Sadaka-i Câriye Evlâtlar Yetiştirebilmek

Şebnem Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Eylül Sayı: 199

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir:

–Sadaka-i câriye,

–Kendisinden istifade edilen ilim,

–Arkasından duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14)

Hadîs-i şerîfte beyan edilen bu üç husus bizlere, fânî hayattaki nîmet ve imkânları, ebedî saâdet sermayesi yapabilmenin yollarını göstermekte.

Peki, bunlardan biri olan evlât, hangi hassâsiyetlerle yetiştirilmeli ki, hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere “hayırlı bir evlât” olsun?

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de, bir evlâdın daha dünyaya gözlerini açmadan, annesinin nasıl bir gönül kıvamına sahip olması gerektiği hususunda bizlere Meryem Vâlidemiz’in annesi Hanne’yi misal veriyor. Nitekim Hanne Hatun, daha yavrusunu doğurmadan önce, Allâhʼa güzel bir kul olması niyet ve arzusuyla, onu Beyt-i Makdis’e adamıştı.

Âyet-i kerîmede bu hâdise bizlere şöyle naklediliyor:

“İmrân’ın karısı şöyle demişti:

«–Rabbim! Karnımdakini âzatlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyâzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen’sin!»” (Âl-i İmrân, 35)

Bir müddet sonra bir kız çocuğu dünyaya getirdi.

“O’nu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken;

«–Rabbim! Ben O’nu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. O’na Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı O’nu ve soyunu Sen’in korumanı diliyorum!» dedi.” (Âl-i İmrân, 36)

O zamana kadar Beyt-i Makdis’e sadece erkek çocuklar adanırdı. Bu şekilde nezredilen erkek çocuklar, doğumundan bülûğuna dek orada hizmet ederlerdi. Bülûğdan sonra ise, dileyen yine orada hizmete devam eder, dileyen de ayrılabilirdi. Ancak bülûğdan önce Beyt-i Makdis’ten ayrılması câiz değildi.

Buna rağmen Rabbimiz, Hanne’nin gönlündeki ihlâs sebebiyle bu nezri de kabul buyurdu. Bundan sonra, kız çocuklarının da Beyt-i Makdis’e adanması câiz oldu.

Dolayısıyla hayırlı bir evlâda sahip olmayı arzulayan her anne-baba, daha evlâtları doğmadan önce, onların sâlih ve sâliha olmaları için Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmeli.

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir hanımın ismini zikretmezken, Meryem Vâlidemiz’in adını 34 yerde zikrediyor. Ayrıca Rabbimiz; “İffetini koruyan Meryem” buyurarak onu medh ü senâ ediyor. Bu da bizlere gösteriyor ki, her hanımın mutlakâ sahip olması gereken fârik vasıf “iffet”tir. Kadının fazîleti, iffetini korumakla gerçekleşir.

Rabbimiz yine Kur’ân-ı Kerîm’de, anne-babaların yavrularına hayırlı bir evlât olmaları yolunda nasıl bir şefkatle yaklaşmaları gerektiğini, bazı misallerle bizlere takdim ediyor.

Meselâ kardeşleri Yusufʼu kuyuya atmak gibi büyük bir cürüm işlemelerine rağmen evlâtlarını affeden ve Allâh’ın da onları affetmesi için duâ eden Hazret-i Yâkub -aleyhisselâm-,[1] ölüm döşeğinde dahî hâlâ onlara güzellikle nasihatte bulunuyordu. Kurʼân-ı Kerîmʼde bu hâdise şöyle haber veriliyor:

“…«Oğullarım! Allah sizin için bu dîni (İslâm’ı) seçti. O hâlde sadece müslümanlar olarak ölünüz.»

Yoksa Yâkub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Yâkub) oğullarına:

«Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?» demişti. Onlar:

«Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshâk’ın ilâhı olan tek Allâh’a kulluk edeceğiz; biz ancak O’na teslim olmuşuzdur.» dediler.” (el-Bakara, 132-133)

Yine Lokman -aleyhisselâm-, evlâdına nasihat ederken sözlerine; “Yavrucuğum!” şeklinde son derece yumuşak ve samimî bir hitapla başlıyor. (Bkz. Lokman, 13, 16-17) Aynı şekilde Hazret-i İbrahimʼin de oğlu İsmail’e hitâbında sergilediği aynı nezâket üslûbu, Kurʼân-ı Kerîm’de zikrediliyor. (Bkz. es-Sâffât, 102)

Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- da tufanda ölümle burun buruna geldiğinde bile kendisinin peygamberliğini kabul etmediği hâlde oğluna kıyamaz ve; “…Yavrucuğum, bizimle beraber sen de (gemiye) bin, inkârcılarla birlikte olma!..” (Hûd, 42) diye seslenir.

Bu ifadeler, anne-babanın evlâdın terbiyesinde dâimâ sabır, nezâket ve şefkatle îkaz yolunu tutması gerektiğinin bir telkînidir. Zira evlâtlar, önlerindeki anne-babaya göre şekil alır, onların nasihatleriyle şahsiyetlerini ikmâl ederler.

Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;

“Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzere (temiz ve günahsız olarak, tevhîde meyilli bir şekilde) doğar. Sonra anne-babası onu (kendi inançlarına göre) yahudî, hristiyan veya mecûsî yapar.”[2] hadîs-i şerîfi de, bu hakîkati bâriz bir sûrette hulâsa etmektedir.

