Gönül Dergâhından Hikmetler 7

Yıl: 2016 Ay: Ocak Sayı: 112

Kur’ân-ı Kerîm, beşeriyet için Rahmânî sadâları işitmek, ilâhî nefhayı rûhunda hissetmek ve daha bu dünyada iken Allah ile mükâleme etmenin en feyizli yoludur. Tefekkür, tertîl ve edeple Kur’ân okumak, Allah ile konuşmak gibidir. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Sizden birisi Rabbi ile münâcât ve mükâlemeyi (O’na yalvarıp O’nunla konuşmayı) severse huzûr-i kalp ile Kur’ân okusun.” (Süyûtî, I, 13/360)

***

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîmʼden istifâde hususunda insanoğlunun durumunu şöyle beyan buyurmaktadır:

“Sonra Kitâb’ı, kullarımız arasından seçtiğimiz kimselere verdik. İnsanlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allâh’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazîlet budur.” (Fâtır, 32)

Yani insanların kimisi Kur’ân okuduğu hâlde, okuduğu boğazından aşağıya inmez, kalbinde akis bulmaz ve amellerine yansımaz. Böylece nefsine zulmederek en büyük nîmeti ziyân eder. Kimisi orta yoldadır, kâh amel eder, kâh ihmâl eder. Kimisi de Kur’ân’ın feyz ve rûhâniyetiyle Hakkʼa râm olup hayırlarda mesafe kateder. İşte en kazançlı çıkanlar onlardır.

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında:

“–Şüphesiz insanlardan Allâh’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Onlar kimlerdir?” diye sorunca Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Onlar Kur’ân ehli, Allah ehli ve Allâh’ın has kullarıdır!” cevabını verdi. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Kurʼân ehli olabilmek için; kalplerimizin Kurʼânʼın feyz ve rûhâniyetiyle dolu olması, hâl ve davranışlarımızla Kurʼânʼın canlı bir tefsiri olmaya gayret etmemiz ve bu ruhla emr biʼl-mârûf ve nehy aniʼl-münkerde bulunmamız gerekir.

***

Kur’ân istikâmetinde bir hayat yaşamak, her mü’minin vazifesidir. Aksi hâlde âhirette Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şefâat-i uzmâsını beklerken O’nun bizden şikâyetçi olması da muhtemeldir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in hilâfına bir hayat yaşayanlar hakkında âhirette Peygamber Efendimiz’in Rabbine şikâyette bulunacağı, âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

“Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’ân’ı büsbütün terk etti.” (el-Furkân, 30)

***

Nesillerini muhâfaza duygusu içinde çırpınan bitkiler ve hayvanlar karşısında, kâinâtın en yüksek varlığı olan insanların nesillerini mânevî duygulardan ve Kur’ân nûrundan bîgâne yetiştirmeleri çok acıdır.

***

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allâh’ın kendisine Kur’ân verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Al­lâh’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” (Buhârî, İlim, 15)

***

Günümüzde birçok sporcu ve artistlerin hayat hikâyeleri dahî ezberlenip hâl ve tavırları örnek alınırken, ebedî hakîkat ve saâdet yolunun rehberleri olan peygamberler hakkındaki Kur’ân mesajlarından kâfî derecede ibret alınmaması ne hazindir…

***

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Muhâcirler’i de, Ensâr’ı da severdi. Fakat en çok vakit ayırdığı, maddî-mânevî ihtiyaçlarıyla en çok ilgilendiği kimseler, Suffe Ashâbı idi. Onların açlarını doyurur, çıplağını giydirir, hasta olanıyla bizzat ilgilenirdi. Öncelik onlardaydı. Çünkü onlar; Kur’ân hâdimleriydi. Çünkü onlar, o gün Kur’ân talebeleriydi; yarın da insanlığın Kur’ân muallimleriydi.

***

Kendisini Tâif’te taşlayanlara bile bedduâ etmeyen Rahmet Peygamberi’­nin Kur’ân muallimlerine yapılan ihânet karşısında bedduâ etmesi, Kur’ân hizmetine mânî olanların ne büyük bir cürüm işlediklerinin bir ifâdesi olduğu gibi, Kur’ân hizmetini ihlâsla îfâ etmenin, Allah ve Rasûl’ünün nazarında ne şerefli bir yeri olduğunun da açık bir delîlidir.

***

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerin hâl ve vasıflarıdır. Okuyup tatbik edersen, kendini peygamberlerle, velîlerle görüşmüş farzet! Kur’ân okuduğun hâlde, onun emirlerine uymaz ve Kur’ân ahlâkını yaşamazsan, peygamberleri ve velîleri görmenin sana ne faydası olur?.. Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi anlayanlar, onu yaşayanlardır.”

***

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri’nin bir nasihati şöyledir:

“Kur’ân’ı çok okumalı ve mânâsını düşünmelisin. Okurken Allâh’ın sevdiği kullarını vasıflandırdığı güzel sıfatlara dikkat et ve onlarla vasıflan! Kur’ân’da zemmettiği, Allâh’ın gazabına uğrayanların vasıflandığı o mezmum sıfat ve huyları da gör ve onlardan kaçın! Çünkü Allah, kitabında bunları ancak amel etmen ve gereğini yapman için indirip zikretmiştir. Bu sebeple, Kur’ân okunduğunda, muhtevâsını iyi anlaman için Kur’ân ile ol!”

