Kul Mükerrem Olacak

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

KUL, MÜKERREM OLACAK…

Muhterem kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hak muhtelif âyetlerde, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nîmetleri bildiriyor. Ve bu nîmetleri kul, idrâk edecek, istikâmet sahibi olacak, takvâ sahibi olacak, Cenâb-ı Hak’la dost olacak.

Okunan âyet-i kerîmeler de bu dostluğun getireceği neticeyi bildiriyor. Bu, mü’minlerin bir karakter vasfını bildiriyor. Sonra bunun zor bir şey olduğunu, yani sabır işi olduğunu bildiriyor. Dünyanın bir imtihan dershânesi olduğunun bir idrâki içinde olabilmek.

Cenâb-ı Hak nîmetlerini bildiriyor. Sayısız nîmetleri var. Sayısız mahlûkâtı var. İnsanı, ahsen-i takvîm, yani Cenâb-ı Hakk’a dost olacak en güzel bir istîdatta yarattı. Yani kul, Cenâb-ı Hakk’ın bir sanat hârikası hâline gelecek. Mükerrem olacak. Mükerrem olacak, muhteşem olan Cennet’e lâyık hâle gelecek.

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي اٰدَمَ

(“Âdemoğlunu mükerrem (üstün) kıldık…” [el-İsrâ, 70]) buyuruyor.

“Biz mükerrem kıldık.” buyuruyor. İbadette mükerrem olacak, muâmelâtta mükerrem olacak, ahlâkta mükerrem olacak, muâşerette mükerrem, hak-hukukta mükerrem olacak ve bir mükerremlik, yani Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzünde şâhidi olacak. Bunu Cenâb-ı Hak arzu ediyor, verdiği nîmetler karşısında.

Yine Cenâb-ı Hak:

نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor.

Kendinden istîdatlar veriyor. Kul bu istîdatları inkişâf ettirecek. Nefsânî arzularını bertaraf edecek, Cenâb-ı Hak’la dost olacak.

Yine:

“Biz insanı en güzel bir sûrette yarattık.” (et-Tîn, 4) buyuruyor. Ahsen-i takvîm üzerine. Yani mahlûkâtın en şereflisi olacak haslet ve meziyetlerle kul donanacak. Bu şekilde Cenâb-ı Hak davet ediyor. Nereye davet ediyor? Âhirete davet ediyor, Cennet’e.

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor. Rafine olmuş, tertemiz bir kalple.

“Nefs-i mutmainne” buyruluyor: Cenâb-ı Hak ne kuluna neler verdi, imkânlar verdi; hepsini Allah yolunda kullanıyor.

“Râdıye” buyruluyor: Allah’tan râzı olacak. “Niçin, neden” onu istemiyor Cenâb-ı Hak. Gaybı bilen Cenâb-ı Hak. Biz kendimize göre, istikbâle mâtuf şeylere “hayırdır” deriz, “şerdir” deriz. Cenâb-ı Hak teslîmiyet istiyor.

O teslîmiyet neticesinde “merdıyye”; Allah da kulundan râzı olacak. Böyle bir gönül kıvamı Cenâb-ı Hak bizden arzu ediyor, verdiği nîmetler mukâbili.

Mevlânâ’nın güzel bir teşbihi var:

“Sen diyor, gerçeği öğrenmek istiyorsan diyor, Mûsâ da Firavun da senin içinde gizlenmiştir diyor. (Yani Firavun, fücuru temsil ediyor. Mûsâ da takvâyı temsil ediyor.) Bunlar senin içinde gizlenmiştir buyuruyor. Senin gönlünde savaş ediyor diyor. (Yani nefsânî arzularla rûhânî istîdatlar savaş ediyor. Onu diyor, sen diyor, düşmanı diyor, dışarıda arama diyor, içinde ara.” diyor.

Yine Cenâb-ı Hak muhtelif âyetlerde de bize nîmetlerini bildiriyor. Ve bize îkazlarını bildiriyor. Câsiye Sûresi’nde de:

“…Göklerde ve yerde ne varsa âmâde kıldım…” (Bkz. el-Câsiye, 13) buyuruyor.

