Bayram, senenin herhangi bir gününde verilmiyor. Üç aylık bir takvâ mektebinin ardından Cenâb-ı Hak bir bayram ihsân ediyor. Kalbin seviyesine göre herkesin bayramı
ayrı ayrı…
Ramazan’da oruç farz. Bayramda ise oruç haram olmuş oluyor. Çünkü bayram, Ramazan’ın şehâdetnâmesi. Cenâb-ı Hak bayram olarak veriyor.
Gerçek bir bayram sevinci yaşanacak. Mühim olan, bu bayramı idrâk edebilmek. Tabi bayramlar da Ramazan’ı geçirenlerin seviyesine göre.
Bayram nedir o zaman?
Bayram, Ramazân-ı Şerîf’te ibadetlerle, muâmelâtla ve ahlâk ile kazanılan gönül feyzini ve rûhâniyetini devam ettirebilmek.
Yine bayram, sabır ve takvânın mükâfâtıdır.
Yine bayram, Allâh’ı zikir ve şükür ile rızâ-yı ilâhîyi tahsil etme günleridir. Çok, bayramda da çok büyük ecirler var.
Bayram, îman kardeşliğinin cemiyet plânında yaşandığı mübârek vakitlerdir.
Yaşanan îman kardeşliğinin mükâfâtı, hadîs-i şerîfte şöyle bildiriliyor:
“Yedi sınıf insan vardır ki Allah Teâlâ, onları hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde, (Arş’ının) gölgesinde gölgelendirir…
(Bu sınıflardan biri de) birbirini Allah için sevenler, bir araya gelişleri ve ayrılışları bu muhabbetle gerçekleşen iki kişidir…” (Buhârî, Ezân, 36)
Demek ki burada bir fedakârlık bildiriliyor kardeşler arasında. Bu yedi sınıf insandan biri olmuş oluyor.
Ramazan’da -elhamdülillâh- kardeşlikler arttı. Kardeşinin sevinciyle sevinmek, kardeşinin ıztırâbıyla dertlenmek, bir vazifemiz oldu.
Yine bayram, gariplerin, yalnızların, kimsesizlerin, mazlumların, muzdariplerin yanık yüreklerine bir Cennet serinliği veren ilâhî bir ziyafettir. Onların mahzun gönüllerine bir tebessüm ettiriyor bayram.
Bu sürur günlerinde, bu sevinç günlerinde bilhassa muhtaçların ve gariplerin yüzlerini güldürenlerin gönülleri hoş olur, gönüllerine Cenâb-ı Hak ayrı bir haz nasîb ediyor.
Mûsâ -aleyhisselâm- soruyor:
“‒Yâ Rabbi! Sen’i nerede arayayım diyor, Sen’i nerede bulurum?” diyor.
Cenâb-ı Hak:
“‒Yâ Mûsâ! Ben’i kalbi kırıkların yanında ara!” buyuruyor.
İşte nasıl Ramazan, bir kalbi kırıkları aramışsak, bayram günleri de öyle günler olmuş oluyor.
Behlül Dânâ Hazretleri bayramı şöyle tarif ediyor:
“Bayram, güzel binitlere binmek için değil, hatâ ve günahları temizleyerek nefsi berraklaştırmak ve böylece Allâh’a götürecek bir kalb-i selîm hâline gelebilmek…”
Bir adam, bayram günü Hazret-i Ali’nin yanına vardı. Baktı, Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- kuru bir ekmek yiyordu. Dedi ki adam:
“–Ey Ali dedi, bayram olduğu hâlde, sen kuru ekmek mi yiyorsun!?” dedi. Hazret-i Ali şu ibretli cevâbı verdi:
“–Bayram o kimse içindir ki; orucu makbul olmuş, hizmetleri/gayretleri takdir görmüş, günahları bağışlanmıştır.
Bugün bize bayramdır, yarın da bayramdır, Allâh’a âsî olmadığımız her gün bayramdır (gâfil olmadığımız gün).” buyuruyor.
Hak âşıkları ve ârif kulların nazarında esas bayram;
–Selîm bir kalp… Cenâb-ı Hak onu istiyor.
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor. Rafine olmuş, tertemiz, nasıl doğuşta tertemiz geldik, o şekilde son nefeste bu rafine olmuş bir kalp, tertemiz bir kalp, selim bir kalbe vâsıl olmak.
