Kurban Bayramı Tâtil Günleri Değildir

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİR SES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KURBAN BAYRAMI TATİL GÜNLERİ DEĞİLDİR

Kıymetli kardeşlerimiz!

Kurban bayramı önümüzde. Bize Cenâb-ı Hak iki tane bayram… Bayram, senenin herhangi bir gününde verilmiyor. Bir mevsimden sonra bir bayram veriliyor.

Ramazan bir mevsim, bir takvâ mevsimi, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma mevsimi, Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olma mevsimi. İbadetler, muâmelât, ahlâk, hizmet; bunlarla müzeyyen bir mevsim.

Cenâb-ı Hak ikram (olarak) Kadir Gecesi veriyor. Ondan sonra bir bayram veriyor. Bayram, o yaşanan Ramazan’ın bir icâzeti olmasını… Fakat biz bu icâzeti ne kadar hak ettik? Onu da kıyâmette göreceğiz. Nasıl bir Ramazan oldu, nasıl bir bayram oldu?..

Tabi bayram da bir muâşeret günü, kardeşlik günü, yardımlaşma günü, beraberlik günü. Bir tatil günü aslâ değil!..

Rasûlullah Efendimiz’in bir tatili yoktu. Her sene bir gazve, birtakım musibetler, iptilâlar filân… Allah Rasûlü; “Aman, bana üç gün müsaade edin, şu hurma ağacının altında üç gün dinleneyim.” demedi.

Ne dinlendiriyordu Efendimiz’i? İbadet dinlendiriyordu, hizmet dinlendiriyordu, bir müslümanın derdiyle dertlenme dinlendiriyordu.

Gönlünde ne vardı Rasûlullâh’ın? Hidâyet bekleyen insanlar vardı. Onların derdiyle dertleniyordu. Bir kişi kurtuluyordu, seviniyordu; “bir kişi daha Cehennem’den kurtuldu” diyordu.

Başka ne vardı Allah Rasûlü’nün gönlünde? Takvâya erişmemiş kişiler vardı. Onları takvâya eriştirmenin gayreti içindeydi. Say, sayabildiğimiz kadar. Bütün mahrumlar vardı…

Demek ki bayramlar bir tatil günü değil. Dünya bir mesâi günü, tatil günü değil. Tatil de; rûhumuzu ancak hizmetle dinlendiririz. Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevâsında, istikâmetinde olmakla dinlendiririz.

Cenâb-ı Hak:

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ

(“Biz, Kur’ânʼdan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müʼminler için şifa ve rahmettir…” [el-İsrâ, 82]) buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîm’i şifâ ve rahmet olarak indirdik buyuruyor.

Demek ki bu geçirdiğimiz Ramazan bir takvâ bayramı. Bu önümüzde olan Kurban bayramı. İsmi Kurban bunun. Buna dikkat edelim: Her zaman kestiğimiz hayvanla bu kurban bayramında kestiğimiz hayvan, aynı hayvan değil. Bizi bir duygu derinliğine götürmesi lâzım.

İbrahim -aleyhisselâm- malıyla (imtihan edildi) Allah dostu oldu. Mal bir câzibedir insana, malını çok sever. O malını infak etti. İnfak ettikçe büyük lezzet aldı. Hattâ infak ettiği, Cebrâil’e de dedi:

“–Allâh’ı zikret dedi, tamamını vereyim dedi, üç sefer zikret.” dedi. Cenâb-ı Hak “Halil İbrahim bereketi” verdi.

Nemrud’a karşı çıktı. Tevhidi müdâfaa etti. Nemrud’un tanrılığına karşı çıktı. Putları kırdı. Nemrut da ateşe atmaya karar verdi, şûrâsıyla beraber. Ateşe atılırken üzülmedi. Melekler geldi;

“‒Yardım edelim.” dedi.

“‒Yok dedi, ateşi yandıran söndürür.” dedi.

Ateşe atıldı, hiç teessür yoktu. Cenâb-ı Hak:

“‒Ey ateş, İbrahim’e serin ve selâmet ol.” (el-Enbiyâ, 69) buyurdu. Ateş gülistana döndü. Canını verdi, Cenâb-ı Hak canına can verdi.