Dolayısıyla evlâtlarımıza güzel örnek olmak, onların ahlâkî gelişimi için şarttır. Meselâ bir anne-baba, söz ve hareketlerinde dâimâ merhametle hareket ederse, çocuğun gönlünde merhamet inkişâf eder. Doğru sözlü olurlarsa, çocuk da dürüstlüğü öğrenir. Aksi takdirde yalan üzerine kurulu bir hayatı normal karşılar. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Gel, sana bir şey vereceğim!” diye çocuğunu çağıran Abdullah bin Âmir’in annesine, gerçekten bir şey verip vermeyeceğini sormuştu. Hurma vereceğini duyunca da; “Aman dikkat et! Eğer ona bir şey vermemiş olsaydın, senin için bir yalan günahı yazılacaktı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80) buyurmuştu.

İnsan daha ziyade, örnek aldığı kimseye tâbî olmak sûretiyle öğrenir. Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah Efendimiz’e tâbî olmak sûretiyle O’nu yakından tanıdı, fazîlette zirveleşti. Mûsâ -aleyhisselâm- da gittiği Hızır -aleyhisselâm-’a:

(Allah tarafından) sana öğretilen rüşd’ü (hakîkate ulaştıracak ilim ve hikmeti) bana da öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?” (el-Kehf, 66) dedi.

Bu bakımdan anne-baba fazîlette örnek olacak ki, o evlât da anne-babaya tâbî olarak fazîlet sahibi olsun.

Çünkü önünde güzel bir örnek bulunan çocuğun ibadet hayatını benimsemesi ve içtimâî hayata adapte olması kolaylaşır. Kendisine değer verilen, düşünceleri dinlenen, duygu ve ihtiyaçları dikkate alınan bir çocuk, anne-babası ile sağlıklı bir iletişim kurar. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in çocuklara selâm verdiğini, hatırlarını sorduğunu, tercihlerini öğrenmek istediğini, yani onları muhatap kabul ettiğini görüyoruz. Yine onlara zaman zaman özel duâlar ettiğini, onlara sır verdiğini, ikramda bulunduğunu, hulâsa; muhabbetle terbiye ettiğini müşâhede ediyoruz.

Hattâ Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuğun yaptığı yanlışları bile onun eğitimi için bir fırsat olarak değerlendirmiş ve kuru kuruya cezalandırmak yerine, bir daha aynı hatayı işlemesini engelleyecek şekilde doğruyu öğretmiştir.

Nitekim bir defasında hurma ağaçlarını taşlayan bir çocuğu yakalayanlar, cezalandırması için onu Sevgili Peygamberimiz’in huzûruna getirmişlerdi. Ama Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu azarlamak yerine merhametle;

“–Evlâdım, ağaçları niye taşlıyorsun?” diye sordu.

Karnının aç olduğunu öğrenince de;

“–Hurma ağaçlarını taşlama da altlarına dökülenleri ye.” buyurarak ona doğruyu öğretti. Hattâ başını şefkatle okşadıktan sonra;

“Allâh’ım, bu yavrunun karnını doyur.” diye duâ buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85; Tirmizî, Büyû’, 54)

Bir başka seferinde, yemek yerken tabağın içinde elini rasgele dolaştıran Ömer bin Ebû Seleme’nin bu yanlış hareketine müdâhale etmiş, doğrusunu öğretmeyi de ihmal etmeyerek o müşfik sesiyle;

“–Yavrum; besmele çek, sağ elinle ve önünden ye.” buyurmuştur. (Buhârî, Et’ıme, 2; Müslim, Eşribe, 108)

Günümüzde, câhiliyenin modern şekli yaşanıyor. Bu zamanda anne-babalar, evlâtlarıyla daha yakından alâkadar olmalı, onların terbiyesini televizyonun, internetin, sokakların insafına bırakmamalı. Evlâtlarına olan muhabbetleri sebebiyle nasıl dünyevî gıdalarla onların karınlarını doyurmaya çalışıyorlarsa, gönül âlemlerini ihyâ edecek olan mânevî gıdalarını da ihmal etmemelidirler. Bunun için evlâtlarını küçük yaşlarda namaza, infak ve merhamete alıştırmalı, ciddî bir Kurʼân tahsilinden geçirmeli, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i daha yakından tanıtabilmenin azminde olmalıdırlar.

Velhâsıl, her anne-babanın en mühim mes’ûliyeti, arkasında hâli ve yaşayışıyla İslâm’ı güzel bir sûrette temsil eden, hayru’l-halef bir nesil bırakabilmektir. Bu da Peygamber Efendimizʼin terbiye metoduyla, yani nasihat ve örnek olmak sûretiyle gerçekleştirilebilir. Zira çocuklar, emir ve tembihlerden çok, örnek olma yoluyla eğitilir. Çocuk, duyduğuna ve okuduğuna değil, gördüğüne tâbî olur. Özellikle anne-babasını model alarak kendi davranışlarına istikâmet verir.

Rabbimiz cümlemize, arkamızda râzı ve hoşnûd olacağı bir nesil bırakabilmeyi, lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Dipnotlar:

[1] Bkz. Yûsuf, 97-98.

[2] Buhârî, Cenâiz, 92; Müslim, Kader, 22.