İki:
–Müsterih bir vicdan. Yani merhamet ve şefkatin yaşanması daimî olarak kalpte.
Bu vesîleyle;
–Yüz akıyla Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna varıldığında tadılacak olan bayram, esas bayram da odur.
Bayram; vefâda derinlik kazanarak duyguları inkişâf ettirme günleridir.
Bir vefâ borcu olarak geçmişlerimizin ruhlarını hayırlarla şâd etme günleridir.
Unutmayalım ki geçen sene bayram, aramızda olan bazı yakınlarımız bu bayram aramızda değil onlar. Âhirete intikâl ettiler. Bu bayram; hem onlara bir vefâ gösterme, hem de bu bayramın bizim de son bayramımız olabileceğini tefekkür edip bir ibret alma vesîlesi.
Velhâsıl bayram, bir gönül alma seferberliği. Ramazân-ı Şerîf’i nasıl îfâ etmişsek bayram da onun göstergesidir.
Bayramı ferdî tatil günleri zannetmek, kardeşlik duygularını dumûra uğratmaktır. Diğergâmlıktan hodgâmlığa/bencilliğe bir kaçıştır.
Tatil, en yakınlarından kaçıştır.
Hâlbuki bayramlar;
- Sıla-i rahimde bulunma,
- Geçmişlerin ruhlarını hayırlarla şâd etme,
- Dargınlık/burûdetleri, kırgınlıkları ortadan kaldırma, affede affede affedilmeye nâil hâle gelebilme.
- Dostluk ve kardeşliği artırma. Cenâb-ı Hak “aranızı düzeltin” buyuruyor âyette. Yani “haklıyım, haksızsın…” yok! “Aranızı düzeltin, eğer müslümansanız.” buyuruyor Rabbimiz. (Bkz. el-Enfâl, 1)
- Muhtaç, garip, kimsesizlerin heyecanla beklediği bir sevinç günleridir bayramlar.
Rahmetli Kısakürek’in bir Büyük Doğu çıkardı. Burada bir bayram nüshasında 1960 yıllarında filân, orada güzel bir başlık vardı, şöyleydi:
“Deliyi akıllandıracak, muzdaribi sevindirecek gerçek bayram, hangi rûhî hamlelere muhtaçtır?”
- En yakından en uzağa kadar, imkân nisbetinde bütün din kardeşleriyle kucaklaşabilmektir bayram.
- Bayram geceleri de mukaddestir. Duâların kabul edildiği kıymetli vakitlerdir. Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini, sevâbını Allah’tan umarak ibadetle ihyâ edenlerin kalbi, -bütün kalplerin öldüğü günde- ölmeyecektir.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 68/1782)
Ömrünü Ramazan rûhâniyeti içinde ihyâ eden sâlih kullara, bu bayramdan başka, ebedî bayramlar olacak -inşâallah-. Yani dünyada iki bayram; Ramazan bayramı ve Kurban bayramı. Fakat daha çok bayramlar var.
Mesela:
- Ölüm gelene kadar kullukla geçen bir ömrün sonunda, “son nefes”i îman selâmetiyle verebilme bayramı.
Zira Cenâb-ı Hak:
“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. Yani, sakın ha başka türlü can vermeyin, buyuruyor.
Yani “(Nasıl yaşarsanız buyruluyor), öyle vefât eder, öyle haşrolursunuz.” (Bkz. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)
- Melekler o son nefeste gelecek, kabirde gelecek, ba‘sü ba‘de’l-mevt’te gelecek:
“…Korkmayın, üzülmeyin, (Allâh’ın) size vaad ettiği Cennet’le sevinin!” (Fussilet, 30) diyecekler. Fussilet Sûresi’nde. Yani bu müjdeye mazhar olma bayramı.
- Yani kabrin bir Cennet bahçesi olabilme bayramı.
- Mîzanda, tartılacak;
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ ﴿7﴾ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ﴿8﴾
(“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” [ez-Zilzâl, 7-8])
Hayırların ağır gelmesi bayramı.
