Kul Nasıl “Bir Allah Dostu” Olabilir? (2)

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KUL NASIL “BİR ALLAH DOSTU” OLABİLİR? (2)

Efendimizʼi yakından tanıyabilmek. İşte ashâb-ı kirâm, mâzileri câhiliye insanı iken, Efendimizʼi yakından tanıdı, dünyanın en mesut insanları oldu. Efendimizʼin yüreğinde yer işgal etmek için:

“‒Yâ Rasûlâllah! Emret!” diyordu. “Emret, canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun.” diyordu.

Efendimiz Çinʼe gönderiyordu, Çinʼe gidiyordu. Semerkandʼa diyordu, Semerkandʼa gidiyordu, Keyrevanʼa diyor, Keyrevanʼa gidiyordu.

Velhâsıl; “Nasıl ben Allâhʼın kullarına hidâyete vesîle olurum?..”

Bu nedir? Bir merhamet. Bu merhamet kalbe girdikten sonra da o kalpte bütün muhabbet Cenâb-ı Hakkʼa dönüyor. Allâhʼın mahlûkâtına dönüyor.

Muhammed Esʼad Erbilî Hazretleri, şiiri ne güzel:

Tecellâ-yı cemâlinden Habîbʼim nevbahar ateş,

Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, hâk ü hâr ateş…

Yani, Habîbim diyor, Senʼin zâhir ve bâtın güzelliğinin tecellîsinden, öyle bir, kalpte tecellî oluyor ki; kalpten çıkan, o tecellî neticesinde her şey ateş oluyor, her şey yanıyor. Neyle yanıyor? Muhabbetullahʼla yanıyor, mârifetullahʼla yanıyor, Allah Rasûlüʼne sevgiyle yanıyor.

Bir dost şunu söylüyor:

Yanmaktan yanmaya fark vardır buyuruyor. Zira odun yanar kül olur, gönül yanar kul olur, Cenâb-ı Hakkʼa dost olur, Rasûlullâhʼa dost olur.

Tabi bu yananlar, Cenâb-ı Hakʼla, Rasûlullah Efendimizʼle:

Fuzûlî; sanki suyun akışını Allah Rasûlüʼnün ayak ucuna gider gibi görüyor. Her gördüğü şeyde, Cenâb-ı Hakkʼın azamet-i ilâhiyyesini ve Rasûlullah Efendimizʼi hatırlıyor:

“Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl,

Başını daştan daşa urup gezer âvâre su…” buyuruyor.

Yaman Dede, meşhur, ilâhîlerini dinliyoruz:

“Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlâllah!”

Velhâsıl, en mühim muhtaç olduğumuz, Cenâb-ı Hakkʼa ve Rasûlullah Efendimizʼe olan muhabbetimiz. Oʼna muhabbet duyanların, o muhabbeti yaşayanların vasıflarından biri, seherlerdir. Seherlere çok îtinâ gösterirler. Zira Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17])

Seherlerde uyanık olmak. Cenâb-ı Hak seherlerde uyandırıyor. Bütün mahlûkat uyanıyor. Hayvanlar başlıyor, horozlar ötmeye başlıyor. Bazı kelpler ulumaya başlıyor. Çiçekler güzel, daha güzel kokularını veriyor.

Cenâb-ı Hak da:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17])

Seher kapılarını açıyor. Af kapılarını açıyor. Rahmet kapılarını, bir rahmet yağmurlarını indiriyor kalplerimize.

Seherlerimizi ikmâl edebilmek -inşâallah-. Bilhassa teheccüd namazı. Efendimiz, o uzun çöl yolculuklarında bile teheccüd namazını terk ettiği vâkî değildi. Uzun uzun kılardı buyuruyor Âişe Vâlidemiz. Ayakları şişerdi buyuruyor. Bakara, Âl-i İmrân, öyle devam ederdi buyuruyor. Ben:

“‒Yâ Rasûlâllah! Bu kadar kendini yıpratma.” dediğim zaman:

“‒Yâ Âişe! Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Teheccüd, 16)

Cenâb-ı Hak seherler için bizim, bilenlerle bilmeyenler kimler? Zümer Sûresiʼnde, “سَاجِدًا وَقَائِمًا” buyuruyor. (ez-Zümer, 9) Seherlerde uyanık olurlar. Secde hâlinde olurlar, kıyam/ibadet hâlinde olurlar.