Mevlânâ’nın burada bir nüktesi var. Mevlânâ diyor ki:

“Kendine dikkat et diyor. Bak diyor sende İbrahimlik varsa diyor, korkma hiç diyor, ateş seni yakmaz diyor. Bak diyor, İbrahim’i ateş yakmadı diyor. Onun için sen kendin Cehennem’den kork ama diyor, fakat kendinde İbrahimlik var mı, kendini test et diyor. Ne kadar Allah dostusun?..”

Üçüncüsü… İki taht yıkıldı bu şekilde kalpte, dünyevî taht. Bir taht kaldı; İsmail -aleyhisselâm-. Onu da kurban edeceğine söz vermişti. Sözünü yerine getirmesi lâzımdı. Cenâb-ı Hak ona, arefe günü, bir gün evvel tevriye günü, bir de bayram günü, üç gün üst üste rüya gördürdü, “oğlunu kurban et” dedi.

Oğlunu çok seviyordu. Kendisinin bir parçasıydı. Çok güzel bir evlâttı, rûhânî bir evlâttı. Anlattı; vedalaşarak gittiler.

Şeytan, yoldan çıkarmak istedi. Şeytanı taşladılar. Hem o şeytanı taşlama…

İşte şeytan bizi daima taşlıyor. Neyle? Nefsâniyete uydurmakla. “Dünyayı süslü göstereceğim diyor, önden arkadan gireceğim.” diyor. (Bkz. el-A‘râf, 17)

“Yalnız muhlasîn hariç diyor, onlara diyor, gücüm yetmez.” diyor. (Bkz. el-Hicr, 40; Sâd, 83)

İşte İbrahim -aleyhisselâm-’a ve İsmail -aleyhisselâm-’a şeytanın şeyi fayda vermedi. Çünkü onlar “muhlasîn”den idi. “Allâh’ın ihlâsını koruduğu kullardan”dı. Onlar şeytanı taşladı.

En nihayet kurban yerine geldiler. Yatırdı İsmail -aleyhisselâm-’ı. Vedalaştılar.

“‒Baba dedi, gözümü bağla dedi, merhametin dolayısıyla bıçağı vuramazsın.” dedi.

Vedalaştılar.

“‒Baba dedi, inşâallah dedi, seninle yakın zamanda buluşacağız dedi, âhirette dedi. Cenâb-ı Hakk’ın dedi, rızâsına -inşâallah- icâbet edelim.” dedi.

Bıçağı boynuna vurdu, (bıçak kesmedi) o sırada gökten bir koç indi.

Demek ki bu kurban bayramında kesilen koç, diğer zamanlarda kesilen koçtan farklı. Bir sembol bu. Cenâb-ı Hakk’a bir sadâkatin, bir fedakârlığın sembolü.

İşte kurban bayramı bizi bu derinliğe götürmesi lâzım. Evet etini teberrük olarak yiyeceğiz ve etini dağıtacağız. Fakat onu kurban ederken düşüneceğiz; İbrahim -aleyhisselâm- bu şekilde bir dost oldu.

Bana kurban neyi hatırlatacak?

“Ben Cenâb-ı Hak’la ne kadar dostum? Malımla ne kadar dostum? Canımla ne kadar dostum? Evlâdımla ne kadar dostum?

Canım Allah yolunda mı? Malım Allah yolunda mı? Evlâdım Allah yolunda mı?..”

Kurban bayramı da böyle bir bayram. Bir hac var, hacdan sonra…

Hacda ne var? Bir kefen iklimi var. Bir mevsim… Kefen iklimine giriyorsun. Apoletler yok. Dünyevî ne mevkide olsan, aynı hizadasın, bir kefenin içindesin. Başın açık, ayağın çıplak. Ot koparma yok, av avlama yok, avcıya avı gösterme yok. Nezâket, zarâfet, incelik, had safhada. Şeytanı taşlıyorsun. Tefekkürî bir ibadet. İbrahim -aleyhisselâm-’ı düşünüyorsun. Cenâb-ı Hak böyle bir mevsimle bir kurban bayramı veriyor. İşte bu Kurban bayramı böyle bir tefekkürî bir bayram.