- Amel defterini sağdan alma bayramı. Âyet-i kerîmede, Hâkka Sûresi’nin 19. âyetinde:
“İşte o vakit, kitabı sağdan verilen kimse (sevincinden) der ki…”
Nasıl bir talebe karne aldığı zaman sevinir, gelin baba, anne, bakın karneme der. Demek ki o gün de bir sevinci Cenâb-ı Hak bildiriyor:
“İşte o vakit, kitabı sağdan verilen kimse (sevinçle) der ki: «Gelin, kitabımı okuyun!»” (el-Hâkka, 19)
Cenâb-ı Hak nâil eylesin -inşâallah-.
- Yine bayram, Rasûlullah Efendimiz’in şefaatine nâiliyet bayramı var.
- Yine bayram, Sırat köprüsünden geçiş bayramı var. Orada, âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, bütün mü’minler dahil, hepsi, Cehennem üzerinden geçirilecek, buyruluyor. Yani herkes Cehennem’i görecek. En büyük endişe orada olacak. Kimi hızlı geçecek, kimi ağır ağır geçecek, kimi bir korkuyla; “Acaba içine düşecek miyim?”
Cenâb-ı Hak “mücrimleri içine atarız” buyuruyor. (Bkz. Meryem, 86; Zuhruf, 74; Kehf, 53; Rahmân, 43)
O geçiş de bir bayram.
- Allâh’ın ve meleklerin selâmına mazhar olarak Cennet’e davet edilme bayramı var.
Cenâb-ı Hak:
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
(“Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])
Bir selâmla bir davet var.
Tabi orada bir hazin de bir manzara var âyetin aşağısında: Karı koca/zevc-zevce, evlâtlar vs. eğer menfî yoldaysa:
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])
“Siz mücrimler bu tarafa, siz Cehennem tarafına!” denilecek.
Dünyadaki ayrılıktan, ölüm ayrılığından çok beter bir ayrılık olacak.
Yine o Cennet kapıları açılacak:
“…Bekçileri onlara: «Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya.» diyecekler.” (ez-Zümer, 73)
- Yine en büyük bayram; Cenâb-ı Hakk’ın ebedî rızâsına nâil olmuş hâlde Cenâb-ı Hakk’ın cemâlini temâşâ etme, yani Ru’yetullah bayramı olacak.
Efendimiz buyuruyor:
“Şu dolunayı, rahatça gördüğünüz gibi, Rabbinizi (Cennet’te) öylece rahatça göreceksiniz…” (Buhârî, Mevâkît 16, 26; Tefsîr, 50/1; Tevhîd, 24; Müslim, Mesâcid, 211)
Fakat tabi nasıl görülecek? Keyfiyeti meçhul…
Ramazan’ı devam ettirebilmek… Ebedî bayrama ermek için, Ramazan rûhunu bütün seneye, hayata yaymak zarurî. Peki, bu nasıl olacak?
Mesela; orucun riyâzatını bütün zamanlara taşıyabilmek, nefsimizi oburluktan, israftan, ihtirastan, öfkeden, kötülüklerden korursak; Ramazan’ı devam ettirmiş oluruz.
Ramazan orucunu tutarken, yani bir helâl gıdada bile bir riyâzat hâlindeyiz, demek ki kerahatlerden vesaireden ne kadar kaçacağız? Yani helâlleri bile riyâzat hâlinde kullanabilme. Yani bütün kerahatlere karşı, günahlara karşı rûhen oruçlu olabilmek.
Ağzımıza giren lokmalara, ağzımızdan çıkan her kelimeye dikkat etmek.
Mevlânâ Hazretleri buyuruyor:
“Bu seher benden ilham kesildi. (Bir tuluat, bir sünuhat, bir hikmet kalbime doğmadı.) Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi.
Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. (Helâl lokma varsa olur.) Aşk da merhamet de helâl lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma şüpheli veya haramdır.”
Dilimizi; bilhassa yalan, dedikodu, gıybet ve mâlâyânî sözlerden alıkoymak, Ramazan’ın devamı için.
Yine oruçluyken ağzımızı gıdalara kapattığımız gibi, gönlümüzü de her zaman nifak, riyâ, ucub, gurur, kibir, şükürsüzlük, haset ve ihtiraslara kapalı tutmalıyız.
Terâvih kılma azmimizi, cemaatlere devam etme aşkına döndürebilmeliyiz. Ramazân-ı Şerîfʼin mânâ iklimini gönlümüzde her dâim taze tutmalıyız.