Yine Cenâb-ı Hak Furkân Sûresiʼnde:

İbâdurrahman/Allâhʼın rahmetinin tecellî ettiği kullar; “سُجَّدًا وَقِيَامًا” : seherlerde kıyam hâlinde olurlar, zikir hâlinde olurlar, secde hâlinde olurlar, buyruluyor.

Seherler bir istiğfar zamanıdır.

اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظِيم…, اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظِيم, اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظِيم

Cenâb-ı Hak açıyor şeyini bize, rahmet kapılarını açıyor.

Kelime-i tevhîd. Rasûlullah Efendimiz:

“Kelime-i tevhîd ile îmânınızı tecdîd edin (yenileyin, tazeleyin).” buyuruyor. (Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)

Seherler bir kelime-i tevhîdi anma, kelime-i tevhîdi tekrarlama zamanı. Kelime-i tevhîdi rûhumuza sindirme zamanı.

Kelime-i tevhîd nedir?

Lâ ilâhe: Allahʼtan uzaklaştıracak her şeyden kalbin korunması.

İllâllah: Kalbin Cenâb-ı Hakkʼın cemâlî sıfatlarının mazharı olması.

Yine, seherlerde salevât-ı şerîfe var. Peygamber Efendimizʼle selâmlaşma bir nevî.

“Bana selâmlar gelir, ben de iâde-i selâmda bulunurum.” buyuruyor. (Bkz, Ebû Dâvûd, Menâsik, 96; Beyhakî, Şuab, II, 215)

Efendimizʼin gönlünde yer edinebilmesi.

Efendimiz buyuruyor:

“…Ben (diyor), İsrâfil Sûrʼu üfürünceye kadar kabrimde «ümmetî, ümmetî» diyeceğim…” buyuruyor. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)

“…Güzel amelleriniz bana gelir arz olunur, sevinirim. Nâhoş amelleriniz gelir, üzülürüm (buyuruyor), istiğfâr ederim.” buyuruyor. (Heysemî, IX, 24)

Velhâsıl salevât-ı şerîfeler, o da çok mühim bir yer işgal ediyor seherlerde.

Yine seherlerde, havanın o loş karanlığı içerisinde, kabir iklimine girebilmenin bir ön hazırlığı, kabre girebilmenin bir ön hazırlığı olmuş oluyor, onun için tefekkür-i mevt; ölümü düşünmek.

Rasûlullah Efendimiz:

“Bütün lezzetleri, bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın.” buyuruyor. (Tirmizî, Zühd, 4/2307)

En güzel hatırlanan zaman da o seher vakitleri, havanın loş karanlığı.

Yine, nasıl vücudumuzda birtakım merkezler var: Kalp var, karaciğer, akciğer, mide, safra kesesi vs… Bu şekilde mânevî merkezler de var, rûhânî merkezler var.

Cenâb-ı Hak:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28]) buyuruyor. Cenâb-ı Hakkʼı anmakla bir, rûhen Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmemiz, hayat bulmamız.

Velhâsıl Rabbimiz bizden bir seher istiyor. Seherlerde kendisine yaklaşmamız ve rûhânî tecellîler olması. Gündüze de bu şekilde bir rûhumuzu doyurarak girebilmek.

Yine Cenâb-ı Hak Zâriyat Sûresiʼnde:

“Geceleri pek az uyurlardı, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18) buyuruyor.

Demek ki bir kul, gece büyük bir rûhâniyet telâkkî edecek, gündüze de bu rûhâniyetle girecek. Gündüz de sadıklarla beraber olmanın gayreti içinde bulunup böylece nefsânî hayatın şerlerinden kendini korumaya çalışacak. Böylece gündüzü, yeni bir geceye hazırlanmak mâhiyetinde olacak.

İbrahim Edhem Hazretleriʼne birisi gelip diyor ki:

“‒Ben (diyor), geceleri kalkamıyorum.” diyor. “Bana bir çare göster.” diyor.

O da diyor ki:

“‒Gündüzleri Allâhʼa isyan etme…”

Yani gözün, kulağınla… Gözünle yanlış şeylere bakma, kulağın yanlış şeyleri işitmesin, ağzından yanlış sözler çıkmasın.

“…Seni O, o zaman geceleri huzurunda bulundurur. Geceleri Oʼnun huzurunda bulunmak büyük bir şereftir….”

Nitekim bir hadîs-i şerîfte buyruluyor:

“…Müʼminin şerefi geceleri kāim olmasındadır…” (Hâkim, IV, 360-361/7921)

Yine devamında:

“…Bu şerefi günahkârlar hak edemez.”

Günahlar, uykuda geçirtir.

