“Ey Kalbleri Hâlden Hâle Çeviren Allâh’ım! Benim Kalbimi Dînin Üzere Sâbit Kıl!”

Allâh’ın irâdesine teslîm olmak. İnsan daima kaybettiği… Allâh’ın irâdesi…

İşte Kârun da sâlih bir kimseydi, kaybetti gitti.

Bel’am bin Baura vardı, o da Allâh’ın sâlih kullarındandı. Cenâb-ı Hak âyette “şaşkın bir kelp gibidir” buyuruyor. (Bkz. el-A‘râf, 175)

Yani insan nefsânî hayatına döndüğü zaman, bir felâket oluyor -Allah korusun-.

Onun için Rasûlullah Efendimiz’den Müslim’de:

“Ey kalplere hükmeden Allâh’ım! Kalplerimizi Sana tâate âmâde kıl.” buyuruyor. (Ahmed b. Hanbel, II, 418)

Demek ki sık sık edeceğimiz duâ:

“Ey kalpleri çeviren Allâh’ım! Benim kalbimi Sen’in dînin üzerine sâbit kıl.” (Tirmizî, Kader, 7)

Çünkü insan, dünyevî bir makam alır. Mühendis olur, doktor olur, vs. olur, olur olur… O diploma geçerlidir. Îman öyle değil. Îman, yakîn gelene kadar, son nefese kadar.

Bel’am bin Baura, Allâh’ın bir dostu iken, ism-i âzam’a mazhardı vs. idi, felâkete uğradı. Nefsine bir meyletti…

Kârun öyle. Tevrat’ı en iyi tefsir edenlerden biriydi. O da bir ihtirâsa girdi. Mûsâ -aleyhisselâm-’a tavır koydu. O da hazineleriyle beraber gömüldü.

Yani hiç kimse diyemez ki “ben îmanla öleceğim” diyemez. “Ben hatâ yapmayacağım, ben yanlış yapmayacağım, ben günah işlemeyeceğim…” İsterse mânen yüksek bir mevkîde olsun. Bir anda uçurumdan aşağı gidiverir. Onun için, daima uçurumdan aşağı gidenleri görüyoruz.

Onun için daima:

يَا مُقَلِّبَ القُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلٰى دِينِكَ

(“Ey kalpleri evirip çeviren Allâh’ım! Benim kalbimi Sen’in dînin üzere sâbit kıl!” [Tirmizî, Kader, 7])

Bu duâya devam etmek lâzım. Cenâb-ı Hak… Hem de… Hem duaya devam, hem de duanın mûcibince amel-i sâlih istikâmetinde bulunmamız lâzım.

Diğer bir hadîs-i şerîfte de:

“Ey kalpleri çeviren, onlara tasarruf eden Allâh’ım! Benim kalbimi Sen’in tâatin üzerine sabit kıl.” (Ahmed b. Hanbel, II, 418)