***

Anne-babaların evlâtlarına bırakacakları en güzel mîras, âhiret mîrasıdır. Zira evlâda bırakılan maddî mîras, ne olursa olsun, nihâyetinde bu dünyada kalmaya mahkûmdur. Ayrıca bu maddî mîrasın hayırda mı şerde mi kullanılacağı da meçhuldür. Lâkin mânevî mîras, sahibini hiçbir zaman yalnız bırakmaz ve onu ebedî bir saâdete ulaştırır.

Dolayısıyla Kur’ân’ın engin mânâ kevserinden kendisi tatmadığı için evlâdına da tattıramayan anne-babalar, büyük bir vebâl altındadırlar. Zira mânevî tahsil hususunda câhil bırakılan, Kur’ân ve Sünnet’in rûhâniyetiyle terbiye edilmeyip toplumun akışına bırakılan evlâtlar, kıyâmet günü anne-babalarından dâvâcı olacaklardır. O gün ki, âyet-i kerîmede ifâde buyrulduğu üzere bir “yevmüʼl-fasl / ayrılık günü”dür.

Cenâb-ı Hak, hayatını âhiret mîrası kazanmak uğrunda sarf edenlere: “Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn, 58) hitabında buyrulduğu üzere ikrâm edecektir. Fakat aynı sülâleden de olsa, aynı toplumdan olan mücrimlere şöyle seslenecektir:

“Ey mücrimler! Ayrılın bugün!” (Yâsîn, 59) Onlar da kötü bir âkıbetin yolcusu olacaklardır. Bu ne hazin bir ayrılıştır.

***

Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (Kur’ân’ı öğrenen, öğreten ve bu yolda hizmet edenler), hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, peygamberler ve Hak dostları ile birlikte Arş’ın gölgesindedirler.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I, 226)

***

Zihnin Kur’ân’ı hıfzettiği gibi kalbin de onu hıfzetmesi ve yaşaması zarûrîdir. Bu da davranışlarda ortaya çıkar.

Üniversiteyi bitirmiş, yüksek tahsil yapmış, bilgili, kültürlü nice gençler görüyoruz. Ne yazık ki Kur’ân ve Sünnet kültüründen haberleri yok. Yaptıkları tahsilin de, Kur’ân ve Sünnet’te medhedilen ilim olduğunu zannediyorlar. Hâlbuki insanın zihnini ve kalbini Allâh’a götürmeyen, O’nun kudret ve azamet-i ilâhiyyesini idrâke ulaştırmayan bilgiler, kişiye belki bu dünyada bir etiket ve apolet kazandırır, fakat onu ebedî bir hüsrana düşmekten kurtaramaz.

***

Ruhsuz bir bedenin bütün güzellik, sevimlilik ve mânâsı kaybolduğu gibi Kur’ân’sız bir insanın da mânâ ve kıymeti kalmaz.

***

Kur’ân’ın hikmet ve sırları, bir okyanus gibi derindir. Lâkin herkes kendi kalbî derinliği nisbetinde ondan istifâde eder. Kişinin kalbî istiâbı bir terzi yüksüğü kadar küçükse, o uçsuz bucaksız deryâdan alabileceği nasip de o nisbette olacaktır. Avâm-havâs bütün mü’minler aynı rahle önünde diz çöküp Kur’ân okusalar, herkes kendi kalbî seviyesi ölçüsünde ondan hisse alabilir. Kur’ân’ın mânâları, kulun Hakk’a yakınlığı derecesinde açılır.

***

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- buyurur:

“Eğer gönüller mânevî kirlerden (kalbî marazlardan) temiz olsaydı, Kur’ân’ın zevkine aslâ doyulmazdı.”

***

Allah Teâlâ’nın inzâl ettiği ilâhî bir ferman ve tâlimatnâme olan Kur’ân-ı Kerîm, ümmete Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalp âleminden sergilenmiştir. Muhakkak ki Kur’ân’ın sır ve hikmetleri, kalbin Allah Rasûlü’nün rûhâniyetine bürünmesi nisbetinde idrâk edilebilir.

Eğer sahâbe-i kirâm gibi bizler de Allah Rasûlü’nün gönül âlemine girmekle şereflenir ve ilâhî güzelliklerin, emir-nehiy, ilim ve hikmetlerin oradaki tecellîlerini seyretme bahtiyarlığına erebilirsek, kısacası ilâhî kelâmı O’nun kalbindeki tezâhürleri ve şerhiyle okuyabilirsek, o zaman gönüllerimiz asr-ı saâdetteki peygamber âşıkları gibi O’nun etrafında pervâne olur, her sözüne, her emrine ve hattâ her îmâsına dahî:

“Anam, babam, malım ve canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah!..” ifâdesinin özündeki aşk, vecd ve teslîmiyete nâil oluruz.

***

Ne mutlu, Peygamber Efendimiz’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın aşkından hisse alarak kalplerini îman vecdiyle, gönüllerini Kur’ân’ın rûhâniyetiyle, vicdanlarını güzel ahlâkın berraklığıyla, hayatlarını hizmet neşesiyle süsleyip ebedî saâdetin mânevî hazzı içinde yaşayan mü’minlere…