Gelelim büyüklerimize; oradan bir-iki hâtıra:

Sâmi Efendi, Mûsâ Efendi Hazretleri olsun, bu kurbana çok ehemmiyet verirlerdi. Kurban kesileceği zaman oturmazlardı sandalyede. Sandalye konulurdu altlarına, oturmazlardı. Bu, “şeâirillâh”, Allâh’ın bir şiârı bu, bunun için ayakta dururlardı, tâ hayvanın kanı bitinceye kadar.

Hayvanı tatlı tatlı götürmeyi, iterek-kakarak değil; hayvanın gözünü bağlama, hayvana su verme, bıçağı arkada bileyleme, çabuk hayvanı şey yapma ki hayvan fazla eziyet çekmesin…

Efendimiz, birisi bıçağı önünde bileyliyordu hayvanın;

“–Kaç sefer bu hayvanı öldürüyorsun?!” buyurdu. “Arkada bileylesen olmaz mı?” dedi. (Hâkim, IV, 257) Yani sende his var da o hayvanda yok mu?

Biri, kulağından çekip götürüyordu:

“Niçin boynuzundan tutmuyorsun?” dedi. (Bkz. İbn-i Mâce, Zebâih, 3)

Velhâsıl bu kurban çok ibretli bir hâdise. Çok tefekkürî bir hâdise.

Bir de düşünelim, o kurbanı çırpınırken görürken;

Biz de bir son nefes vereceğiz.

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” [er-Rahmân, 26])

Yeryüzündeki her şey fânîlikte. Biz de bir gün can vereceğiz. Evet onun bir zâhirini, belki bilemiyoruz ölenleri ama, o ölenlerin iç dünyaları nasıl, nasıl bir ıztırapla o zaman gidecekler? Nasıl bir hâlde gidecekler?

O hayvanın o çırpınışını görüyoruz. Bendeki can, o hayvanda da var. O hayvan insan olarak gelebilirdi, ben koyun olarak gelebilirdim…

Velhâsıl bir mü’min, her şeyden bir ibret alacak, ders alacak. Dâimâ “Aman yâ Rabbi!” diyecek. Cenâb-ı Hakk’a şükredecek, teşekkür edecek verdiği nîmetlere.

Velhâsıl -inşâallah- bu mevsim de fedakârlık mevsimi. Kurban, bir fedakârlığı hatırlatıyor. Demek ki Ramazan bir takvâ, takvâ içinde fedakârlık, bu da kurban bayramı, fedakârlığı şey yapıyoruz.

Bu kurban bayramında tabi mâlum, kendimiz de yiyoruz, etleri de ikram ediyoruz. Fakat tabi şunu da düşüneceğiz:

Merhamet, sende olanı, onda olmayanın hâlini senin tefekkür etmendir. Sende var onda yok; onun hâlini tefekkür etmendir.

Bugün dünyanın, müslümanların büyük kısmı aç. Hattâ bu, Afrika’ya vesâireye vakıftan kurbanlar gittiği zaman, oraya giden arkadaşlardan gelen çok nakiller var. Bir postu paylaştıkları var. Bir kısmının; “Aman bana bu kadar kâfi, şu kardeşim hiç daha almadı, o hiç daha et yemedi, ona vereyim…” diyenler var.

Buradan gönderenlere oradan duâ edenler var. Gıyâbî duâ, kabul olan bir duâ.

Hattâ, alıp götürürken; “‒Aman gelecek sene bizi unutmayın!” diyenler var. “‒Elhamdülillah bizi unutmayan kardeşlerimiz var!” diyenler var orada.

Hattâ bir kadın geliyor, hristiyan bir kadın, Habeşistan’da, kurban kesilen bir caminin önüne geliyor:

“‒Bana bir parça et verir misiniz?” diyor. “Fakat ben hristiyanım.” diyor. Veriyorlar. Çünkü hristiyana verilebilir. Kadın gidiyor, alıyor eti;

“‒Bana diyor, demek ki burası merhamet etti.” Gidip caminin duvarını öpüyor kadın.

Demek ki bir müslüman dâimâ bir merhamet tevzî edecek. İslâm’ın şahsiyet ve karakterini tevzî edecek. Çünkü Cenâb-ı Hak:

“…Siz yeryüzünde Allâh’ın şâhitlerisiniz…” (Bkz. el-Bakara, 143) buyuruyor, Allâh’ın dînini temsil edersiniz, buyuruyor. Allah Rasûlü’nün temsilcisi olacak…