Gönül Dergâhından Hikmetler 12

Yıl: 2016 Ay: Haziran Sayı: 117

Cenâb-ı Hak bu cihânı, âhiretin kazanılacağı bir imtihan dershânesi olarak tanzim etmiştir. Hem dünya hem de âhiret huzuruna nâil olabilmek, kulun bu dershânede Rabbine yakınlığı nisbetinde mümkün olur.

Zira bu imtihan âleminde hayatın gâyesi, güzel bir kul olarak yaşamak ve güzel bir kul olarak can verebilmektir. Bunun yegâne yolu da, Cenâb-ı Hakk’ın beşeriyete üsve-i hasene olarak armağan ettiği, insanlık âbidesi Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in zarif ve duygulu hayatından hisse alarak derin, ince, rakik ve hassas bir kul olabilmektir. Teşrîfiyle şerefleneceğimiz Ramazân-ı Şerîf’in de, böyle bir kulluğun tâlim, tedris ve tatbikâtı şeklinde idrâk edilmesi gerekmektedir ki, ilâhî huzura yüz akıyla çıkabilelim.

***

Ramazân-ı Şerîfi lâyıkıyla idrâk edip güzelce ihyâ edebilirsek, yani onu ibadetlerle, güzel ahlâk tezâhürü amel-i sâlihlerle değerlendirip ferdî ve ictimâî kulluk vazifelerimizi lâyıkıyla îfâ edebilirsek, ilâhî af vaadi bizleri bekliyor.

Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır:

“Kim, inanarak ve sevâbını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini (ihlâsla) ihyâ ederse (kul hakları ve borçlar hâriç) geçmiş günahları affolunur.” (Buhârî, Terâvih, 46)

Fakat bunun zıddına, bu ilâhî rahmet hazinesine bîgâne kalıp ihmâlkâr davranırsak, ilâhî rahmetten mahrûmiyet tehlikesi mevcut… Yani bu kadar mühim, hassas ve kıymetli bir mevsimdeyiz.

***

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın rivâyetine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ramazan’da diğer aylardan daha fazla (ibadet ve tâat) gayretine girerdi. Ramazan’ın son on gününde ise evvelki günlerinden daha fazla ibadet ederdi. (Müslim, Îtikâf, 8; İbn-i Mâce, Sıyâm, 57)

Bizler de bu Ramazân-ı Şerîf’te Rabbimizʼe güzel bir kul olabilmek için yeniden bir besmele çekelim. Unutmayalım ki Ramazân-ı Şerîf, Kurʼân-ı Kerîmʼin nazil olduğu aydır. Bu ayda Cenâb-ı Hakkʼın bizden en çok arzu ettiği; Kurʼân-ı Kerîm ile hemhâl olmamız, Kurʼân-ı Kerîmʼle yaşama ve onu yaşatma gayreti içinde bulunabilmemizdir.

Dâimâ ibadetlerimizi artırmanın gayretinde olalım, lâkin bu hâl bizi kibre sevk etmesin.

Dâimâ cömertliğimizi artırmanın azminde olalım, lâkin bu vasıf bizi gurura sevk etmesin.

Dâimâ insanlara hizmetimizi artıralım, lâkin bu büyük nîmet bizi tevâzûdan aslâ uzaklaştırmasın.

***

Ramazân-ı Şerîfʼte tuttuğumuz oruçlar vesîlesiyle, bir bardak suyun ve bir lokma ekmeğin bile, aslında ne büyük nîmetler olduğunu yeniden hatırlıyoruz. Peki, üzerimizdeki sayısız nîmetlerin şükrünü ne kadar ödeyebildiğimizi, lâyıkıyla muhâsebe edebiliyor muyuz?

Meselâ, vatanımızın hemen yanı başındaki Suriyeli müslüman kardeşlerimiz, beş seneden beri vahşet dolu bir zulüm altında. Öyle ki, gıda ve temel ihtiyaç maddelerinden mahrum olan ve ölümle burun buruna gelen bu kardeşlerimizin -zarûret sebebiyle- kedi-köpek eti yiyebileceğine dâir fetvâ verildi. Karton parçalarıyla açlığını bastırmaya çalışan mâsum yavrular var. Bir parça yiyecek bulma ümidiyle çöpleri karıştıran gençler var. Çocukların en büyük hayali, karınlarını doyurabilmek…

Medenî(!) denilen ülkelerin, din kardeşlerimize yaptıkları vahşet ciğerleri dağlıyor. Dünyaya insanlık ve hak-hukuk dersi verenler, müslümanlara yapılan bu eziyetler karşısında tek bir kelime etmiyor, âdeta dilsiz kesiliyor. Sanki sessiz bir haçlı seferi manzarası…

Merhum şâirimiz Mehmet Âkif, şu beyitleriyle gönüllerin hissiyâtına ne güzel tercüman olmuş:

Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!

Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!..