Yine buyruluyor:

Üç türlü insanın Allâhʼı göreceği müjdelenmiştir. Yani ruʼyetullahʼtan bir nasip alacağı müjdelenmiştir üç kişinin. Kimler bunlar?

‒Saf ve samimî kalpler. Kalb-i selîme ulaşmış kalpler.

Bir vasfı da onların:

‒Gecenin karanlığında Güneşʼi bulanlar. Yani seherlerden istifade edenler. Gönül âlemini rûhâniyetle doyuranlar. Gecenin karanlığında Güneşʼi bulanlar.

Üçüncüsü:

‒Ölümü, hayattayken bütün hareketleriyle birleştirmiş olanlar, ölümü unutmayanlar.

Buyruluyor:

İki şeyi unutma: Cenâb-ı Hakkʼı unutma (iş kolaylaşır), bir de ölümü unutma (iş kolaylaşır).

Onun için bir müʼminin hayatı “tâzim li-emrillâh”; Allâhʼın bütün emirlerini huşû, vecd, istiğrak içinde îfâ edecek. “Şefkat alâ halkillâh”; Allâhʼın bütün mahlûkâtı; insan, hayvan, nebâtat vs. onlara müşfik olacak. Onları yaratan Cenâb-ı Hak. Onları bizim için yarattı. Onları Cenâb-ı Hak bize zimmetli olarak kılıyor.

Üçüncüsü, Hak dostlarının; tevekkül, tefviz, teslîmiyet ve rızâ hâlinde yaşarlar.

Ömer bin Abdülazîzʼe soruyorlar:

“‒Sen hayatta neyi seversin?” diyorlar. O da diyor ki:

“‒Benim sevincim yalnız mukadderâtımadır. Ben, Allah Teâlâʼnın hükmünü severim (buyuruyor) hakkımdaki.”

Yani Allâhʼın tecellîlerinden râzı olarak yaşayabilmek… İstikbâli bilemiyoruz. لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله [Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.] İstikbâlimizi bize kaderi ihsan eden, küllî irâdeyi, Cenâb-ı Hak. En güzel rahatlık, huzur, işte peygamberlerde, evliyâullahta, Hak dostlarında; Cenâb-ı Hakʼtan râzı olmak, her hâlinde râzı olmak.

Hattâ bir, yine bir Hak dostu diyor ki:

Bir şu mahlûkâtı seyret diyor.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Allâhʼın adıyla oku…” (el-Alak, 1)

Seyret diyor, şu cihânı diyor. Bak diyor, şimdiye kadar hiçbir kuş, komşusundan daha çok sayıda yuva yapmaya uğraşmadı bir yuvası varken. Hiçbir tilki, saklanacak tek bir deliği olduğu için üzülmedi. Hiçbir sincap, bir yerine iki kış geçirecek kadar ceviz toplayıp saklamadı ve o endişeden ölmedi. Hiçbir kelp, yaşlılık yılları için birikmiş kemiği olmadığı gerçeği üzerine uykusuz geceler geçirmedi.

O zaman diyor, insanın bu ihtirâsı niye? Bu ihtiras nereye?..

Cenâb-ı Hak:

“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen Allahʼtan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 27-30) buyuruyor.

Allah bize ne ikram etti? Akıl, zekâ, vücut gücü, mal gücü… Hepsini bir emânet olarak alabilmek. Rabbimin emânetidir. Allah yolunda istikâmetlenebilmek.

Cenâb-ı Hak âyette buyuruyor, Bakara Sûresiʼnde:

“Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (el-Bakara, 216)

Demek ki Cenâb-ı Hak, kulundan sadâkat istiyor. Sadakâtle bir teslimiyet istiyor. “Niçin, neden…” Bunları kaldırmak istiyor.

Enes bin Mâlik rivâyet ediyor. Hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“Bazı müʼmin kullarımı (takvâ sahibi) zenginlik sağlam kılar…” diyor. Çünkü devamlı ikram eder, ihsan eder, çalışır, kazanır, müslümanın derdiyle dertlenir.

“…Onu fakir etsem, bu durum ona yaramaz (mâlâyânî ile meşgul olur). Bazı müʼmin kullarımı da fakirlik sağlam tutar. Ona bol rızık versem, durumunu ifsâd eder…” (Bkz. Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfat, s. 122)

Kârunʼun kendisini ifsâd ettiği gibi, Belʼam bin Bâûrâʼnın kendisini ifsâd ettiği gibi.

Velhâsıl müʼmin, Allahʼtan râzı olacak, huzur bulacak…