Sahurlardaki uyanıklığı, bütün seherlere yayabilirsek, yani teheccüd, zikrullah, istiğfar, Kur’ân-ı Kerîm ile müzeyyen bir hâle getirebilirsek, Ramazanʼın gönül feyzini korumuş oluruz.
Kadir Gecesi’ni aradığımız gibi, her gecenin kadrini bilirsek, bütün bir sene Ramazan’ın rûhâniyeti içinde yaşarız.
Ramazanʼlarda mukâbeleler okunuyor. Kurʼân-ı Kerîm ile ünsiyetimizi artırdığımız gibi, sonraki aylarda da Kur’ân-ı Kerîm ikliminde yaşamaya devam edersek, Ramazanʼın mânâ ve mâhiyetini gönlümüzde devam ettirmiş oluruz.
Kurʼân-ı Kerîm’in tahsilinin üç safhası vardır:
Birincisi; hurûf: Yani harflerin mahreçlerine, tecvid kâidelerine riâyet ederek Kur’ân’ı tilâvet etmek. Birbirine benzeyen harfler vardır. Eğer olursa mânâ bozulur. Onun için bir hurufâtına dikkat etmek.
İkincisi; hudûd’a dikkat etmek: Yasaklara, haramlara dikkat etmek. İlâhî emirlere dikkat etmek, hudud.
Hulk: Kurʼân’ın ahlâkıyla ahlâklanabilmek. Yani Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanabilmek.
Âişe Vâlidemizʼe Efendimizʼin ahlâkından sorulduğu zaman:
“Sen hiç Kur’ân okumuyor musun? O’nun ahlâkı Kur’ân’dı.” mukâbelesinde bulunmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 139)
Diğer taraftan, sadaka, infaklar, hayat boyu Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil olabilmek için her dâim açık bir kapıdır.
Cenâb-ı Hak:
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infâk etmedikçe hayrın kemâl noktasına eremezsiniz! (buyuruyor.) Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)
Niyetlerimizi de bilir, infak ettiğimiz şeyi de bilir.
Bir nevi îman testi olan Ramazanʼdaki zekât, fitre, vs. nafakaları îfâ edebilme heyecanını diğer aylarda da sergilemek,
Cimrilik ve hodgâmlıktan sakınıp Allah yolunda cömertçe hizmet ve fedakârlıkta bulunabilmek,
Fakir-fukarâyı unutmayıp bilâkis onları kendimize zimmetli olarak görebilmek. Ve onlara şefkat ve merhametimizi artırabilmek, onlara verebilmenin zevkine kavuşabilmek. Hakîkaten verirken bir zevk ve bir lezzet duyabiliyor muyuz? Ramazanʼın rahmet iklimini devam ettirebilmek.
İmkânımız yok, hiçbir şey veremiyoruz; Cenâb-ı Hak “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. “Onun rûhuna sevinç verecek birkaç söz söyle.” (Bkz. el-İsrâ, 28)
Rasûlullah Efendimiz verirdi, ne var ne yok hiçbir şey kalmazdı. Bir garip gelirdi, önünde mahzun mahzun dururdu. Efendimiz bir şey verememenin hüznünü yaşardı. Biraz utancından bir tarafa dönerdi. Cenâb-ı Hak “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyurdu. “Hiçbir şey veremiyorsan, onu tesellî et, birkaç tane güzel, tatlı, sevinç verici söz söyle.” (Bkz. el-İsrâ, 28)
Diğer husus:
Günahlardan uzak durup nefis ve şeytanın desiselerine karşı daima teyakkuz hâlinde bulunabilirsek, Ramazanʼdaki kalbî rikkatimizi kaybetmemiş oluruz. Nitekim âyet-i kerîmede:
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni tahrik edecek olursa «فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ» hemen Allâh’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.” (Fussilet, 36)
Velhâsıl hayatı riyâzat hâlinde yaşayabilmek lâzım ki Ramazan’ımız devam etsin…
Ramazan’ın makbul bir şekilde ihyâ edildiğinin alâmeti, bunlar olacak.
Efendim; Cenâb-ı Hak, Ramazân-ı Şerîf’i ömür boyunca devam ettirmek, bayramın bir lûtuf olduğunu, Ramazan’ın bir devamı olduğunun idrâki içinde yaşamayı cümlemize nasîb eylesin. Bayramımız da mübârek olsun -inşâallah-.
Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..