Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- buyurur: “Gözü haramdan korumak, ne güzel şehvet perdesidir.” İffet; varlıklar içinde insana verilmiş bir fazîlettir. Lâkin insan, bu vasfına vedâ ederse diğer mahlûkâtın seviyesine düşmüş olur. Cenâb-ı Hak, Kurʼân-ı Kerîmʼin 34 yerinde Meryem Vâlidemizʼin nâmını zikretmektedir. Onu, “İffetini koruyan Meryem” olarak takdim etmektedir. (Bkz. el-Enbiyâ, 91)......
Edebin en fazîletlisi, kişinin haddini bilerek sınırı aşmaktan sakınmasıdır. Bu sebeple; “Ulemânın yanında diline, evliyânın yanında kalbine, sofrada eline, misâfirlikte gözüne sahip ol!” denilmiştir....
Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, o gönül sahibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir? Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerine bîgâne kalarak onların gönüllerini kırarlar.” Hâlbuki gönül, nazargâh-ı ilâhîdir!.....
Fizik boşluk kabul etmediği gibi gönüller de boşluk kabul etmez. İmâm Şâfiî Hazretleri’nin buyurduğu gibi; “Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”...
Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun. Ey başkalarına ağlayan göz! Gel, bir müddettik otur da kendine ağla! Mum, ağlamakla daha aydın bir hâle gelir.” Zira buyrulur: “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz.” “Ölmeden evvel ölünüz.” Yani nefsânî arzularınızdan ölümle zarûrî olarak vazgeçmeden evvel,......
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Yalnızlık kötü arkadaştan daha hayırlıdır; sâlih bir arkadaş ise yalnızlıktan daha iyidir…” (Hâkim, III, 343) Şeyh Sâdî de, bu hususta şöyle der: “Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı; nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e geçti. Hazret-i Nûhʼun ikinci karısı......
Allah yolunda cihaddan maksat, sadece kılıç harbi değildir. Kılıç; zulmü kaldırmak, hakkı tevzî etmek gibi zarûret hâllerinde kullanılan bir demir parçasıdır. Cihad; toprağı kanla sulamak değildir. Esas fetih, gönüllerin fethidir....
Gerçek bir mü’min, diğergâm insandır. Kendi kurtuluş beraatini alabilmenin, başkalarının da kurtuluşu için hizmet ve gayret etmekten geçtiğini bilen insandır. Zira sırf kendi menfaatini düşünen, kaba, hodgâm, bencil ve cimri bir insan tipini Rabbimiz reddediyor....
Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Bir bıçak, kendi sapını, başka bir bıçak olmaksızın nasıl yontabilir? Sen git, yaralarını bir gönül cerrahına göster. Sen onları kendi kendine tedâvi edemezsin…” “Dünyevî duygu ve düşüncelerinin sağlığını tabipten, kişiyi sonsuza yücelten ilâhî hislerin sıhhatini de mürşid-i kâmilden öğren!..”...
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Dünyada varlığı çok olanlar, âhirette sevapları az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına, şöyle, şöyle ve şöyle verenler müstesnâdır. Fakat onlar da ne kadar azdır.” (Buhârî, İstikrâz 3, Rikāk 14) Biz de helâlden kazanıp infak etmeliyiz. Hazret-i Ebû Bekir ve Abdurrahman bin......
Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Ey ekmek uğruna îman cevherini atan, ey bir arpaya bir hazineyi satan (fânî dünya uğruna ebedî âhiretini mahveden) zavallı! Unutma ki Nemrut, gönlünü İbrahim’e kaptırmadı ama canını bir sivrisineğe teslim etti…”...
Bu dünyadan gidenler, ister köle, ister pâdişah gibi gitsinler, oradaki bütün sermâyeleri, ne götürdülerse odur. Orası; sapla samanın ayrıldığı, nice mahrumların hazinelere kavuşup nice gâfil zenginlerin de ebediyet fukarâsı ve mahşer dilencisi olduğu bir yerdir. Orada yalnızca Hakk’a sâdık kulların sadâkatlerinin, selîm kalplerinin ve sâlih amellerinin faydası vardır....
Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Dünya hayâtı bir rüyadan ibârettir. Dünyada servet sahibi olmak, rüyada define bulmaya benzer. Dünya malı, nesilden nesile aktarılarak dünyada kalır.” “Ölüm meleği, gâfil zenginin canını almakla onu uykudan uyandırır. O kimse, gerçekte sahibi olmadığı bir mal için dünyada çektiği sıkıntılara hayretle âh vâh eder ve bin pişman......
Ahlâk ve nezâketimiz hangi seviyede? Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, muhâtaplarının hatâlarını onlara yakıştıramadığını hissettirmek maksadıyla, kendilerine âdeta galat-ı ruʼyet (yanlış görme) izâfe ederek: “Bana ne oluyor ki sizleri böyle görüyorum.” buyururdu. (Bkz. Buhârî, Menâkıb 25, Eymân 3; Müslim, Salât, 119) Yani hatâ ve kusur işleyenleri dahî rencide etmeden,......