Bizim vazifemiz, müslüman kardeşlerimizin derdiyle dertlenebilmek. Bize düşen, Rabbimiz’i ve Oʼnun Rasûlüʼnü sevindirebilmek. Zira ilâhî kameralar her şeyi kaydediyor.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Hayatım sizin için hayırlıdır; bâzı hâdiseler yaşarsınız, bunun üzerine size ilâhî vahiy ve hükümler indirilir. Vefâtım da sizin için hayırlıdır. Amelleriniz bana arz edilir. Güzel bir amel gördüğümde Allâh’a hamd ederim, kötü bir şey gördüğümde de sizin için Allâh’a istiğfâr ederim.” buyuruyor. (Heysemî, IX, 24)

***

Bu sene uzun ve belki de sıcak yaz günlerinde oruç tutacağız. Fakat unutulmamalıdır ki asıl zorluk, ilâhî rahmetten uzak kalmaktır. Asıl yakıcı sıcaklık, Ce­hennem ateşidir.

Nitekim hicretin 9. senesinde büyük bir îman imtihanı olan Tebük Seferi gerçekleşmişti. Ashâb-ı kirâm, sıcaklığın had safhada olduğu, hurmaların yetiştiği bir mevsimde bin kilometre gidip dönecekti. Münâfıklar, Allah Rasûlü’nün emrine karşı mâzeret öne sürdüler ve mü’min gönüllere vesvese vermek için ellerinden geleni yaptılar. “Bu sıcakta sefere çıkılır mı?!” dediler. Lâkin Cenâb-ı Hak onları şöyle îkâz etti:

“…Cehennem ateşi daha sıcaktır! Keşke anlasalardı!” (et-Tevbe, 81)

***

Gençlik, şahsiyet ve karakterin teşekkül ettiği bir mevsim. Hattâ bu hakîkati ifâde için “Ağaç yaş iken eğilir.” sözü bir darb-ı mesel hâline gelmiştir.

Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:

“Ne mutlu o kişiye ki, gençlik günlerini ganimet bilir de kulluk borcunu öder. Yani dînî ve insanî vazifelerini yerine getirir. Bedeni sapasağlam iken, yüreğinde de, vücudunda da güç ve kuvvet varken kulluğunu îfâ etme gayreti içinde olur.

Zira o gençlik çağı, yemyeşil, ter ü tâze bir bağa benzer. Bol bol meyveler verir. İhtiyarlıkta beden, çorak toprak gibi gevşer, dökülür. Çorak bir tarladan da hiçbir vakit hoş bir bitki yetişmez.”

***

Gençlik nîmeti henüz elindeyken, güngörmüş insanların olgunluğuyla vakitlerini değerlendirebilenler, en akıllı ve bahtiyar insanlardır.

Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:

“Allah -celle celâlühû- çocukça (lâubâlî) davranışları olmayan, hayra yönelip hevâ ve hevesi terk eden vakar sahibi olgun genci sever.” (Ahmed, IV, 151)

Unutmayalım ki, başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Allah Teâlâ’nın Arşʼı altında gölgelenecek yedi zümreden biri de; “Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen gençtir.” (Buhârî, Ezan 36, Zekât 16, Rikāk 24, Hudûd 19)

***

Gençlerin güzel ahlâk ile yetişmesinde gösterilen gayret ve fedakârlık, toplumun âbâd olmasının en mühim sebepleri arasındadır.

***

Gençlik öyle bir nîmettir ki, şayet bir genç, ömrü boyunca ibadet coşkusu içinde yaşayıp elinden geldiğince gayretli olursa, bu hâl, onun kalbindeki ibadet niyetinin kararlılığı ve devamlılığı mânâsına geldiğinden, Cenâb-ı Hak da ona ebedî bir mükâfât lûtfedecektir. Hattâ kul; yaşlılık, acziyet ve hastalık gibi zaruretler sebebiyle nâfile ibadetlerini edâ edemediğinde bile, Cenâb-ı Hak kulunun gönlündeki ibadet arzusu ve niyeti hürmetine, o ibadeti edâ etmiş gibi mükâfat verecektir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

“Fakat îmân edip sâlih amel işleyenler için, eksilmeyen, devamlı bir ecir vardır.” (et-Tîn, 6)

Hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:

“Bir kimse hastalanması veya (cihad ve hayır için) yola çıkması sebebiyle, yapageldiği nafile ibadetlerini îfâ edemezse, ona evinde sıhhatli iken yaptığı amellerin sevabı yazılır.” (Buhârî, Cihâd, 134; Ahmed, IV, 410, 418)

Bu sebeple sıhhat, fırsat ve imkân varken, etrafımızdaki yetim, garip ve yoksulların ihtiyacını gidermek için gayret gösterelim. Hüzün bulutu sarmış gönüllere Güneş olalım. Soğukta üşüyen ve titreyen kardeşlerimize kaftan olalım. Aç sînelere gıdâ olalım. Dayanak bekleyen ellere baston olalım.

Velhâsıl bu Ramazân-ı Şerîfʼi, toplumda unutulmaya yüz tutan kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma rûhunun yeniden ihyâsı, fazîletler medeniyetinin tekrar inşâsı için, büyük bir fırsat mevsimi olarak değerlendirilelim.

Cenâb-ı Hak, ebedî hayat yanında bir aylık Ramazanʼdan da kısa olan fânî ömrümüzü, ilâhî affa nâil olabilecek şekilde değerlendirebilmeyi, cümlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..