Yani insanın bir şeyi, endam aynası. İnsanın ne ihtiyacı var? Tefekkürü nasıl zirveleştirecek? Cenâb-ı Hak şu dünyada hepsini halk ediyor. Neye baksa ilâhî azamet tecellîsi.

Kullarını seviyor Cenâb-ı Hak. Bilhassa ümmet-i Muhammed’i çok seviyor. Şuradan ümmet-i Muhammed’i çok seviyor: Rasûlullah Efendimiz’i çok seviyor. Muhtelif âyetler, Rasûlullah Efendimiz’i hep tekrîm ediyor. Diğer peygamberlerden farklı tarafını gösteriyor.

Peygamberimiz de ümmetini seviyor. Cenâb-ı Hak da kuluyla dost olmak arzu ediyor. Cennet’e dâvet ediyor. Hep îkazlar var.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nereye gitseniz, O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

Cenâb-ı Hak müteâl. Yani dünyevî intibâlarla Cenâb-ı Hakk’ın azamet-i ilâhiyyesini idrâk etmek mümkün değil. Sonsuzluk…

Kehf Sûresi’nin sonunda:

“Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa, onlar biter. Misli olsa yine Allâh’ın kelimeleri bitmez.” buyruluyor. (Bkz. el-Kehf, 109) Bir sonsuzluk…

Velhâsıl Cenâb-ı Hak, bütün; bugün yedi buçuk milyar insan mı var dünyada, trilyon trilyon trilyon balık mı var, trilyon trilyon gökteki yaşayanlar var ve melekler, şeytanlar, cinler vs. nebâtât vs… Cenâb-ı Hak hepsinin yanında. Böyle bir azamet-i ilâhiyye.

Kul bunun için dâimâ bir acziyet içinde; “Aman yâ Rabbi!” diyecek, verdiği nîmetleri düşünecek.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nereye gitseniz, O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4) buyuruyor.

Yine, iç âlem düzelecek. Duygular düzelecek. Nefsânî duygular bertaraf edilecek, rûhânî duygular inkişâf edecek.

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ buyuruyor.

“…Şah damarından daha yakın…” (Kāf, 16) olduğunu bildiriyor.

Yani içimizden geçenleri bir biz biliyoruz, bir de Cenâb-ı Hak biliyor. Yani bir, kulun bir teyakkuz hâlinde olması, duygularını düzeltmesi lâzım.

Velhâsıl dostluk, müştereklikten kaynaklanır. Cenâb-ı Hak mü’minleri tevhîd ile dostluğa davet ediyor. Tevhîd ile dostluğa. Tevhîd de “lâ ilâhe” ile başlıyor. Baştan, bu nefsânî arzular bertaraf edilecek. “İllâllah”; cemâlî sıfatların kalp, mazharı hâline gelecek.

Ondan sonra ne olacak kul? Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“…Gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi olurum…” buyruluyor. (Buhârî, Rikāk, 38)

Böylece Cennet’e davet ediyor Cenâb-ı Hak.

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Onlar çok büyük şiddet… Rasûlullah Efendimiz dâimâ kabir azâbından, kıyâmet şiddetinden… Duâ etmemizi bize bildiriyor. Bu şeyden;

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (el-Ahkāf, 13; Yûnus, 62) buyruluyor, bu dost olanlar.

Demek ki, dostluğun gerektirdiği şekilde istikâmetlenebilmek, takvâ üzere bir hayat yaşayabilmek; Cenâb-ı Hakk’ın mü’minlerden istediği bir dostluk nişânesi. Yeryüzünde Allâh’ın şâhidi olmak, dînin temsilcisi olmak. Onun için Cenâb-ı Hak:

“…Sizi bir vasat ümmet (hayırhah ümmet) olarak yarattık, (yeryüzünde Allâh’ın) şâhidisiniz (Allâh’ın dînini temsil edersiniz), Peygamber de şâhid olsun…” (el-Bakara, 143) buyuruyor.

