçlü hissiyat içinde, edep ve hayâya da erkekten daha fazla temâyüllü olan bir kadın nasıl toplumu ifsâd edecek bir fâsıka hâline gelir?

Tabiî ki;

Şeytanın vesveseleri ve nefsin iğvâları ile…

Maalesef bugün kadın mukaddes yuvasından çıkarılarak vitrine edilmekte, ticârî bir metâ hattâ âdetâ sarhoş mezesi hâline getirilmektedir.

Feminizm üzerinden kadın ve erkek arasına sun‘î bir husûmet sokulmaktadır.

Evlâtlar; bir taraftan evlilikten ve annelikten soğutulmaya, diğer taraftan da ihtilât ortamlarında nefsânî hoyratlıklar içinde kaldırımda açmış bir çiçek gibi çiğnenmeye yönlendirilmektedir.

Bir pırlantanın çöp tenekesine atılması ne kadar hazindir.

Milletleri berbâd eden fâsıka kadınlar, toplumu cam kırıklarıyla dolduran musîbetlerdir.

Evlâtlarımızı bu fecî âkıbetten koruyabilmek için, anne ve babalar olarak, sâliha anneler ve sâlih babalar olmak için gayret etmeliyiz. Kız evlâtlarımızın mânevî eğitimine ihtimam göstermeli, onlara sâliha anneleri en güzel şekilde öğretmeli ve sevdirmeliyiz.

Evlâtlarımıza İslâm şahsiyet ve karakterini mîras bırakabilmek için, onlara Kur’ân tahsili vermeliyiz.

Cenâb-ı Hak, ümmete rehberlik edecek sâlih ve sâliha insanların sayısını lutfuyla artırsın.

Milletimizi ve İslâm âlemini, aileyi ifsâd eden musîbetlerden muhafaza buyursun.

Âmîn!..