İslâm Nazarında Akıl ve Felsefe

Mâhir bir dalgıç, derin sularda korkusuzca yüzerek muhteşem manzaralar seyredebilir. Seviyeli bir müʼmi­nin, pergelin sâbit ayağı şerîatte olduğu müddetçe, diğer ayağıyla 72 milletin kültürünü dolaşmasında hiçbir mahzur yoktur. Mahzurlu olan, yüzme bilmeyenin derin sulara dalmasıdır. Yani Kurʼân ve Sünnet kültürünü lâyıkıyla hazmedememiş birinin; güçlü diyalektik teknikleriyle (mantık oyunlarıyla) süslenmiş bâtıl fikirlere muhâtap olduğunda, onları hakîkat zannetmesi veya en azından bâtıla hayranlık duymasıdır.

Felsefeyle iştigalde mahzurlu olan diğer bir husus da, Batıʼya körü körüne hayranlığın getirdiği bir hastalık olan; İslâm tefekkürünü felsefî bir zemine oturtmaya çalışmaktır. Kasten veya câhilce bir taklit hırsıyla aklı esas alıp nakli tahfif etmek, yani geri plâna atmaktır.

İslâmʼın ne beşerî sistemlerle, ne zamâne akımlarıyla, ne de kendinden başka dinlerle bir senteze ihtiyacı yoktur. Buna ihtiyaç görmek, İslâmʼın ihtişâmını lâyıkıyla tanımamaktır. Zira İslâm, yeryüzündeki yegâne hak dîndir ve en mükemmel dünya görüşüne sahiptir.

Her bakımdan asil ve kusursuz bir bülbülün, bed sesli bir kargayı emsal alarak şakıyabildiğini ve o olmadan bu özellik ve güzelliğini koruyamayacağını iddiâ etmek, sadece tuhaf bir cehâlet lâkırdısıdır.

Yayın: Erkam Yayınları

Dil: Türkçe

Yıl: 2013

Eseri temin etmek için tıklayınız….