Demek ki, Cenâb-ı Hak bizi böyle dost olacak vasıflarla Cenâb-ı Hak bizi müzeyyen kılıyor. Nefsânî arzuları bertaraf edeceğiz. Gerçek dost, dostu hiçbir zaman unutmaz. Onun için Cenâb-ı Hak, çok çok zikir istiyor bizden. Unutmayacağız. Yani dilden kalbe inecek bu zikir. Kalbe indiği zaman, fiile geçmiş olacak bu zikir. Tatbikâta geçmiş olacak.

Cenâb-ı Hak bu imtihan dünyasını, zaten son insandan sonra infilâk edecek hepsi, bu kâinâtı Cenâb-ı Hak mûcizevî âyetlerle tezyin etti. Kâinât, esmâ-i ilâhiyyenin fiilî bir tecellîsi. Âdeta sessiz bir Kur’ân kâinat.

Kalp inkişâf edecek. Kur’ân-ı Kerîm de kelâma bürünmüş bir, bir öğüt veren bir kâinat. Cenâb-ı Hak, düşünelim; sonsuz kuluna ikramları. İnsan da bu her ikisinin kavşağında bir irfan mihrâkı olacak.

Cenâb-ı Hak:

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene (yemin ederim ki).” [eş-Şems, 8]) buyuruyor. Fücur bertaraf edilecek, takvâda mesafe alınacak. İki yüz küsur yerde “takvâ” geçiyor, muhtelif kalıplarda.

Takvânın fârik vasfı nedir? Hiçlik… Hiçten meydana geldin. Bütün nîmet Cenâb-ı Hakk’a âit. Muvaffakıyette bile:

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ

(“Rabbini hamd ile tesbîh et ve Oʼndan mağfiret dile.” [en-Nasr, 3]) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Muhtelif âyetlerde takvâ; en başta tevâzû olacak. Hiçlik içinde olacak. “Ben” kelimesini unutacak. Dâimâ “Yâ Rabbi, Sen!” diyecek. Cömert olacak. Firâset, ince düşünüş sahibi olacak.

Bir Hak dostu, şöyle takvâyı ifade ediyor:

“Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaratan.”

Yani nefsânî arzularını bertaraf ettiğin zaman, Cenâb-ı Hak’la beraberlik meydana gelir. Şimdi; Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak, Karadeniz’e aktığı zaman, Karadeniz’de Sakarya’yı, Kızılırmak’ı, Yeşilırmak’ı bulamazsınız. Artık o Karadeniz olmuştur. Bu şekilde bir dostluk olacak. Nefsânî arzular tamamen bertaraf edilecek.

Zaten tasavvuf da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e benzeyebilme gayretidir. İbadetin benzeyecek, ahlâkın benzeyecek, muâmelâtın benzeyecek. Bir yerde fire olmayacak. Fire olursa zedelenir.

İnsana en mühim 3 tane tâlimat var. Birincisi, ilk gelen âyet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin ismiyle/adıyla oku!” (el-Alak, 1)

Bunu ne okur? Göz okuyamaz, kalp okur. Her gördüğünde, her yediğinde, her içtiğinde, her baktığında, her muhayyilesinde/hayâlinde, Cenâb-ı Hak’la beraber olacak.

Kendini düşünecek: Nereden geldi kendi? Bir hiçten nasıl meydana geldi? Kendisi, evlâdı, çoluk-çocuğu, yahut diğer şeyi veren kim?

Güneş’e bakacak. Bu Güneş nasıl doğuyor, hiç takdim-tehir var mı? Arıza var mı? Atmosferde hiç değişiklik var mı? Hiç toprak küsüyor, vermiyor mu sebzesini-meyvesini?

Yerken, içerken, her zaman ibadette kul, Cenâb-ı Hak’la beraberliğini temin edecek. اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ Esas tahsil de bu. Bu, kalbin tahsili bu. Ve bu tahsille öbür tarafa gideceğiz. Diğer tahsillerle değil. Onlar dünyada kalacak. O zaten öbür tarafta sana ya hayır olacak yahut da şer olacak. Dünyevî tahsil eğer takvâ içinde yaşanırsa hayır olacak. Yok eğer, takvâdan uzak, nefsânî arzular içinde yaşanırsa şer olacak.

İşte câhiliye toplumuna peygamberler gelir. Câhiliye toplumu içinde bilenlerden olabilmek.

Cenâb-ı Hak da, bilenler üç kısımdır buyruluyor. Birincisi “سَاجِدًا وَقَائِمًا” (“…(Geceleyin) secde ederek ve kıyamda durarak…” [ez-Zümer, 9]) Bir seher hayatı olanlar. Bir gece hayatı olanlar. Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.

“Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) buyuruyor.

Seherlerde bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’a olan bir samimiyetini gösteriyor. Çünkü seherler, nefse zor gelir. Uyku çok rahatlık verir. Yatak mıknatıs gibi çeker. Onun için seherler çok mühim. Bu, Cenâb-ı Hakk’ı tanıyabilmenin, tahsil edebilmenin, Cenâb-ı Hak, birinci şartı; “سَاجِدًا وَقَائِمًا” buyuruyor. “…Secde ve kıyam hâlinde olurlar…” (ez-Zümer, 9)

Yine Cenâb-ı Hak; ibâdurrahmân/Allâh’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar, orada da; سُجَّدًا وَقِيَامًا buyuruyor. Orada da: “…Secde ve kıyam hâlinde olurlar.” (ez-Furkân, 64)

Çok âyet var. Demek ki hayatımızda her şeyin bir şerîat hududuna dikkat edebilmemiz lâzım. Bugün bu kaydı maalesef. Kayanlarla olmaz. Şu bardağın içine biraz necâset gitse, bu bardağın bütün güzelliği gider.

Miras hukuku kaydı. Kul hakkı giriyor. Haram giriyor gıdalara. Haramda şifâ yoktur. O muhtelif şeyler geriye çıkar ama insan farkında olmaz.

Kalem Sûresi’nde bir hâdise var:

Yemenli bir zât, öşür, öşrünü fazla fazla dağıtırmış. Biçerken ekinleri, fakirler gelip toplanırlarmış; fazla fazla verirmiş.

Vefat ediyor. Çocukları muhteris:

“–Bu diyorlar, bize bile kâfi gelmez. Aman diyorlar, fakirler, garipler gelmeden biz yavaşça gidelim; ne var ne yok toparlayalım. Sessiz sessiz gidelim ki, sesimizi duyup toplanmasınlar tarlaların etrafında…”

Niyet değişiyor. Kalp değişiyor.

Bir gidiyorlar, bakıyorlar; tarlaları kapkara olmuş, simsiyah olmuş.

Biri diyor ki:

“–Herhâlde diyor, yanlış yere geldik diyor. Bu bizim tarlamız değildi.” diyor.

Öbürü uyanıyor:

“–Yok diyor, bu bizim tarlamız diyor. Biz diyor, bir hakkı gasbettik diyor. Biz hakkı gasbettiğimiz için Cenâb-ı Hak bize bir ders olarak tarlamızı bu hâle getirdi.” diyor.

Bu da öyle kardeşler! Hak-hukuk çok mühim. Mîras çok mühim. Zekâtlar, öşürler çok mühim. Bunlar eğer zedelenirse kalp de zedelenir.

Onun için birincisi şerîat. Olmadan olmaz.

Düğünler-dernekler, mühim bunlar. Bir mânevî hayata giriştir düğün. İki tarafın Cenâb-ı Hakk’a bir akitte bulunarak bir hayata giriştir. Bu düğünlerin Cenâb-ı Hakk’ın arzu ettiği gibi olması lâzım. Kadın-erkek ihtilâtlı/karışık vs… Allah böyle mi istiyor?!

Onun için, işte;

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Şerîati iyi okumak lâzım. Rasûlullah Efendimiz’i iyi okumak lâzım. Allâh’ın verdiği bu Kur’ân-ı Kerîm’i iyi okumak lâzım. Âyetlerde derinleşmek lâzım…